Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolun dışına çıkan Terim'dir‘’

Olumlu ve umut verici olan her ne olursa olsun kaybetmemek. Ne şartta olursa olsun destek veren bir seyirciyle kırılmayı önlemek. Milli Takım Stadı’nı Konya’da bulmuş olabilmek. Bunu İstanbul’da büyük ihtimalle yapamazdık. Arda ya da Volkan Demirel tezahüratlarıyla moral yıkımı olurdu. Ve asıl önemlisi 2-0’dan ve sıfır bir oyundan geri dönebilmek.

Soru başka, cevap bambaşka

Peki ya olumsuz ve umut kırıcı olan? Fatih Terim’in basın toplantısı. Her maç öncesi “Arkadaşlar maç varken neleri konuşuyoruz neleri soruyorsunuz?” diye soran Terim’e, maç sonunda Evren Göz, “İlk yarıda plan neydi? Neyi yapamadık?” diye sordu. Haklı, doğru ve cevabı merak edilen ve sadece maçla ilgili soruya: “Oyuncularımız maç öncesi konuşulanlardan çok etkilenmiş” diyorken futbolun dışına kim çıkmış oluyor? Herkes topu konuşmaya çalışırken konuyu yeniden kim alevlendiriyor?

‘Terim’in cevabı mantıksız!’

Ve asıl önemlisi oyuncu bundan nasıl etkileniyor? Arda çağrılmadığı ve tartışma konusu olduğu zaman onun yerine oynayan Emre Mor hangi mantıkla kötü etkileniyor? Ya da Cenk? Burak çağırılmıyorsa Cenk ekstra istekli olmaz mı? Bu sorgulandığında daha da fazla hırslanması gerekmez mi? Bir oyuncunun, ondan daha iyi olduğu düşünülen bir futbolcuya tercih edildiğinde yükselmesi gerekmez mi? Evren’in sorusuna verilen cevap, öncelikle sorunun cevabı değil. Ve daha önemlisi mantıksız. Bu mantıksızlığa rağmen hâlâ bu moral bozulması oluyorsa Terim’in bir motivasyon uzmanı olduğu fikri toptan yanlış olmuyor mu? Yani o zaman şunu sormak gerekmiyor mu? “Enes’i önce çıkaracaktım ama kaybetmemek, rencide etmemek için devre arasını bekledim” açıklamasına nedir? Onu 30’da çıkarmak mı rencide eder, yoksa bu açıklama mı bu genç oyuncunun moralini bozar?

‘İnsan imza attığı kontratı bilmez mi?’

Sonra sözleşme konusu: Tazminat istememek neden bir çalışanı yükseltiyor? Bunda övünülecek ne var? Ayrıca Fatih Hoca Milan’dan ayrıldığında tazminatını haklı ve hak ettiği şekilde almadı mı? Tazminat almayacaksa, Terim’in onun adına sözleşme görüşmesi yapan avukatına, “bunu sözleşmeye koyma” demesi gerekmez mi? ‘Ben sözleşmemde ne var bilmiyorum’ cümlesi doğru değildir. Avukatınızın bildiği bir şeyi bilmiyorum deme hakkınız yoktur. Ayrıca insan imza attığı kontratı bilmez mi?

‘Günahı Terim ve TFF’nin’

İspanya’nın devlerinin peşinde olduğu Hakan Çalhanoğlu ve milli takımda korkunç performanslar gösterse de Dortmund’la uzun süre görüşen, Arsene Wenger’in radarında olan Ömer Toprak nasıl olur da Arda tartışmalarından etkilenir ve böyle bir oyun oynar? Arda konusu artık her ne kadar hepimizi sıkan bir mevzu olsa da büyük bir olaydır. Arda’nın çağrılmaması, bizim oyuncu havuzumuz göz önüne alındığında, Messi’nin Arjantin’e, Neymar’ın Brezilya’ya çağrılmamasından daha önemli bir karardır. Bizim Aguero’muz yok ki! Konu sıktı evet ama hâlâ önemlidir. Bunun bu hale gelmesi de basının ya da seyircinin günahı değil. Kötü iletişimin sonucu. TFF’nin ve Terim’in...

