‘’Öne geçerse Kartal, 0-0 giderse Aslan‘’
İşi Muslera dengeliyor
Beşiktaş Vodafone Arena açıldığından bu yana evinde 3 golden az atmıyor. Galatasaray da son 15 maçtır her deplasman maçında gol yiyor (toplam 30 gol). Buradan bakıldığında Beşiktaş net favori. Öte yandan Galatasaray ligin en iyi atanı ve tutanına sahip. 6 isabetli şutundan 4 gol çıkaran Eren Derdiyok... ‘Haksız rekabet’ Muslera’yı ise anlatmaya gerek yok aslında. Ancak illa gerekiyorsa 2007’den bu yana en az gol yediği lig başlangıcını yapan Galatasaray’ın kalecisi, Karcemarskas’tan sonra en fazla kurtarış yapan 1 numara. Buradan bakıldığında iş dengeleniyor.
Kartal o işin en iyisi
Galatasaray ligin en fazla pas yapan takımı. Beşiktaş ise ligin en iyi direkt oynayan ekibi. Galatasaray bu pas oyununu bu maçta muhtemelen tekrarlamayacak. Süper Kupa maçında olduğu gibi oyun merkezini biraz geri çekip Sneijder-Eren bağlantısından gol arayacak. Eren’in attığı 4 golün 3’ünde asisti yapan Hollandalı, en iyi form durumunda olmasa da her zaman oyunu değiştirebiliyor.
Aslan geri düşerse...
Galatasaray açısından kritik olan, geri düşerse oyunu nasıl ele alacağı! Galatasaray’ın geçtiğimiz 4 haftada en çok dikkat çeken sıkıntısı önde oynamaya çalıştığı zamanlarda rakiplerin Sabri ve Carole’ü çok rahat geçmesi. Bu sadece o oyunculardan kaynaklanan bir sorun değil. Yasin ve Bruma’dan yakın oyun sürekliliği sağlanamadığı için kademesiz kalıyorlar ve açık veriyorlar. Bu tip bir durumda Q7, Olcay, Gönül ve Caner’in parlaması hiç zor olmaz. Bu tip bir sıkıntı 0-0’da ya da Galatasaray’ın önde olduğu anlarda yaşanmayabilir. Geride olduğunda ise yaşanmaması sadece Beşiktaş’ın kendi standardının çok altında kalmasıyla mümkün.
Güneş'in işi kolay değil
Burada normalde rastlanmayacak bir denge/dengesizlik de var. Galatasaray 4 lig maçının 3’ünde aynı 11’le sahada olabildi. Geçen senenin şampiyonu olmasına rağmen Beşiktaş için böyle bir istikrar sözkonusu değil. Bu sadece rotasyon mecburiyetiyle açıklanamaz. Hem Sosa, Gomez gibi yerleri tartışmasız oyuncuların ayrılması hem de İnler, Gönül, Caner, Adriano, Talisca gibi yüksek kaliteli oyuncuların gelişi bu rotasyonu zorluyor.
Bu, Şenol Güneş’in varlığıyla büyük bir zenginlik. Dezavantajı ise İnler, Oğuzhan, Caner ve Gönül gibi maç sürekliliğine ihtiyaç duyan oyuncuların rotasyonda performans firesi verme ihtimalleri... Şenol Güneş’i işi hiç kolay değil.
Altından kalkması zor olur
Bu maç 0-0’da gittiği sürece Galatasaray’ın tecrübeli oyuncularının her an takımlarını maça ortak edebilecekleri, skorboardu değiştirebilecekleri bir derbi olacak. Bu anlamda Sneijder-Eren bağlantısı direkt belirleyicidir. Beşiktaş öne geçerse oyun merkezinin ileri taşınması ev sahibini net favori yapar.
Galatasaray için bunun altından kalkmak kolay olmaz. Yani özetle; ben Şenol Güneş olsam hemen maçın başında öne geçmeyi isterim. Konuk ekip içinse durum farklı. Bay Riekerink olsam 85’de 1-0 öne geçmek isterim (4 maçın 3’ünde 89’dan sonra gol attılar).
