‘’Derin kriz engellendi‘’
Fenerbahçe Lens’e mecbur. Dün ilk yarıda görünen buydu. Hollandalı penaltıya yol açan faulü aldığında dakika 24’tü. Fenerbahçe yüzde 68 topa sahip olma yüzdesiyle oynuyordu. Ve bırakın pozisyonu, ceza sahasına yaklaşmamıştı bile. Hem de Konyaspor bu oyunu isterken. Muhtemelen Aykut hoca maçın başında kontrollü ve oyun merkezini geride tutan bir oyunla Fenerbahçe’nin klasik hastalığına yakalanmasını bekliyordu.
O riski göze almadı
Nasıl olsa Fenerbahçe’nin oyun boyu hafta içinde yorgunluğu ile birlikte artacaktı. Ve Konyaspor da ekonomik oynayarak ayakta kalacak, Fenerbahçe’nin oyun boyunun uzamasıyla oyuna hakim olacaktı. Plan mantıksız değil. Ama sormakta fayda var. Beklemeye gerek var mıydı? Çünkü zaten Fenerbahçe kalabalık hücum etse de dönenleri toplayamayan bir takım. Savunma hemen kendisini geri atıyor. Orada baskı yapmıyor. Durum buyken beklemek Fenerbahçe’nin öndeki oyuncularına kendi çabalarıyla elde etmeleri zor bir şans vermek değil mi? Aykut hocayı anlıyorum özellikle Lens’in tehditkâr oyununa, Emenike ve İsmail gibi oyuncuların katkı yapması riskini almak istemedi.
Plan işe yaramadı
25. dakikada Konya yüzde 32 topla oynama oranıyla sahadayken, 85’te bu oran yüzde 56’ya çıktı. Peki Fenerbahçe rahat kontratak yapabildi mi? Hayır. Van Persie’nin direkten dönen topu dışında üretebildi mi?
Hayır.
Aykut Kocaman’ın planını anlamakla birlikte çok işe yaramadığını söylemek lazım. Çünkü topu aldıktan sonra Bülent Yıldırım’ın çalabileceği bir penaltı şansı buldular en azından. Sonuç olarak Fenerbahçe’nin derin bir krize girmesini engelleyen çok önemli bir galibiyet bu. Ve Fenerbahçe dün olduğu gibi bu sezon Lens’e mecbur.
‘’Şampiyonlar Ligi takımı‘’
Aboubakar imkansız bir vuruşla tribünleri ayağa kaldırdı, aynı zamanda Antalya’nın eksik kalmasına yol açan tartışmanın fitilini yaktı. İkinci yarıda ise Kartal ekonomik oynayıp, işi bitirdi. Bir Şampiyonlar Ligi takımının yapması gerektiği gibi.
Beşiktaş’ın mutlu yorgunluğunun dün ilk dakikadan itibaren hissedildiği açık. Bunu maç başlamadan öngören Rıza Çalımbay’ın ekibinin, bundan yararlandığı da açık.
Temel olarak plan, stoperlerin top almasına itiraz etmeden Atiba-Tolgay-Talisca üçlüsüne baskı yapmaktı. Kapılan toplarla Eto’o, Danilo ve Deniz buluşturulacak, iki pasta kaleye gitmek hedeflenecekti. Yanlış anlaşılmasın, bu sadece 3 oyuncunun hücum edeceği bir plan değildi. Neredeyse stoperler dışında herkes rakip alana geçti ve akınlara katıldı. Özellikle Charles’ın Tolgay’ı sürekli takip edişi neredeyse birebir oynaması bu oyunun kaynağı oldu.
Tosic muhteşemdi
Antalya’nın bu başarılı plandan sonuç alamayışı çoklukla Eto’o’nun bu sene biraz yavaşlamasından... Karar vermekte hemen her seferinde geçikti. Tosic’in Napoli’den dönüşte nerdeyse enerjisini ikiye katlamış gibi duran fizik gücü, bu durumun yarattığı krizi derinleştirince plan istenen seviyede sonuç getirmedi. Sırp oyuncu, üst üste son derece başarılı hamlelerle yıldızlaştı. (Burada insan ister istemez ‘Galatasaray maçında olduğu gibi önde Danilo’nun değerlendirilmesi daha doğru olmaz mıydı’ sorusunu akıllara getiriyor. Zaten Rıza hoca bir süre sonra Eto’o’yu sağa çekip Danilo’yu öne aldı.)