‘Hoca bir çözüm görmüyor’

Hocanın geniş bir cephenin saldırısı altında olduğu doğru. Sözleşmenin sızdırılması bir rezalet. Ancak futbol konuşmak isteyen, maçı soran gazeteciye verilen cevaplar iletişim açısından da, konuyu ele alış açısından da korkunç. Faydasız... Hatta zararlı. Konuyu futbol dışı noktalara getiren maalesef Fatih Hoca. Ve bu canımı sıkıyor. Çünkü bu, çözümsüzlük demek. Hoca bir çözüm görmüyor demek. Her seferinde Türkiye Ligi’nin yetersizliğinden vurgu yapmanın manası yok. Bunu biliyoruz. Terim bu şartlara rağmen zafer vaat ettiği için modern dünyanın en pahalı milli takım antrenörü. Türkiye’de kulüplerde verilen maaşın 2 katını kazanıyor. Eğer şartlar yetersiz ve durum umutsuzsa böyle bir maaşa gerek yok.

08 Ekim 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Olabilecek en mükemmel durum‘’

Kadroyu gördüğümde aklıma gelen, Hakan Çalhanoğlu’nun solda, Emre Mor’un sağda olduğu bir 4-4-2 değildi. Ozan-Topal ikilisinin merkezde, Enes ve Cenk’in çift santrfor olduğu bir dizilişte oyun kurmak neredeyse imkansızdı. Nitekim öyle de oldu. Volkan Babacan her topu ileri vurdu. Ne topu alabildik ne dönenleri toplayabilecek bir baskı kurabildik. Halbuki bu kadro Hakan’ın, Topal’ın yanında olduğu bir 4-2-3-1’le oyunu daha rahat kurabilirdi. Cenk, Beşiktaş’ta sol oynuyor. Ozan da orta sahayı önden tamamlayacak bir baskı oyuncusu olarak rakibe preste etkili olabilirdi. Böyle olmadı. Hem baskı yedik hem topu tamamıyla onlara verdik. Euro 2016’da da kötü futbollar oynamıştık ancak bu kötü, olarak değerlendirelemeyecek kadar sıfırdı.

Orta sahayı üçleyince

Hakan’ın yapabildiği tek iş olan duran toplarda bir serbest vuruş tehlikesinin ardından Ozan’la gol olan korner, olabilecek en mükemmel durum oldu. Bu plan ve oyundan daha iyisi Emre’ye yapılan hareketin penaltı olarak değerlendirilmesi ve Babacan’ın penaltıyı kurtarması olabilirdi. İkinci yarıya Terim orta sahayı üçleyerek başladı. Ukrayna’nın kenardan özellikle de sağımızdan gelmesini engelleyemesek de Babacan’ın kurtarışlarıyla ayakta kaldık.

Baştan yapsak

Terim, Volkan’ı alıp orta sahayı yine 4’leyince ve nihayet Çalhanoğlu merkeze Cenk’in yanına gidince bu kez rakip kaleye yaklaşmaya başladık. Ukrayna biraz olsun yoruldu ve bizim direkt oyun biraz daha işlemeye başladı. Yine de tehlikeler ve gol duran toptan geldi. Cenk’in aldığı penaltı da bir duran topun devamında. Golden sonraysa oyunu aldık nihayet. Bunu baştan yapsak ne olurdu? Hakan’ı kenara atmasak. Oyunu ona kurdursak. Volkan’ı solda kullansak. Kazanır mıydık? Bilinmez ancak ilk yarıdaki o sıfır oyunu yaşamayacağımız konusunda herhalde hep birlikte hemfikiriz.

Son bir not: Bu sinirle yürümez. Özellikle Caner ve Emre’ninki kabul edilemez seviyede. Ev sahibi olmasak maçı tamamlayabilirler miydi bilmiyorum.

07 Ekim 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aboubakar'a sistem lazım‘’

1) Aboubakar, ilerleyen haftalarda Gomez’in yerini doldurmayı başarabilecek mi?