‘’Oyun kurmakla uğraşmadan!‘’
Bursaspor ve Zorya maçlarının ikinci bölümlerinin gösterdiği gerçek, Fenerbahçe’nin orta sahada oyun kurmakla uğraşmasının manasız olduğuydu. Orta sahada topla iyi oyuncuların olmayışı bunu dayatıyor. Direkt oyunla topu bir an önce 3. bölgeye geçirmek ve orta saha iç oyuncularını oyunun kurulumundan ziyade dönenleri toplamak ve hücum destek için kullanmak.
Skrtel ve Kjaer’den başlamak üzere Topal da hep direkt oynadı. Emenike, Volkan ve Lens’e topu aktardılar ve Souza, Ozan ve Topal mümkün olduğunca çabuk içeri hareketlendi. Hiç orta saha ile uğraşmadılar ve hemen rakip ceza sahasına gittiler.
Emenike’nin çok uzun süredir yapmadığı santrfor koşularını yapması oyunu işletti. Burada Lens ve Volkan’ın özellikle ilk yarıda mümkün olduğunca basit ve bir o kadar dikine ve etkili oynaması da Kasımpaşa’yı zor durumlara soktu.
Uzun süredir yapılmayan iş
2-0’dan sonra çalışıldığı belli kontrataklar da geldi. Volkan, Lens ve Emenike’yle bu yolla bulunan 3. gol Fenerbahçe’nin uzun süredir yapamadığı bir iş. Keza Sow’la ve İsmail’le bulunan goller de... Tabii giderilememiş eksiklikler de var. Hayır, Kasımpaşa’nın ilk yarıdaki baskı oyunu değil. Fenerbahçe bundan çok iyi kontratlar çıkardı. Sorun ilk yarıda görüldü.
Bu durum, Yanal dönemini hatırlatan direkt oyunun olmazsa olmazı, savunmanın orta sahaya iyice yaklaşarak alanı daraltması üzere kurulu. Topa sahip olup pas yapmak temel amacınız değilse birbirine bağlı iki konuya dikkat etmeniz gerekir. Bir an önce topu yeniden kazanmak ve bu sayede rakibi çıkarken kalesine yakın yakalamak. Bununla birlikte geri koşmak zorunda kalıp yıpranmamak. Burada hâlâ sıkıntı var. Hatta bu sıkıntı kartlarda da görülüyor. Ozan ve Topal’ın sarı kartları bundan önceki maçlarda görülen kartlar gibi hep baskıda geç kalmaktan. Rakibe uzak kalıp geri koşarken yapılan durdurma hamlelerinden. Fenerbahçe bu sezon ve dün de bu kartlardan gördü. Oyunu daraltmak bunları önlemek ve bu direkt oyunu işletmek açısından elzem.
Bu olursa ilk yarıda bu kopukluktan kaynaklanan ceza sahası içine dikine indirilen ortalar da engellenebilir. Oyun boyunu kısaltmak lazım.
‘’Güven ve tecrübe farkı‘’
Şampiyonlar Ligi’nin lige etkisi değişken oluyor. Bazı ekipleri hem fizik hem de moral açıdan lige döndürmek zor olabiliyor. Bazısı da tecrübeyle müthiş bir güven yükleniyor. Beşiktaş’ta da olan bu.
Sahaya olağanüstü bir güvenle çıktılar. 11’den 5 oyuncusu bu sene gelmiş bir takım için bu çok sevindirici bir durum.
Lizbon’dan şahane finali yapan Talisca’nın maçındaki başında 3. denemesiyle gelen açılış bu güveni iyice yükseltti. Kiralandığında söylediğim gibi, Talisca, Beşiktaş taraftarını çok üzecek. Ondan ayrılmak yıkıcı olacak. Sosa’dan sonra Talisca’yı getiren daha iyisini de getirir diyelim. Çok net bir ikinci forvet Talisca, bir destek forvet. Bu seneki macerası ve Şenol Güneş’in de işi, onu golden sonra ondan beklenen kurucu görevini yapabildiğini söylemek kolay değil. Ancak böyle bir sniper performansı varken bu şimdilik tolere edilebilir.
