‘’En iyi Kartal‘’
Hasret kalınan futbol atmosferi, Beşiktaş’a maçın başında sezonun en iyi futbolunu oynatmaya yetti de arttı. Nobre, pivot santrfor görevini layığıyla yerine getirirken, Ernst ve Fink’in oyunun iki yönünü başarıyla oynaması maçı Ankaragücü sahasına yıktı. Orta saha bu denli iyiyken dörtlünün sağında ve solunda oynayan Toraman ve İsmail’in kanat bindirmeleri hem soğuk geceyi ısıttı, hem de pozisyon üstüne pozisyon yarattı. Uyumsuz Ankaragücü’nde ayakta kalan tek isim kaleci Serkan’dı. Nobre, Fink ve Tabata’nın mükemmel vuruşlarını harika kurtarmasaydı, maç kopardı. Yönetime ve sporcuya acı vermek değil, destek olmak için gelen taraftar mükafatını bonservisi yüzünden gereksizce tartışılan İsmail’in ayağından çıkan şutla aldı. İsmail’in asıl, 60’ıncı dakikada Ceyhun’u çalımlayıp 20 metreden sağ ayağıyla gönderdiği füze gol olmalıydı. Belli ki rahatlayıp atmosfere alıştıkça daha da iyi olacak. Defanstaki Ferrari ve Sivok sıfır hata ile oynarken, ilk 11’de kötü oynayan tek futbolcu Tello’ydu. Yusuf bu zorlu havada yetmiş metre gidip gelir, harika pas organizasyonları yaparken, sahanın göbeğindeki Tello’nun en ufak üretkenlik göstermeyişi düşündürücü. O pozisyon belli ki Tabata’nın hakkı. Nihat da harika 4 koşu yaptı, Tello hiçbirinde doğru pası atamadı. Nihat formda. Hürriyet o golünü atsa bir çuval incir berbat olacaktı. Ama Beşiktaş çok kaçırdığı maçta haklı bir 3 puan kazandı. Wolfsburg maçı öncesi önemli bir galibiyet. Ve gözüküyor ki, taraftar dün geceki gibi davranırsa Beşiktaş’tan puan almak kolay olmayacak.
‘’Fenerbahçe düşmanları!‘’
Fenerbahçe’nin 2 maç seyircisiz oynama cezası almasıyla sonuçlanan Galatasaray maçının yankıları bitmedi, bitmez. Cezayı Hukuk Kurulu, Disiplin Kurulu, Tahkim Kurulu, TFF Yönetim Kurulu üyeleri dahil herkesle tartışırım. Ben, bu, “Kamu vicdanını rahatlatma” amacıyla verilen dengesiz cezalardan sıkıldım. Ama olayın Fenerbahçe cephesini ıskalamak olmaz. Sarı-Lacivertli kulübün 2 maç seyircisiz oynama cezası almasına neden olan olaylar raporlara, “Maç öncesi yardımcı hakem Tarık Ongun’un başının kanamasına sebep olan yabancı madde, maçtan önce Keita ve Hakan Balta’ya gelen su, maçta Keita’nın başına gelen su bardağı ile maçtan sonra Arda’nın beline gelen su” şeklinde yansımış. Hepimiz biliyoruz ki cezanın asıl sebebi Tarık Ongun’a gelen para! Muhtemelen 1 lira... Normalde maçın tatil edilmesine ve başka bir gün ve saatte oynatılmasına sebep olacak bu eylem, Fenerbahçe’nin 30 bin kombine kartlı taraftarının 2 müsabakada takımını seyretme hakkının çalınmasına ve kulübün sadece gişe hasılatı olarak en az
3 milyon lira yitirmesine sebep olacak.
Hoşuna gitmeyen yazıları yazanları rahatlıkla ‘Fenerbahçe düşmanı’ diye nitelendiren yönetim, kulüp ve onbinlerce taraftarının hakkının yenmesine sebep olan bu keskin nişancıyı bulup, dava etmeyecek mi? Canları mı sağolsun? O kişi yine maçlara özgürce gelecek mi? 100 küsur güvenlik kamerası o adamı tespit edemiyorsa ne işe yarar? O sözde taraftar bulunamaz ve cezalandırılamazsa, kimse modern ve güvenlikli stadyumdan bahsetmesin...
Diğer 10 binlerce taraftarın hakkını gasp, kulübün milyonlarca lirasını yok eden kişiyi bulmayanlar önce federasyonu suçlamak yerine iğneyi kendilerine batırmalılar!
Ahlaki ama hukuki değil
Hukuk böyle bir şey işte. Her hukuki karar ahlaki olamayacağı gibi, her ahlaki karar da hukuki olamayabiliyor. Hakemler, Bilica’nın eylemini gördüler cezalandır(a)madılar. Hukuk Kurulu üyeleri, onların görmediğine kanaat getirip disipline sevkedince, rakip takımın kaptanına tokat atan Bilica’ya 3 maç cezayı yapıştırdılar. Bilica bence cezaya çarptırılmalıydı ama Gezer tarafından, olmadı Fenerbahçe tarafından. Disiplin Kurulu tarafından değil! Hakemin görüş alanında olup değerlendirmediği bir olayla ilgili televizyon görüntülerinden ceza verilemez. Verilmemeli! Maç görüntülerinden Bilica’nın eylemini yanına bırakmayan Hukuk Kurulu üyeleri, Arda’nın küfürünü göremedi belli ki, belki de destekliyorlar, normal buluyorlar, kimbilir? Ama pansumancılık anlayışı, o, ağızlardan düşürülmeyen marka değerinin en büyük düşmanıdır.
Gezer’in gördükleri ve görmedikleri
Ünlü, anlı, şanlı futbol yorumcuları Bünyamin Gezer’i neredeyse sosyolog ilan etmek üzereler! Gezer kendisine verilen talimatı dinlemedi. TFF genel sekreteri Ahmet Güvener’in sezon öncesi hakemlere, temsilcilere ve gözlemcilere verilen seminerlerde, “Hakem ve sporcu dışarıdan yapılan fiili saldırılar sebebiyle kanamalı bir yaralanma ile karşılaşırsa müsabakayı tatil edin” demiş. Gezer inisiyatifini kullandı, büyük olayların çıkmasını engellemek için maçı oynattı. Tüm kararlarına tamam da, ben güvenimi yitirdim. Cristian-Arda dalaşmasıyla başlayan kavgayı 4 hakem de seyrediyor. Özellikle Bilica hepsinin görüş alanında. Maçtan sonra soruyorlar, “gördün mü?”, “Hayır” diyor “ben yardımcımın kanamasıyla ilgileniyordum.” Ee, görüntü öyle söylemiyor. Gezer dahil, herkes oraya bakıyor! 7 FIFA kokartlı hakemin olduğu bir ülkede en coşkulu derbiyi o kokarta sahip olmadan yönetme hakkı verilen bir hakem, ya gördüğünü algılayamayacak kadar heyecanlı, ya maçtan önce 2-3 oyuncuyu oyun dışı bırakamayacak kadar yüreksiz, ya da en kötüsü gerçekleri söylemiyor. Bu konuyla ilgili de bir açıklama yaparsa seviniriz.
‘’Ekrem'den hayat öpücüğü‘’
Transfer olduğunda “Bu takımda ne işi var” diye bıyık bükülen Ekrem, belki de sezonun en önemli maçında Beşiktaş’ı ipten aldı. Sağda oynar, solda oynar, ön liberoda oynar, kapris yapmaz ve elinden gelen ne varsa sahaya koyar. Ferrari, Sivok, Ernst ve Yusuf gibi dört önemli oyuncunun oynamaması da Beşiktaş için mazeret olamaz. Çünkü Eskişehir’de de bir o kadar eksik var. İlk 15-20 dakikada biraz istek ve tempo vardı. Sonrası ise Rus ruleti gibi atanın kazanacağı bir maçtı. Sağda başlayan, ikinci yarıda sola geçen, kontratakta bir anda Eskişehir defansının arkasında biten Ekrem, takipçiliğinin, çalışkanlığının ödülünü aldı, Beşiktaş’ı yarışa resmen ortak yaptı. Nihat’ın maçı bitireceği noktada, soldaki Tello’ya pas vermek yerine topu kale arkasına göndermesi, Bülent Kocabey’in eliyle kontrol ettiği pozisyonda hakem Tolga Özkalfa’nın devam demesi pişmiş aşa su katacak, Federasyon’dan Demirören’e, Mustafa Denizli’den Nihat’a, herkesin başı ağrıyacaktı. Herkesi Rüştü ipten aldı. Hakemin devam ettirdiği pozisyonda Bülent’in defanstan seken topunu kurtarışı harikaydı. Rüştü’yü Beşiktaş’ın kalesine yakıştıramayanlar, şu son üç maça bakıp biraz da utanmış olmalılar. Beşiktaş’ın artık mazereti ve daha dün toplanmış bir takım gibi oynamaya, senede yaklaşık 3’er milyon Avro kazanan Nihat ve Nobre’nin iki adımdan bu golleri kaçırmaya hakkı yok.
‘’Şahane gol şahane Emre‘’
Nedense önem sırasında ikinci sıraya atılan ama bence yüzlerce kez oynanmış derbi maçından daha önemli müsabakayı, santrforsuz kazandı Fenerbahçe küçük dev adamıyla. İnter’deki ikinci yılından sonra sahip olduğu potansiyelin yüzde 50’sini sergileyemeyen Emre, ekstra sorumluluk alıp liderliğe soyununca, Fenerbahçe’nin oyunu da, sonuçları da farklı oluyor.
Güiza ve Semih gibi farklı yeteneklere sahip iki oyuncu olmayınca, Gaziantep maçında Gökhan’ı yalnızlığa mahkum eden Kazım önde, Mehmet Topuz istediği yerde, sağda oynadı. Böyle olunca Gökhan 1. sınıf bir sağ kanat oyuncusu olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bilica ve Lugano’nun bireysel hataları dışında Rumen ekip pozisyon yakalayamadı. Özer’le çabuk oynayan Sarı-Lacivertliler, ilk yarıda çok pozisyon yakaladı. Kaleci Zapata’yı aşamadı. Çok adamla 3. bölgeye koşmak ve çoğalmak, hücumdaki anahtardı. Emre stoperlerinin önünden hücum bölgesine ne kadar yaklaşırsa, Fenerbahçe rakip kalede o kadar etki sağladı. İlk pozisyonda defans arkasına şahane bir koşu yapan Özer, Emre’nin harika pasını önüne iyi alamasa da, hemen akabinde takımda top ayağına en çok yakışan bu ikilinin güzel paslarıyla başlayıp, son dönemin kötü oyuncusu Roberto Carlos’un güzel pasında Kazım’ın attığı gol ise, takım adına harikaydı. 0-0’ken Volkan’ın yaptığı kurtarış da unutulmamalı.
‘’Nihat döndü‘’
Mustafa hoca, karakteri yüksek ve maç değiştirebilecek Nihat’ı kazanana kadar puan kaybını göze aldıysa söyleyecek bir şeyi var: Dön artık Nihat. Benim bunları kaleme aldığım 23 Ağustos’ta Beşiktaş 4. maçında 6. puanını kaybetmiş, Nihat resmi maçlarda son golünü ondan da bir sene önce Çek Cumhuriyeti karşısında dünyanın en büyük kalecilerinden Peter Cech’i mağlup ederken kaydetmişti. Ve Nihat döndü. İyi ki de döndü. Nihat rakibi çözmenin dışında ikinci yarıda müthiş deparlar attı, golle bitebilecek iki de pas yaptı. Beşiktaş sezon başından bu yana iyi futbol oynamasa da temel sıkıntı rakibi çözecek golleri yapamamaktı. Yoksa ligin en az gol yiyen ikinci takımı neden sekizinci olsun...
Taraftarın maçtaymış gibi yaptığı, Demirören’e protesto fırsatı kolladığı müsabakada ilk golle ikinci gol arası oyunu hep Kasımpaşa oynadı. Geçen hafta CSKA Moskova maçının faturasını ödeyen Rüştü, yaptığı üç önemli kurtarışla Kasımpaşa’nın maça ortak olmasını engelledi. Toraman maç eksiğine rağmen bu takımın birçok pozisyonda en önemli alternatiflerinden biri olduğunu gösterirken skor 2-0’ken yaptığı hata takımın başına büyük işler açacaktı. Fark bire inerken, Ferrari de atıldı. Yeri gelmişken, Ferrari Beşiktaş’taki en kötü futbolunu dün gece oynadı. Nobre gol bölgelerine girmiyor diye eleştiriliyor, ama görülüyor ki Bobo bu coşkusuzlukla oynadığı müddetçe attığı gole rağmen, takım hep bir kişi eksik oynuyor. Takımda Nihat, Rüştü ve Sivok hariç neredeyse tamamının vasat oynadığı mücadele, Wolfsburg maçı öncesi iyi sinyaller vermedi.
‘’Boyumuzun ölçüsü‘’
Dünya ve Avrupa Şampiyonası finallerinde aldığımız gösterişli sonuçlar bizi her turnuvanın başında ‘medya nezdinde’ grup birincisi adayı yaptı. Bir turnuva hariç 4 elemenin üçünde hep boyumuzun ölçüsünü aldık! Birincisinde Letonya’ya, diğerinde İsviçre’ye, bu kez de Bosna’ya elendik.
Federasyon ve kulüp yönetimlerinden teknik direktörlere, milli takım teknik heyetinden altyapı hocalarına, medyadan emniyet teşkilatına, menacerlerden taraftarlara, büyük çoğunluğun ezici üstünlükle gelişimi engellediği kaotik yapı turnuvalara üst üste katılacak bir yapı oluşturamadı, oluşturamaz. Bu ülkenin en köklü kulüplerinin birinin tribününde rakip taraftar yokken yaşanan barbarlıklar, hemen her şehirde küfür yiyerek maç tamamlayan teknik adamlar, sözde ‘ucuz’ ve kaliteli diye devşirilen yabancılar, 15-17 yaşındaki gelecekteki yıldız adaylarını ‘şampiyonluk’ için senede 80 maç oynatanlar, sakat sakat oynayan ‘sözde’ profesyonel futbolcular, kulüplerin kıt kaynaklarını sorumsuzca harcayan ve büyük hedefi ülkedeki başarı olarak koyan kulüp başkanlarıyla daha fazlasına hakkımız var mı!
Biz bu maçı zaten kaybetmiştik...
Aklımızı başımıza alıp, öğüten bir düzenden, üreten bir düzene geçmenin tam zamanı...
Futbolcular için istatistik ve özel bir anı oluşturmanın ötesinde çok da anlamı olamayan müsabakada Hamit ve Nuri dışında fark yaratan oyuncumuz maalesef yoktu. Diğerleri Türk futbolu gibiydi.
‘’Takke düştü!‘’
Oyuna yalnızca aynı fonksiyonu gören oyuncuları değiştirerek müdahale eden, oyunun akışına göre sisteme müdahale etmeyen, Hollandalı teknik adamın öncelikli işi takım savunmasını tamir etmek olmalı. Bu problemi çözemeyen Rijkaard iş yapmamış demektir, bu takım her koşulda pozisyon ve çok istisnai durumlar dışında gol bulur. Önemli olan yememek! Yedikten sonra şuurunu ve disiplini yitirmemek de bir başka mesele...
Zeki ve pozisyon bilgisi yüksek Metin Akan defansın balansını bozarken, Ankaragücü maçı kazanacak pozisyonları da ikinci yarının başında kolayca harcadı. Metin’in bomboş pozisyonda auta giden vuruşu, Ceyhun’un kornerden gelip 60 metre dripling yaptıktan sonra verdiği pasta Semavi’nin direği dövüşü hep Galatasaray’ın şansı, Rijkaard’a yapılan uyarıydı. Bir klas (Ceyhun), iki zeki (Metin ve Semavi) futbolcu Galatasaray takım savunmasının bütün makyajını sildi. Oyun disiplininden bu denli kopan, defansta rakiplerle hep 3’e 3, 4’e 4 kalan, derinlik ve kadame yapamayan Galatasaray’da Rijkaard kontenjan senatörlerini yanına çekmezse, rakipler 3’te de kalmayabilir.
Oysa Galatasaray maça baskıyla başlayıp pozisyon üstüne pozisyon da yakaladı. Kaleci Serkan Arda, Aydın ve Elano’nun vuruşlarında başarılı, Uğur’un direkten dönen topu ve Baros ile Nonda’nın auta giden toplam 3 şutunda ise şanslıydı.
Arda’nın sırtına binip 6 hafta güle oynaya giden Galatasaray’da, hala ve yalnızca Arda ayakta. Müthiş driplingleri, adam eksiltmeleri, “al da at” kabilinden pasları yetmedi bu kez. Üstüne gol atıp, defanstan da top çıkartacaksa diğerleri ne yapacak! 6-7 gol bulunabilecek bir maçı farklı kaybetmek, çözümün bir parçası olacaksa kazanmaktan iyidir!
Beşiktaş tribünlerindeki gerginlik, Galatasaray’da takıma yansımış. Herkes stres altında, bazı oyuncular ise gereğinden fazla konuşuyor, konuşmak ise hiç bir işe yaramıyor. Ancak, Galatasaray forması hala sorun çözüyor! Mustafa Sarp, Servet ile Ceyhun’un ikili mücadelesine hakem Koray Gençerler faul çaldıktan öyle net küfretti ki, Sarp sarı kart görmesinin eyyamdan kaynaklandığını bilmeli. Nonda’ya yapılan penaltıyı vermeyen Koray Gençerler ise daha büyük hatayı küfürü cezalandırmayarak yaptığını...
‘’Futboldan başka her şey‘’
Tabata’nın golden sonra, hocasıyla yaşadığı gol sevinci, Beşiktaş’ın içinde bulunduğu durumu çok güzel anlatan bir fotoğraf niteliğindeydi. Yılların tecrübesi Mustafa Denizli, sevinemiyor, konuşamıyor, içindeki coşkuyu dışa yansıtamıyordu... Ruhu çekilmiş gibiydi. Yalnız Denizli mi?..
Maç öncesinde başlayan protesto, maç içinde de dinmek bilmedi. Zaten alışkanlık oldu. Beşiktaşlı futbolcular, İnönü’de senenin 2-3 maçını sanki deplasmanda oynuyorlar. İki sene evvel yine taraftarın Demirören’i protesto etmeye konsantre olduğu Sivas maçında 3 puan kaybedilmiş, yılın sonunda şampiyonluk yitirilmişti. Ne yaparlarsa yapsınlar, takımı kaç maç seyircisiz oynatırlarsa oynatsınlar, medyanın ‘mühim’ kalemlerinden hep övgü alan taraftarlar, kendi futbolcularına, Denizlispor’lu futbolcuların yaptığından çok daha büyük bir baskı yaratmayı yine başardılar! Tribünden yönetime ortak olmaya çalışanlar üzüntüye ortak olmuyor. Böylece maç da haftasonu eğlencesi olmaktan, taraftarın intikamına dönüşüyor. Mustafa Denizli en düzgün 11’le başladı. Büyük usta Yusuf’un şahsi becerisiyle pozisyon üstüne pozisyon yakaladı. Daha önce bahsettiğimiz atmosferin, oyuncuların konsantrasyonunu alt-üst etmesinden olsa gerek, başta Nobre, Serdar inanılmaz fırsatlar harcadı. Bu denli büyük baskı altında 5-6 farkla götürecek pozisyonları yakalayıp, tek golle galip gelmek çok önemliydi. Rüştü’nün normal bir insanı komaya sokacak protestolar karşısında çelik gibi sinirleriyle oyunu dimdik tamamlayışı ise ayrı bir yazı konusu olmalı. Taraftar dövmez, sever... Taraftar kötü günde verdiği destek kadar büyüktür!