Bu kez birçok şey farklı

Dünyanın her takımında 6 maç sonunda gol atmamış bir santrfor eleştirilir. Bunda bir yanlışlık yok. Buradaki mesele bu konuda eleştiri yapılırken varılan sonuçlar. Aboubakar’ın son vuruşlarda an itibariyle istim üstüne olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak Beşiktaş’ın geçen sene Gomez’i desteklemek üzere kurduğu yapının da devam ettiğini söyleyemeyiz. Geçen yıl 6. haftada Beşiktaş ideal 11’ini saymak mümkün olabilirken bu, bugün mümkün değil. Atiba- Oğuzhan-Sosa üçlüsünün yerine bir yapı konabilmiş değil. Ayrıca geçen yıl Olcay- Töre-Quaresma-Frei’den ikisi tercih ediliyor ama oyunda bir sürdürülebilirlik sağlanıyordu. Bugünse iş daha çok Caner ve Gökhan İnler’in uzun topları üzerinden dönüyor gibi. Şenol hoca, orta saha ve hücum kanatlarından istediği verimi almaya ancak orta saha kurgusuna tam olarak karar verince başlayabilecek.

Yeni bir ‘oyun’ bulmak gerek

Sosa’nın yerine bir oyuncu bulunamadı. Dolayısıyla yeni bir oyun bulmak gerek. Bu olduğunda Aboubakar’ın da seviyesi yükselebilir.

Burada Gomez’in farkını da hatırlamak lazım. O sadece ona yapılan çok iyi servisleri değerlendirmekle kalmıyordu. Hep doğru hareketlenerek, hep en doğrusunu yaparak orta saha oyuncularının zihnini açıyordu. Onlara seçenekler sunuyordu. Aboubakar için bunları söylemek mümkün değil.

2) Şenol Güneş’in kadroda sürekli rotasyon yapması takımı olumsuz etkiliyor mu?

Yeniler büyük seçenek sağladı

Şenol hoca rotasyon takıntısı olan bir teknik adam değil. Sosa sonrası doğru oyunu bulmaya çalışıyor. Sakatlıkları da unutmamak lazım. Ancak daha önemlisi eldeki değerli oyunculardan oluşan geniş kadro. Geçen yıl bu derece bir rotasyon yoktu. Çünkü hem kadro dardı hem de Güneş aradığı notayı erken bulmuştu. Şimdi İnler gibi ekstra bir oyuncusu var. Ve Sosa olmayınca orada Oğuzhan’a yer açılıyor. Geçen sene olmayan Tolgay da var. Adriano ve Caner, Gökhan ve gittikçe yükselen Beck de. Bu durumda neden rotasyon yapıyorsun denmez. Stoperlere bakarsan olmayınca yapmadığını da görürsün.

3) Fabri’nin performansı, kalede kalmaya yeter mi?

Yan toplarda hatalı ama...

Şenol Güneş Türk futbol tarihinin en iyi kalecilerinden biridir. Hatta bazılarına göre birincisidir. Onun kaleci tercihini, hele de transfer sezonu kapalıyken tartışmam. Fabri’nin karşı karşıya pozisyonlarda tıpkı Tolga gibi başarılı bir kaleci olduğunu söyleyebilirim ancak Kiev maçında yediği gol yan toplarda onun da hata yapabildiğini gösteriyor. Burada asıl önemli olan taraftarın Tolga’yla olan gönül bağının kopuyor olması. Kaleci özgüvenli olmalı. Fabri’de bu, şu an itibarıyla daha fazla.

05 Ekim 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lens'in yeri doldurulamadı‘’

Mustafa Reşit Akçay maçı, Osmanlıspor’un güçlü olduğu yerden değil, Fenerbahçe’nin zayıf olduğu yerden kurgulamıştı. Ve bu maçın başında çok işe yaradı. Mehmet Güven, Musa Çağıran ve Ndiaye ile topa hakim oldular. Oyunu mükemmele yakın bir şekilde çizgiden çizgiye geniş alana açtılar. Ve top yapma konusunda zorluk çeken Fenerbahçe orta sahasına çok iyi bastılar. Sarı-Lacivertliler 9. dakikada gelen penaltıya kadar oyunu hep kendi birinci bölgesinde oynamak zorunda kaldı.

Regattin ayağını taktı

Penaltı kuşkusuz tartışılacaktır. Pozisyonu ilk okuyamayan kaleci Volkan. Çıkması gereksiz ve yararsız. Elde edebileceği en büyük başarı zaten gole yönelemeyecek bir oyuncuyu durdurmak. Gereksiz bir risk. İkinci okuyamayan ise Mete Kalkavan. Buradaki nüans Regattin’in, Volkan’ın riskli çıkışında, yapacak bir şeyi olmadığı için takılıp düşmesiyle, fırsatı bulmuşken ayağını takıp kendisini bırakması arasındaki fark... Mete Kalkavan ikincisi olmuşken, birincisi olduğuna karar verdi.