Mükemmel bir Tosic
Beşiktaş bundan sonra maçı kontrollü bir düşük tempoya çekmeyi bildi. Gökhan İnler’in harika performansı bir yana Atiba, Gökhan Gönül ve Caner’in performansları yeterli seviyede olmasa da yüksek tecrübeleriyle oyunu riske etmeden sürdürdüler. Maçı 2-0’a getirdikten sonra sadece doğru yerleşerek kontrole devam ettiler.
Bu oyun bir Şampiyonlar Ligi deplasmanı sonrası kabul edilebilir bir seviye. Tabii geçen seneki o eğlenceli maçları isteyenler olacaktır. Onun için beklemek lazım. Özellikle Gökhan’ın maç sürekliliğiyle formunu yükseltmesi. Sonra Oğuzhan’ın dönüşüyle Şenol hocanın İnler-Atiba rol partajına tam karar vermesi ya da bu yapıyı değiştirmesi. Ancak en önemlisi Talisca’nın bir sniperlıktan oyun koruculuğa evrilmesi.
Mükemmele yakındı
Peki neye sevinmek lazım? Kuşkusuz en problemli olarak gözüken stoper ikilisinin yükselen güvenli oyununa. Rakibe çok şans vermediler ve bunun en önemli sebeplerinden biri Tosic’in ilk 4 haftanın en çok gelişen oyuncusu olması. Mükemmele yakındı.
‘’Skor net ancak...‘’
Seyirciyle buluşmanın yarattığı çoşku, maçtan önce Hikmet Karaman’ın da beklediğini söylediği gibi baskılı bir Galatasaray getirdi. Hikmet Karaman’ın hücum merkezinde sadece Atiemwen’i kullanması, Rize orta sahasının ise hızlı oynayamaması nedeniyle bu coşkunun etkisi arttı. Savunma çok rahat orta sahasına yaklaştı ve Galatasaray’ın takım boyu bu sene ilk kez maç başında bu kadar kısa oldu. Daha önce skor aradığı son dakikalarda rakibin de çekilmesiyle benzer baskı bölümleri yakalıyorlardı fakat oyun başında bu ilk kez oldu.
En iyi gol olması muhtemel
Burada eksik kalan Sabri ve Carole’un hücumu genişletme konusunda çok cesur olmayışlarıydı. Ancak Sneijder’in çok güzel ortasında, Eren’in -sezonun en güzel golü olması muhtemel- rövaşata işi çözdü. Bundan sonra Galatasaray’ın önde oynama isteği azalmadı. Azalmadı ama topu tehlike bölgesine indirmekte çok zorlandılar. Bu gibi erken üstünlük sağlanan oyunlarda elinizde Sneijder, Bruma, Yasin ve Eren gibi oyuncular varsa pozisyon sayınızın her halükârda katlanarak artması gerekirken bu olmadı. Son 5 dakikaya kadar neredeyse gol kaçırmadı Galatasaray.
Peki bu neden oluyor?
Galatasaray Riekerink’in de söylediği gibi ve haklı olarak Sneijder’e alan yaratmaya odaklanmış bir oyun oynuyor. Bu konuda Tolga Ciğerci ve Selçuk’un dün verdikleri çaba takdiri hak ediyor. Peki Sneijder ve Bruma’nın aldıkları toplarda doğru pas opsiyonlarını kullandıklarını söyleyebilir miyiz? Kaliteleri düşünüldüğünde performansları beklenenin altında. Orta sahada bu kadar top kaybıyla ve ağır oynayan, hücum planı olmayan bir rakibe karşı bu kadar az üretmek sıkıntı. Sneijder’in üzerine kurulmuş bu oyunda oyunun akışında direkt rol oynayan bir yaratıcılık sergilemesini beklemek ona haksızlık değil. 2 şahane ortasının Eren’in mükemmel vuruşlarıyla skoru belirlemiş olsa da oyunun akışındaki net rolünün hakkını vermeli. Ne onun ne takımın coşkusu konusunda hiçbir soru işareti yok. Herkes istiyor. Ancak performansı yükseltmek lazım.