‘Forvet’ Talisca...
Tosic’in, Aboubakar’ın golü öncesi tartışmalara yol açan hamlesi de bunlardan biriydi. Kamerunlu Antalya’yı tek ayak üzerinde yakaladı ve o ana kadar yapamadığını yapıp çıkarılması imkansız bir vuruşla hem tribünleri ayağa kaldırdı, hem de Antalya’nın eksik kalmasına yol açan tartışmanın fitilini yaktı 46’da.
Şenol hoca oyunu yıkamayınca 4-2-3-1’ini 4-4-2’ye çevirdi ilk yarıda. Gol ve Diego’nun atılması sonrası ikinci yarıda eski plana döndü. Ekonomik oynayıp maçı 3-0’a ‘forvetleri’ Talisca’yla getirdiler. Bir Şampiyonlar Ligi takımının yapması gerektiği gibi. Hatta gediklilerin yapabildiği gibi.
‘’Riekerink Bey‘’
Riekerink kağıt üzerinde CV açısından en iyi takımını sahaya sürdü. Podolski, Sneijder, Bruma üçlüsü hücum gücü açısından kağıt üzerinde son derece parlak bir ekip. Fakat bu üçlünün top rakipteyken yaratabileceği sıkıntı çok hesap edilmiş gibi değildi. Trabzonspor’un 4-5-1 diyebileceğimiz dizilişinin belli sorunları var. Topu çok çabuk geri kazanıyorlar. Çünkü ikili mücadale becerileri ve yayılışları üst düzeyde. Onların temel sorunu topu ayaktan çıkarma süresinin uzunluğu. Yani topu çabuk geri kazanıyorlar. Ancak topu nasıl hızlı kullanacaklarını bilemedikleri için akın kuramıyorlar ve çok yoruluyorlar. Okay ve Ekici’nin bu kadar ağır kalmaları anlaşılır değil.
Çok mantıklı değildi
Bu tip bir sıkıntıya karşı yapılacak hamle önde topu çabuk kazanmak olmalıyken Riekerink’in bu üçlüyle oynaması çok mantıklı değildi. Zaten oyun da bu şekilde gelişti. Galatasaray paslarla ama çok zor bir şekilde çıktı. Trabzonspor topu her defasında kazandı. Ancak topu nasıl kullanacaklarını bilmedikleri için oyunu kurmakta zorlandılar. Galatasaray’ın öndeki üçlüsü doğru alan kaplayıp basmadığı için bu zaaf pozisyon yaratmadı. Top Galatasaray’da kaldı. Savunma öne çıktı. Ancak Bruma dışında kaleye gidecek bir plan oluşturamadılar. Trabzonspor ise bu kadar önde oynayan ve hücum hattı yumuşak rakibine karşı elinde önce Castillo, sonra Güray ve Yusuf gibi hızlı oyuncular olmasına rağmen orta sahada topu ayaktan çok yavaş çıkardıkları ve hızlı kanatlarını savunma arkasına kaçırmadıkları için sadece 2 kontratak bulabildiler.
Dizilişi 2 kez değiştirdi
Buldukları da kırmızı kart/gol’e çok yakın tehlikeli akınlar olmasına rağmen Yusuf ve N’Doye ile yararlanamadılar. Bu oyunda Riekerink’in yaptığı değişiklikler anlaşılır değil. Yapılacak ilk hamle mutlak olarak Yasin’in sahaya sürülmesi olmalıydı. Çünkü bu kadar geri çekilmiş bir rakibe karşı ondan daha iyi bir silah yok. Ancak o dizilişi 2 kez değiştirip, önce 4-4-2’ye sonra 3-4-3’e döndü ve Josue, Sinan ile De Jong’u oyuna sürdü. Elinde Eren varken ihtiyaç ceza sahası içinde iş yapacak adam ve önde pres seviyesini artırmak ve hücumu genişletmekten ibaretti halbuki. Beşiktaş maçında 2-0’dan sonra beklemesini anlıyorum ama bu maçta Trabzonspor’un oyun gücüne bakıldığında bu kadar geç hamle yapmasını ya da oyuna aldığı ve çıkardığı hamleleri anlamak mümkün değil.