Osmanlı şans bulamadı

Golden sonra Osmanlıspor kadrosunun vaat ettiği oyuna dönmek istedi: Hızlı oyuncularla baskın... Ancak Fenerbahçe’nin Feyenoord maçından farklı olarak takım boyunu çok uzatmasına rağmen net şanslar yakaladıklarını söylemek zor. Hız vardı ama organizasyon yoktu. Fenerbahçe’nin ise iki haftadır oynadığı direkt tempo oyununu oynayacak enerjisi...

İlginç rvp hamlesi

İkinci yarıda Advocaat’ın Van Persie’yi 10 numara pozisyonu için oyuna alması ilginçti. Ancak ilk yarıda olduğu gibi takım boyu kısalmayınca iş Volkan’ın isyanına kaldı. Hakeme isyanının yanına pozisyonu kovalayarak Van Persie’ye attırdığı golün anlamı büyük. Osmanlı kadrosunun vaat ettiğin tersine Gençlerbirliği ve Başakehir maçlarında 2-0’dan skorun dengeye gelmesine engel olamamıştı. Yine her şey lehlerineyken yakalandılar. Ve perşembenin yorgunluğunu da yaşamaya başlayınca Fenerbahçe’nin orta sahadaki eksikliğine rağmen rakibin gelişlerine engel olamadılar. Yorulan sadece onlar değildi tabii. Fenerbahçe, yorulduğu için çıkmak isteyen Volkan ve sakatlığı nedeniyle kadroda olmayan Lens’in yerini dolduramadı. Alper orta saha dirençle katkıda bulunduysa da hücum yönünde çok eksikti.

03 Ekim 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Santrfor sorunu (2)‘’

Beşiktaş’ın ilk yarıdaki sorunu adam geçemeyen, dolayısıyla oyunun en önemli yönlerinden biri olan kanatlarda driplingle gelemeyen bir takım olmasıydı. Rizespor kanatlara ekstra yığınak yapıp, Beşiktaş’ı hep merkeze yönlendirince oyun fazlasıyla sıkıştı.

İkinci yarıya Şenol Güneş çok doğru bir tespitle yaptığı hamlelerle başladı. Tolgay ve Necip’i aynı çizgiye çekin iç oyuncusu gibi kullandı. Kenarda iş bitirecek Quaresma’yı ve Cenk’i oyunda tutarak Aboubakar’ı oyun aldı.

İyi işlese...

İlk dakikadan itibaren çok iyi orta ve paslarla kenardan çizgiye inmeyi başararak geldiler. Fakat aynı Dinamo Kiev maçındaki olduğu gibi, Beşiktaş’ın bir senedir unuttuğu problemi dirildi. Son vuruşlarda Almeida döneminin de gerisine düştüler.

Hikmet Karaman’ın ilk yarıda kurduğu tuzak savunma yönünde olağanüstü iyi işlese de kritik olan kontratak yönünde özellikle Oğulcan’ın yaratıcılığını doğru kullanmaması Emrah Başsan’ın da fazla top ezmesiyle hep eksik kaldı. Yani planın savunma yönü iyi işlese de hücum yönünde eksik kaldılar. Sonuç/skor bir yana rakibi geri koşturmaları bile mümkün olmadı.

Isınması şart

Bu resimde akın sürekliliği kaçınılmaz oldu. Her ne kadar Beşiktaş bir kale önü santrfor ve 10 numara sıkıntısı yaşasa da oyunu ceza sahası çevresine yıktılar.

Bu durum Şenol hocayı Adriano’yu sırf şut çeksin diye orta sahanın sol iç pozisyonu için oyuna almasına neden oldu. O da bunun karşılığını verdi.

Bu maç geçen yılki kadroyla, hatta sadece Gomez ve Sosa’yla 4’e 5’e gidebilirdi. Bu kadar sıkışmasının tek sebebi de istenen ve alışılan oyun kurucu ve santrfor performansının olmayışından.
Özellikle Abubakar’ın biraz ısınması şart. Bu maçın anlattığını iyi anlamak ve tedbir almak lazım.