‘’Yanal'a dönüş‘’
İlk yarıda Fenerbahçe’nin oyun planını anlamak oldukça zordu. Savunmanın iki kanadı ne bek ne hücumcuydu. Josef’in Pereira dönemindeki kadar dahi net olmayan bir durumu vardı. Salih sırtı dönük oyunda kayıptı. Stoch’un uzun mesafede oynaması gerektiğinde yaşadığı fizik sıkıntı net olarak görünüyordu. Alper kalabalıkların arasına plansız dalışlar yapıyordu. Sow’a sadece uzun yüksek toplar atılabiliyordu. O da alamıyordu.. Ve iş sadece Mehmet Topal’a kalıyordu. Fenerbahçe sürekli olarak orta sahada top kaybı yaptı. Hemen her iki çıkıştan birinde
oyuncular pas opsiyonu bulamadıklarından kolay top kaybı yaptılar. Bu şekilde oyun kurmak kolay değil.
Rakibe şans tanınmadı
Olumlu olarak neden bahsedebiliriz? İlk dakikadaki net gollük kafa şutu dışında rakibe şans tanınmadı. Bu kuşkusuz Zorya’nın Fenerbahçe çekingenliğiyle oynadığı kontrol oyunundan da kaynaklanıyordu. Advocaat devre arasında bir karar vermeliydi. Eğer bu oyun devam ederse Zorya çok geçmeden oyun merkezini biraz öne çekip bu kontrol
oyunundan bir galibiyet oyununa geçecekti. Hollandalı ya beraberliği bu şekilde arayacak ya da oyuna ağırlığını koyacaktı. Ozan’ı oyuna alıp oyunu biraz daha öne yıkmak istedi ancak bu da Alper’in Sow’a attığı uzun, savunma arkası pası dışında işe yaramadı. Hemen arkasından Zorya golü bulunca, onlar kontrol oyununa devam etti normal olarak.
Salih’i denedi ama...
Advocaat orta sahasını işletmemediğini görünce (Hakkını verelim Salih’i denedi ve bizim yanıldığımızı gösterdi.) van Persie ve Emenike’yi oyun alarak savunmalarının meşgul olacağı adam sayısını artırıp oyun merkezini bu yolla ileri itti. Genel olarak Ersun Yanal’dan hatırladığımız topu bir şekilde - uzun ya da top önemli değil - ceza sahasına atıp orada baskı denediler. Gol de sadece bu baskının sonucunda geldi. Bursa maçında olduğu gibi rakibi çıkarmadılar. Bu kadro için doğru oyun da belli ki bu. Bursa maçından sonra söylediğim gibi: Advocaat’ın bu oyun üzerinde
durması lazım. Orta saha oyun kuramıyorsa, oyunu ileride ceza sahasında oyna.
‘’Bu oyun iş yapar‘’
Bu seviyede böyle üçlü kombine bir savunma hatası zinciri mecburen kalenizde gol oluyor. Marcelo’nun Silvio’ya uzak kalışı...
Sıfırdan gelen orta şut karışımına Tolga’dan ne kontrol ne uzaklaştırma hamlesi...
Ve Tosic’in tek tehlike bölgesi/hücumcusuna uzak kalıp onunla koşmaması.
Bu kombinasyondan çıkan sonuç hoş olmuyor. Şenol hocanın geçen sene sonunda herkes şampiyonluk sarhoşluğundayken dikkat çektiği buydu. İlk yarıda tek giden bu değildi kuşkusuz ama en çok can acıtanı bu oldu. Caner ve Oğuzhan’ın önde sıradanlaşması asıl temel sorundu.