‘’Maalesef çok normal‘’
Fenerbahçe’nin tarihte kötü sezonları ve kadroları oldu. Ancak bu kadar topla ilişkisi zayıf, düşük kaliteli, dengesiz bir oyuncu grubunu hatırlamıyorum. Birer birer belki hiçbirine hayır demezsiniz, ancak birlikte bir takım olmaları futbol tarihinin en büyük mühendislik hatalarından biri. Tabii bu, düne özgü değil, zaten bilinen bir gerçek. Dünkü ekstra sorun öncelikle korkunç amatörlüktü.
Yapılan iki penaltının bu seviyede açıklaması yok. Kjaer’in de, Şener’in de hareketleri akıl almaz amatörlükler. Kalesinde şut görmeden iki saçma penaltı golü yemek bu kalite seviyesinde bir takımın altından kalkabileceği bir hal değil. Bundan sonra da zaten söylenecek bir şey kalmıyor. Fenerbahçe’nin ilk yarıda bulduğu yegane pozisyonda ara pası atan Topal şutu çeken Souza. Ancak iki ön stoperiyle pozisyona girebildi Fenerbahçe. Anlayın artık.
5 stoperle ve bu formla olmaz
Fenerbahçe dün ilk yarıda şekil olarak doğru durduğunda bile üretemedi. Çözüm Topal’ın ara paslarına kalmış durumda. Fenerbahçe de, Topal da bunu hak etmiyor.
Fenerbahçe’nin nasıl hücum edeceğini kadroya bakıp hayal edemiyorsunuz. Lens ve Ozan varken geçici ve bu oyunculara bağlı ‘uzun at, orta sahayı pas geç’ oyunu da onlarsız mümkün değil. Peki nasıl olacak?
Takım doğru duruyor ama top dolaşmıyor. Kim topu aldığında ‘Kimseye vermez saklar’ ya da ‘şimdi güzel bir ara pası’ gelir diyorsunuz? 5 stoperle bu mümkün değil hem de bu formla.
Peki Advocaat ne yapabilirdi? Van Persie yerine Emenike mi? Belki. Peki Advocaat’ın iki yıldır ilk kez bu kadar uzun süre antrenmanlara katılıp evine, Old Trafford’a giderken, onu yedek kulübesinde genç Ramazan ve Caner’in arasında oturtmak kolay mı? Hayır. Hiç değil. Bu baştan yanlış bir kadronun, baştan yanlış bir hocayla hazırlanıp, hiç de gelmek istemeyen bir
teknik direktörle başladığı bir sezonun öyküsü. Bu maça özgü değil.
Normal! Maalesef çok çok normal.
‘’Zafer‘’
‘Napoli’ye yenilme, Benfica’yı yener çıkarsın’ diye bitirmiştim Kiev maçı yazısını... Şampiyonlar Ligi’nin mottosu ‘asla yenilme’dir diyerek.
Çünkü bu sahnede yenilmediğin sürece hep yaşarsın. Öte yandan herhalde bu kura çekildiğinde bırakın 3 puan çıkarmayı berabere kalmayı bile en az beklediğimiz maç herhalde buydu. Hem de rakibe iki penaltı çalınan bir maçta. Bu açıdan bakıldığında olağanüstü bir skorla karşı karşıyayız. Hem takımın hem de camianın güvenini başka bir seviyeye çıkartacak bir zafer bu. Ve bu zafer aslında çok tedbirli bir oyun gibi görünse de büyük riskler alınarak geldi. Çünkü bazen fazla tedbir almak, rakibi fazla düşünmek en büyük risktir. Açık söylemek gerekirse Şenol Hoca’nın planını görünce düşündüğüm buydu. Necip ve Atiba’yla geçen sene Sporting maçına başlamıştı. Ancak takım üretemediği ve bu yüzden çok fazla baskı yendiği için ikinci yarıda bundan vazgeçmişti.