02 Ekim 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Advocaat böyle istedi‘’

Advocaat planından vazgeçmedi. Savunmacı özelliklere sahip orta sahasını ve kapladıkları 2. bölgeyi by-pass ederek direkt 3. bölgeye ceza sahasına giden bir direkt oyunla sahaya çıktılar. Bunu yaparken rakibi önde baskıladılar. Stoperlere basmadılar ancak Feyenoord’un oyun kaynağı olan El-Ahmadi’yi sürekli olarak izole ettiler. Bu görev temelde Ozan Tufan’a aitti. Zaten belki de bu yüzden 4-2-3-1 gibi dizildiler. Bu görevde Ozan uzak kaldığında Emenike geri gelerek ona yardımcı oldu. Zaman zaman da Josef de Souza... Faslı oyuncunun içine düştüğü bu mahpusluk Feyenoord’un sezon başından bu yana topu rakip alana taşımaktaki en zorlandığı maça sebebiyet verdi.

Lens mükemmel oynadı

Fenerbahçe açısından yürümeyen yegane durum sol kanadından gelememesi oldu. Sow daha önce sol açık olarak Fenerbahçe’de oynadığında Meireles, Emre ve Topal gibi pas becerisi yüksek bir üçlü vardı. Bu direkt oyunda orta sahanın bir pas oyunu oynaması beklenmiyor. Dolayısıyla Sow için bu oyun oldukça zorlayıcı. Ancak bu, ilk yarıda bir sorun yaratmadı. Çoklukla sağ kanatlarından mükemmele yakın bir oyun oynayan Lens’le çıktılar. Golde de olduğu gibi Ozan ona gerektiğinde çok yakın oynayarak bu kanadı iyi işletti.

Hasan Ali yorulunca...

İkinci yarıda Van Bronckhorst orta sahada yaşadığı oyun kuramama sıkıntısını Berghuis’i biraz geri çekip bir ekstra pas istasyonu yaratarak çözmeye çalıştı. O olmayınca Bilal’i alıp sağ kanada çekti, 3’lü savunmaya dönüp orta saha pas istasyonu sayısını artırıp baskıdan çıktı. Feyenoord 60 dakika mükemmel oynayan Hasan Ali’nin de yorulmasıyla etkili çıkmaya başladı. Bu arada bulunan kontratlardan - özellikle de Lens’in kendi kendine yaratıp kaleciyle karşı karşıya kaçırdığı inanılmaz pozisyondan - yaralanamayınca oyun iyice sıkıştı. Burada Dick Advocaat, Alper-Sow değişikliğiyle orta sahadaki baskıyı yeniden kurmaya çalışmak yerine, Emenike-Van Persie değişikliği yaptı. Ki bu, durumu değiştirmedi. Sahanın en iyisi Lens’in yerine Alper’in girmesiyle iş değişti. Direnç arttı ve maç geldi.

30 Eylül 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Santrfor eksikliği‘’

Şenol Hoca’nın Talisca’yı santrfor arkasından ziyade 4-4-2’nin destek santrforu olarak kullanması maçın başından itibaren işe yaradı. Stoperlerden itibaren birlikte çok işe yaradı. Rakip çıkarken kazanılan toplarda hızla Dinamo Kiev kalesine gittiler. Ancak her seferinde bir son vuruş, son pas sorunu yaşadılar. Bu, Beşiktaş’ıngeçen sene başından bu yana unuttuğu bir sorundur.

Hak edilen ödül alınamadı

Bu problem aslında en çok da özellikle Caner’in usta işi bitirici ortalarının değerlendirilemeyişinde dikkat çekti. Dinamo Kiev’in özellikle duran toplarda yaşadığı sıkıntıdan da ilham alarak 6 pasın ortasına ve penaltı noktasıyla oluşturduğu üçgene demarke ‘al da at’ paslar attı. Ancak biri bile Beşiktaş forvetlerince değerlendirilemedi. Gomez, Almanya’da bir yerlerde maçı seyretmişse pişmanlığı bir kat daha artmıştır. Bu eksiklik Beşiktaş’ın çok iyi kurgulanmış ve çok daha iyi uygulanan oyununun hak ettiği ödülü almasını engelledi.