Tam bir hücum gücü
Caner sol bekte olduğunda bir bekten çok fazlası oluyor. Tam bir hücum gücü o. Ancak sol açıkta olduğunda iyi bir sol açık da olamıyor. Bu çoktandır bilinen bir gerçek. Oğuzhan’ın zirveye çıktığı tek sezonunda onu farklı yapan topla driplingleri, doğru hareketlenmeleriydi. Önde sırtı dönük olduğunda ise sıradanlaşıyor. Kayboluyor. Markajlanıyor. Yerine oynayan İnler olduğunda oyuna olgun bir akıl dahil olmuş oluyor belki... Ancak Atiba’yla birlikte sahada olduklarında orta saha göbeğinde topla kat eden oyuncu eksikliği net olarak hissedildi.
Yani Beşiktaş ne orta saha göbeğini kullanabildi ne santrfor arkasında yaratıcı ihtiyacı giderilebildi. Buna bir de Q7’nin her duran topa gitmesini eklemek lazım. En az yarısında uzmanlığı üst düzey olan Caner’di. (Neyse ki Q7 sonunda topu Talisca’ya bırakabildi. Ve Benfica açısından dramatik ve bizim açımızdan harika bir sahne oluştu.)
Tolga ayakta kaldı
Bu açıdan Şenol hocanın devre arası analizi ve değişiklikleri dört dörtlüktü. Belki İnler’in yerine Oğuzhan’ı çekmek ekstra bir değer katabilirdi. Talisca ve Caner’in öne gidişi ise direkt etki etti. 55’deki verilmeyen penaltıyı ilk yarıdaki düzenle yaratmak kolay olmazdı. Sadece Cenk oyuna girerken Aboubakar’ın oyundan çıkması daha etkili çözümler üretebilirdi.
Beşiktaş’ın 2. yarıdaki oyunu Şampiyonlar Ligi’nde 1. torbadan gelmiş bir rakibe karşı oynanabilecek en iyi oyunlardan biri. Bu oyunun ayakta kalabilmesi ise golde kombine hatalar yapan savunmanın iyi oyununa bağlıydı. Özellikle Tosic’in bunu fazlasıyla yaptığını söylemek lazım. Quaresma’nın kaybettiği ölümcül topta Tolga’yı yaptığı kurtarışın anlamı ise çok büyük. O gol çok şeyi bitirebilirdi. Tolga ayakta kaldı... Beşiktaş’ı ayakta tuttu. Bu maçı kazanmak bu genç ama organize takıma karşı mümkündü. Üzülmek yerine 2. yarının anlattıklarına ve bunu geliştirmeye odaklanmalı. Bu oyun iş yapar.
‘’Salih'i unutmak lüks‘’
Fenerbahçe’nin ilk yarı stratejisi Bursa’nın canını sıkarak konsantrasyonunu bozup onları bir çeşit uyutmak olmalı. Çok ağır, statik, ön tarafta Volkan dışında topla ya da topsuz hareketlenmede bulunmadan oynamaya çalıştılar. Bunun yanı sıra öndeki üçlüyle orta saha arasındaki mesafe kabul edilemez uzunluktaydı. Orta sahayla savunma merkezinin mesafesini ise hiç sormayın. Yani takımın boyu uzun ve hareketsiz bir evsahibi. Bursaspor sadece doğru dizilerek Fenerbahçe’yi üretmesinin en zor olduğu yere merkeze yönlendirdi. Kanat oyuncularının yer tutuşları da birbirilerine yakınlıkları da ideal ölçülerdeydi.
Hücum da genişleyemedi
Hasan Ali ve Van der Wiel hiç oyuna giremediler. Onlar oyuna giremeyince hücum genişleyemedi. Ama genişlese bile ortada Ozan ve Alper oyuna o kadar uzaktı ki, ekstra oyuncu olarak savunmanın arasına dalma imkanları yoktu. Bu sene klasikleşen, yan topta stoperlerin adam paylaşmama sıkıntısından Batalla golü atınca iş kabusa döndü. Advocaat’ın ikinci yarıdaki hamleleri sonuncusu hariç işe yaradı. Van Persie Alper değişikliği ile 4-4-1-1 diyebileceğimiz bir oyuna döndüler. Savunma beklerini hücuma istedikleri gibi katamasalar da ileri çıkardılar. Stoperler orta çizgiye basmaya başladı.. Ve rakip alana yerleştiler. Ancak Volkan’ın şahsi çabaları dışında sadece Josef’in bir şutuyla pozisyon bulamadılar.
Emenike girdi, baskı kırıldı
Gerçi direkten dönen ve Behich’in çizgiden çıkardığı da yeterliydi ama şans da yaver gitmedi. Stoch’un etkili olduğu yere değil sola girişi de dahil olmak üzere oyun içi değişiklikleri Bursa’yı hep geri itti. Sercan’ın baskın kontrataklar için oyuna girişi de dahil Hamza hocanın hamleleri ise çok fark yaratmadı. Ancak Neustadter-Emenike değişikliği yerine servis oyuncusu sayısını artırmak çok daha iyi bir tercih olabilirdi. Misal Salih oyun girse van Persie’yi kaleye yaklaştırmak mümkün olabilirdi. Emenike’nin girişiyle 3’lü savunmaya dönmek ise Fenerbahçe baskısını kırdı. Köşeye sıkışmış ama direnen Bursa köşeden çıktı. Fenerbahçe geri koşmak zorunda kaldı. Advocaat sanırım artık 2. yarı üzerine çalışır. Ancak Salih’i bu kadar unutacak lüksü yok.
‘’Özgür düşünmesi gerek‘’
İlk yarının 20. dakikasından sonra ortaya çıkan, klasik olduğu üzere şuydu: Galatasaray’ın sadece savunmayla ilgili 6 oyuncusu vardı. Sadece hücumla ilgilenen 4 oyuncusu. Birbirlerinden koptular. Oyunun mesafesi uzadı. Pas oyununun akıcı bir futbola, dolayısıyla bir akın sürekliliğine dönüşmesi engellendi. Riekerink’in şansı Hakan Kutlu’nun Fenerbahçe maçından bir eksik orta sahayla mücadele etmeye karar vermesi ve Umut Bulut’u hücum hattına eklemesi oldu. Böylece Galatasaray’ın birbirinden kopmuş savunma ve hücumu arasında bir orta saha üstünlüğü yakalama fırsatını kaçırdılar.
Sadece Nakoulma ve Bruma
Bunda Sow’un salt Sneijder markajıyla oyunda olmasının da rolü vardır. Bu oyunda korkunç bir temposuzluk ortaya çıktı. Seyirci ve bizleri sadece Nakoulma ve Bruma’nın driplingleri heyecanlandırdı. Bu garip hali iki teknik adam da tamir etmek istediler. Riekerink, Selçuk-De Jong ve Yasin-Josue değişiklikleriyle biraz daha topa sahip olabilen bir orta saha istedi. Hakan Kutlu da Umut Bulut’u sağa aldı. Ama oyundan çıkarıp Traore’yi alması istediği orta saha için daha uygun olabilirdi.
Muslera sadece kesilmez
Bu durum Galatasaray’a tempo kazandırmasa da oyunu rakip alana yıkılabildiler. Bu yapıda Kayseri orta sahasının kontra akınlar yaratmada zorlanması, De Jong’un varlığıyla mı ilişkili yoksa Kayseri orta sahasının tamir edilemeyişiyle mi bilinmez! Ancak Galatasaray açısından bir ilerleme olduğu kesin. Peki bu Galatasaray’ın temposunu yükseltti mi derseniz cevabım hayır olur. Galatasaray’ın ikinci yarıdaki şekli ilk yarıya oranla çok daha iyi. Ancak o kadar sabit kalıyorlar ki bir tempo yaratmak olanaksız. Bu kadronun daha iyi oyunlar oynaması mümkün. Riekerink’in takıntılarla değil, özgür düşünerek bir yol bulması lazım. Bu takımda kesilmeyecek tek oyuncu var. O da Muslera...