Öte yandan şunu da söylemem lazım ki, en az Güneş kadar Sarri de risk almıştı. Santrforsuz ve üç orta sahalı bir takımla kanatları çok iyi kullanan Beşiktaş’ın karşısına çıkmıştı. İlginç bir durum.
Hoca risk aldı
Şenol Güneş’in aldığı riskler ilk saniyeden itibaren sonuçlarını gösterdi. Napoli, Beşiktaş’ın iki bekinin arkasına ilk dakikadan itibaren indi. 16. dakika 2 net pozisyon ve 6 korner, ilk yarıda 11 korner vermek sanırım Güneş’in istediği bir şey olmasa gerek. Olağanüstü bir akın sürekliliği yakaladılar. Napoli’nin bu oyundan bir şey çıkaramayışı santrforsuzluktan. Yani alınan büyük riskten.
12’de Adriano’yla bulduğumuz gol ise Şenol Hoca’nın uğruna büyük risk aldığı planının büyük bir kaliteyle uygulanmasının yanısıra, Sarri’nin orta sahayı üçleyecek kanatta bıraktığı boşluğun getirdiği bir durum.
Aboubakar’ın son derece kötü vuruşuna rağmen gelen gol ise Hoca’nın aslında yapmak istediği işin sonucu. Yani stoperlere baskı yapıp savunmayı oyun kurulurken hataya sürüklemek...
Asla yenilme!
İkinci yarıda acaba ünlüler daha erken oyuna girebilir miydi diye sormak dışında bir eleştiride bulunmak mümkün değil. Çünkü penaltı kaçtıktan sonra Napoli’nin de moralinin düşmesiyle oyuna ortak olundu. Ve Caner’in gereksiz penaltısına rağmen Aboubakar’la dönmeyi başardılar. Hoca’nın Aboubakar kararını da, onu oyunda tutmasını da ayrıca tebrik etmek lazım. Bundan sonra da motto belli ‘asla yenilme’.
‘’Sorun denizi‘’
Fenerbahçe, en azından rakibin 10 kişi kaldığı son 10 dakikada stoperlerini rakip alana kadar çıkarıp akın sürekliliği aramalıydı. Ancak gördüğümüz takım boyu inanılmaz uzamış, sahaya çok kötü yayılan bir takım! Bu takımda; kalite, plan ve yönetim sorunu var.
1-) Candeias’ın goldeki santrfor koşusunu Fenerbahçe’de yapabilen bir oyuncu yok. Benzer ortalar Emenike’ye 3 kez atıldı. Ancak Nijeryalı, savunmayı kandıracak bir hamle yapamadı. Her seferinde topla buluşan savunma oldu. Böyle olunca Fenerbahçe için iyi orta bir kavramı da yok. Çünkü öne, merkeze ya da arkaya yapılan hiçbir ortada rakip savunma şaşırmıyor.
2-) Mehmet Topal’ın Fenerbahçe’nin en iyi oyuncusu olması gol atmasından değil, o golü atmasından... Topu kapıyor, doğru koşu, doğru pas, yine doğru koşu, çevre kontrolü doğru tercih doğru vuruş da doğru. İşte bundan en iyisi...
3-) Ve fakat Fenerbahçe’nin en iyisi Mehmet Topal, son 5 dakikada gole gidecek 3 pası yanlış yere atıp akını bitiriyor. Böylelikle Sarı-Lacivertliler’in Alanyaspor karşısında öne geçip maçı koparmasını engellemiş oluyor. Tecrübeli futbolcu, bu performansıyla sahaya yansıttığı başarılı görüntüyü bir kez daha taçlandırma konusunda sıkıntı yaşadığını gösteriyor.
4-) Sezonun en iyisi Volkan ilk yarı boyunca yıpratıyor. Çalımla dalıyor. Pozisyonu buluyor. Ama misal ilk yarıda plase yapacağı topu ‘dan’ diye dümdüz vuruyor. İkinci yarıda bomboştaki Aatıf’a değil, kalabalığın içine yalancı koşu yapıp stoperleri sürüklemeye çalışan Van Persie’ye atmaya çalışıyor.
5-) Fenerbahçe’nin temel sorunu da bu. En iyi oyuncularının Volkan ve Topal olması. Volkan bir destek oyuncusu bir alternatif oyuncudur. Topal da milli takımda stoper olarak kullanılan oyuncu. Fenerbahçe’nin gol yollarındaki zirve kalitesi bu olamaz.
6-) Ozan yokken Van Persie oynuyorsa aynı oyunu oynamak mümkün değil. Mantık bunu kabul etmez. Peki ne yapmalı? En azından rakibin 10 kişi kaldığı son 10 dakikada stoperlerini rakip alana kadar çıkarıp akın sürekliliği aramalıydı. Ancak gördüğümüz takım boyu inanılmaz uzamış, sahaya çok kötü yayılan bir takım...
Bu takımda bir kalite sorunu var. Bu takımda bir plan sorunu var. Bu takımda bir yönetim sorunu var.
‘’Santrfor sorunsalı (3)‘’
İki takımın diziliş aritmetiği orta sahayı Beşiktaş’a veriyordu. Sahaya yansıyan da bu oldu. Hakan Kutlu Galatasaray maçında olduğu gibi 4 forveti Beşiktaş karşısında sahaya sürdü.
Umut ve Welliton’u, Nakoulma ve Deniz’le iki kanattan destekleyen gerçekten hızlı ve yıpratıcı bir hücum gücü bu. Ancak onları besleyecek bir orta sahaları yoktu. Beşiktaş’ın Atiba ve neredeyse iki iç oyuncusu gibi oynayan Necip ve Tolgay’la bu alanı kaplamaları işi Kayseri açısından daha da zorlaştırdı. En basit haliyle 2’ye 3 üstünlük Beşiktaş’ın işini kolaylaştırdı. Bu denemede Caner, Deniz’in tehditkar varlığına rağmen çok kolay çıktı. Çok doğru, çok kaliteli ortalarla 3 forvetini besledi. Talisca, Cenk ve özellikle Aboubakar’ın hamlığı ve görev paylaşımı çelişkisi olmasa ilk yarıdan oyunu bitirebilirlerdi. Çok kolay bir şekilde hem de.
Cenk’in farklılığı
Şenol hocanın ikinci yarıya Aboubakar-Quaresma değişikliğiyle başlaması üzerine düşünmek lazım. Bu, özellikle Muammer’den dönen topu yine ona nişanlayan santrforu nasıl etkileyecek? İşte bunu merak ediyorum. Çünkü sorun asla servisle alakalı değildi. Son 3 maç yazımın başlığı olan santrfor sorunsalı, son vuruşla alakalıydı. Ve aynı zamanda Cenk’in Aboubakar’la oynarkenki oyunuyla Gomez’le oynarkenki oyununun aynı olmayışından. Cenk, Gomez’le oynarken bir destek santrfor olduğunu biliyor ve bu oyunu çok iyi oynuyordu. Vincent’la durum farklı oluyor.
Taşları oturtan hamle Yani durum Quaresma’nın girmesini gerektirecek bir durum değildi. Ama Aboubakar’ın rehabilitasyonunu maç içinde değil hafta içinde yapmaya karar verdi hoca. Tolgay’ın yerine Ömer’in oyuna girişi ise taşları yerine oturttu. Ömer destek santrfor olma işini hakkıyla yaptı. Tabii ki konu topu içeri itemeyen Aboubakar. Fakat bu yapısal durumun da altını çizmek lazım.
‘’Devleri bekleyen tehlike‘’
Şenol Güneş bir çığır açabilir
Beşiktaş açısından kritik konu, orta sahanın çok değerli oyunculardan kurulu olmasına rağmen henüz ideal 3’lünün bulunamaması. Kayseri maçıyla burada bir çığır açmak mümkün. Tolgay-İnler merkezi belki geçen senenin de ötesinde bir denge ve yaratıcılık vaat ediyor. İnler’in temel olarak Atiba’nın, Tolgay’ın da Oğuzhan’ın rolünü üstlendiği bir yapı bu. İnler’in pozisyon bilgisi ve uzun topları, Tolgay’ın da dripling-pas-şut becerisi...
Tolgay santrfor arkasına sıkışmadığında başka bir güç ortaya çıkabilir. Burada soru işareti Talisca’nın ikinci forvet olarak oynayıp oynamayacağı. Şenol Hoca’nın bu konudaki tespitlerine katılıyorum. Ancak ondan frikikler dışında nasıl yararlanılacağını da artık görmemiz lazım. Kayseri açısından belirleyici olacak ise Hakan Kutlu’nun Fenerbahçe maçındaki 3 hücumculu oyunu mu, yoksa Galatasaray mücadelesindeki 4 atak futbolculu sistemi mi tercih edeceği. İlkini çok daha iyi yapıyorlar gibi.
Riekerink’in tercihleri kilit nokta
İbrahim Üzülmez’in öğrencileri, rakibe ve şartlara göre 4-5-1, 4-3-3 ya da 4-2-3-1 oynayabiliyor. Galatasaray ise 1. haftadan sonra 11’i en belirgin takım. Sneijder’in sakatlığında Podolski’ye forma vermek kolay bir tercih. Çünkü Alman oyuncu ceza sahası çevresinde topa sahip olduğunda dünyanın en iyilerinden. Fakat özellikle rakip topu aldığında defansif olarak takımı zorluyor. Senijder’in de benzer avantaj/dezavantaj oranı var.
Burada belirleyici olan Riekerink’in nasıl bir strateji tercih edeceği. Beşiktaş maçında olduğu gibi erken baskıyla oyunu koparmak isteyecektir. Gençler geri düşse de Osmanlı maçındaki gibi geri dönebilen bir takım. Ancak Galatasaray baskı yaparsa bunun altından kalkmak daha zor olabilir. Riekerink bir denge oyunuyla başlamak isterse Gençler ligin en zorlu deplasmanına dönüşebilir. Başkent ekibinin henüz kaybetmediğini unutmamalı.
Advocaat 4-4-2’ye dönebilir
Alanyaspor, her ne kadar geçen hafta Başakşehir karşısında sürklase olsa ve bir önceki hafta Adanaspor karşısında kaybetse de orta sahada alan bulduğunda, özellikle de karşısında topa sahip olabilen bir ekip olmadığında etkili hücum ediyor. 3-0 kazandıkları Trabzonspor maçında ve kaybetmelerine rağmen Adana karşılaşmasının ilk yarısında sayısız pozisyona girdiler. Fenerbahçe’nin orta sahayı pas ile geçen ve rakip ceza sahasına oyunu yıkmayı planlayan kurgusunda Ozan’ın yokluğu hissedilebilir. Ayrıca bu oyunun olmazsa olmazı Lens’in sakatlığı da hayati sonuçlar doğurabilir.
Yani bir git-gel maçına dönerse Alanya’nın şansı artar. Bu sebeple Dick Advocaat sadece kadro tercihinde değil, oyun anlayışında da bir değişikliğe gidip 4-4-2’yi deneyebilir. Sow-Emenike ya da RVP-Emenike ikilisinin sahada olduğu, Alper ve Volkan’ın iki kanatta yer alacağı bir kurgu beni şaşırtmaz.
Yanal’a göre sıkıntı kafalarda
Trabzonspor’da konu oyunculara verilen 5 günlük izin. Ersun Yanal, içinde bulunulanmanevi krizi bu yolla çözmek istemiş olmalı. Yani onun için fiziksel bir eksiklikten ziyade kafaca bir sıkıntı var demek ki. 4 maç kaybetmiş olmaktan çok, eksi 7 averajla ligin en kötü sırasında olmak sorun... 2-0, 3-0 ve 4-0 kaybetmeyi bu şekilde anlıyor herhalde. Çok çabuk dağılıyor takım. Rakip Akhisar’ın orta sahada yaşadığı sıkıntı, Tolunay Hoca göreve geldikten sonra biraz olsun tamir edilmiş gözüküyor.
Daha önce bir denge oyunu peşinde olan Akhisar, artık savunma öncelikli bir ekip. Bundan 3 hafta önce olsaydı Trabzonspor için ideal bir geri dönüş maçı olabilirdi fakat şimdi durum farklı. Erken bir gol bulmak ve risk alırken dağılma riskini azaltmak olmazsa olmaz. Trabzonspor mutlaka bu maçı kazanmak zorunda, ama 90 dakikayı bu panikle oynamak, işi daha zor bir hale getirir.