Tolgay’ın sanatsal oyunu

Önde çok iyi basarak Kiev’in en etkili akın silahı olan kanatların olgun paslar almasını engellediler. Dönenleri iyi topladılar ve Tolgay gibi bir organizatörün sanatsal oyununu bize izlettiler. İlk yarıda dripling yapan, uzun/kısa pas atan, hücum desteğine giden, savunmada rakibi sert ve etkili olarak karşılayan 10 numara bir oyun izletti Tolgay’la. Açık söylemek gerekirse artık Atiba’nın yeri garanti değil. Belki de kendisine stoperde bir yer arayabilir. İkinci yarıda biraz fazla risk alıp top kayıpları yapsa da oyundan çıkışı üzücüydü.

Daha üzücü olansa hiç yoktan yenen gol. Dün maç boyunca çok iyi olan Fabri çıkmayıp çizgide kalsa muhtemelen kucağında eritecekti topu. Yine de bunca baskı ve pozisyon ihtimalinden bir şey çıkaramamak daha büyük bir etken puan kayıplarında.

Kazanamamak can sıkıcı. Ama unutmamalı Şampiyonlar Ligi’nin mottosu ‘Asla yenilme’dir. Napoli’ye de yenilme. Benfica’yı yener çıkarsın. Hatta belki Kiev’i de.

29 Eylül 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Helal olsun...‘’

93.43’de Josue karşı karşıya topu ezmese Galatasaray’ın bu kadrosu sınıf atladığını ilan edecek. 15 saniye sonra 93.58’de Quaresma karşı karşıya kalitesi ölçüsünde doğru vursa derbi tarihinin en inanılmaz geri dönüşlerinden birine imza atacak.

90 artı 4. dakikanın özeti son 17 saniyede yaşandı. Hayır maçın hakkı beraberlik değildi. Kim kazansa sonuna kadar hak edecekti. Öyle bir derbi oldu. İki takımın da seyircisi böyle bir statta böyle zeminde oynanan maçı seyrederken yaşanması gereken de böyle bir mücadeleydi. Helal olsun...

Bruma’dan sanatçı performansı

Maç öncesi yazımda Riekerink olsan 85’te öne geçeyim isterdim. Şenol Güneş olsam hemen maçın başında gol bulayım isterim diye yazmıştım. Belki maçta skor bu şekilde seyretti. Ancak oyun için aynı şeyi söylemek doğru olmaz.

Galatasaray önde basıp Gökhan İnler’i uzun oynamaya mecbur etti. Oğuzhan’ın sırtı dönük santrfor arkası pozisyonundaki sorununu iyi markajla kurcaladı. Orta sahayı Galatasaray ele geçirdi. Duran toplarda Sneijder’in olağanüstü becerisini ve akan oyunda Bruma’nın sanatçı futbolunu sergilediler. Gökhan Gönül’ün fiziksel yetersizliği; Oğuzhan’ın rolünü oynayamayışıyla Galatasaray daha da farklı bitirebileceği ilk yarıyı 2-0’la sonlandırdı.

Pas yapamadılar

Açık konuşalım bu sınıf atlatan bir soğukkanlılık ve oyundu. Beşiktaş ise enteresan bir panikle sahadaydı. Maç Şenol Güneş’in değişikliklerinden ziyade 4-4-2’ye döndükten sonra Beşiktaş’a doğru gitti. Galatasaray’ın savunma planı ve yorgun kadrosu için fazla geniş bir hücum alanı oluştu. Pas yapamadılar. Beşiktaş’ın çok olgun olmasa da istekli oyunu bir akın sürekliliği yakaladı. ve Galatasaray’ın zayıf karnı da golü getirdi. Marcelo, Quaresma’nın kornerine vururken Galatasaray’da herkesin ayağı yerdeydi. Ligdeki 3. golü de duran toptan yediler. Sonra doğal bir panik ve baskıyla Cenk’ten gelen bir korner/hücum ribaundu golü.

Kalite zaten gelir

Şenol Güneş burada bir karar vermek zorundaydı. Rakibin bu baskının altından kalkamayacağını varsayarak oyunu devam ettirmek ya da riski azaltarak 4-2-3-1’e dönmek. Adriano’ya alıp 2. Tercihi kullanınca Galatasaray yeniden oyuna ortak oldu. Sonuç yazının başında bahsettiğim gel-gitler. Riski azaltmak isterken risk aldı belki de Şenol hoca. Müthiş bir seyirlik oldu. Türk futbolu bunun üzerine gitmeli. Kalite zaten gelir.

25 Eylül 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI