Arama

Popüler aramalar

‘’Ateşle oynamayın!‘’

Trabzonspor taraftarına eleştiri. Daha doğrusu “ateşle oynayanlara!” Maç bitmiş, protestolarını gayet düzgün biçimde sürdürürken, bir grup provokatörün dolduruşuna gelip koltukları yakmanın, itfaiye ateşi söndürme amacıyla su sıkarken, ateşin etrafında bekleyerek ıslanıp, ortamı germenin, sonra da koltukları koparıp sahaya atmanın anlamı ne? O yarattıkları tablonun televizyon ekranlarından Türkiye’ye yansımasını gördükten sonra hem onlar, hem de onları tahrik edenler ne düşünmüşlerdir acaba?Onlara ve onların bu hareketlerinden nemalanmak (!) isteyenlere önerimiz şu; Ateşle oynamayın. Gün gelir sizi de yakar!Gelelim şu yönetimin gidip gitmemesi konusuna. Bize göre de bu yönetim başarısız olmuştur. Dünkü başarıları nedeniyle onları ne kadar alkışlamışsak, bugün hataları nedeniyle eleştirmek de görevimiz. Bu nedenle tribünlerin “istifa” çağrısını çok fazla yadırgamıyoruz. Galatasaray liderken puan kaybetti diye yönetiminin istifası istenmişti, unutmayın. Yani başarısızlığın bir bedeli vardır ve ödenmelidir. Bu durumda Trabzonspor yönetimi de gitmelidir. Ancak bu yönetim “gitsin” demenin olmazsa olmaz koşulu, alternatifini ortaya koymaktır. Bu durumu çok sakin düşünüp analiz etmek gerekiyor. Gerçekten de bu kulübü yönetebilecek kapasitede Trabzon’da bir çok değer vardır. Ama şu an hiçbirinin hazırlıklı olmadığı görülüyor. Sahada bu kulübün yönetimi oynamıyor. Kim başkan ya da yönetici olursa ilk yarı bu kadroyla bitecek. İkinci yarı için mutlaka takviye yapılmalı. Bunun için bir hazırlık yapmış olmak gerek. Tüm başarısızlığına karşın mevcut yönetim dışında bu konuda hazırlıklı olan bir ekip var mıdır? Yok gözüküyor. Eee o zaman bunlar gitsinler de, ne olacak? “Hayır gitsinler bakarız!” demek başka, “İşte alternatif, şu ekiple, şu projeyle hazırız, bıraksınlar” demek başka. Şu ana kadar ikinciyi diyen olmadı. Çıksın açıklasınlar, mutlaka destek bulurlar. Ama yok sadece; “Bıraksın gitsinler!” Bize göre de öyle ama sonrası ne olacak? Alelacele bir yönetim, eş dost hatırlı liste. Devamında “Enkaz edebiyatı!” Yine ve ısrarla söylüyoruz: Bu tür durumlarda sakin düşünüp sağlıklı kararlar vermek gerek. Atay Aktuğ, “Bizden iyi yönetecekler varsa bırakırız” diye değil, Divan Kurulu kongresindeki gibi, “Kulübü sahipsiz bırakmayız, talip olan varsa gideriz” diye konuşmalı. Bu yönetimden memnun olmayanlar -ki çoğunluk böyle düşünüyor- harekete geçmeli, alternatif üretmeli. Ateşle kimse oynamamalı. Hele dün o ateşin yaktıkları asla. Unutmayın bugün ortak noktada buluştuğunuz “körükleyiciler”, dün size karşı o ateşi alevlendiriyorlardı. Ve yarın; yine öyle yapacaklar.

07 Kasım 2005, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir Trabzon klasiği!‘’

Maalesef son dönemde özellikle Trabzon’da ikinci kategoriye giren çokça insan, gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında boy gösteriyor. Sanıyorlar ki; çapsızlıklarını kuru gürültüyle gizleyecekler ya da kullandıkları tahrik unsuru sayesinde kendilerine seviyelerince yanıt verilecek. Sansınlar, geçelim.Geçelim diyoruz ama olmuyor işte. Bir görüşe karşı olmak, o görüşe saygı duymamayı gerektirmiyor ki! Anlatabilsek sorun çözülecek, anlayan kim?Trabzon’da son dönemde Atay Aktuğ yanlılarıyla karşıtları arasındaki cephelerde saflar çok keskinleşmiş. Bir de yanlıların da, karşıtların da doğrularını destekleyip, yanlışlarına eleştiri getiren bir kesim var. Ancak en zor durumda kalanlar da onlar. Ne camiye, ne kiliseye örneği. “Doğruya doğru, yanlışa yanlış” deniyor. “Hayır, olmaz” diyorlar. Hangi taraftaysan, o tarafında doğrusunu da, yanlışını da kabulleneceksin. “Doğrusun” dediğinde alkışlıyorlar, yanlışlarını yüzlerine vurduğunda birden hırçınlaşıyorlar. Gazete gazete, televizyon televizyon dolaşıp karalama kampanyası başlatıyorlar. Muhatap alınmadıklarında da daha bir çirkefleşiyorlar. Şu ya da bu nedenden ötürü birbirlerini “yeme” konusunda gözleri öyle kararmış ki, kurumun sezon başından beri uğradığı haksızlıklar hiç umurlarında değil. Trabzonspor’un son hafta hariç 10 maçının hakemlerine bakalım. En kötü puanlı hakemler: Gaziantepspor maçı, Zafer Önder İpek, V. Manisa maçı Oktay Demiray, Samsunspor maçı İsmet Arzuman, K.Erciyes maçı Fırat Aydınus. En kötü puanlı ikinci hakemler: Kayseri maçı, Bülent Demirlek, Konya maçı: Cüneyt Çakır, Malatya maçı Erol Ersoy. En kötü puanlı 3. hakemler:Sivas maçı Serdar Tatlı, Galatasaray maçı Yunus Yıldırım. En kötü puanlı 4. hakem: Metin Aydoğan Akaragücü maçı. Trabzonspor’un 10 maçta kayıp puanı: 15Dün Hakan Can yazdı. Anelka’nın Beşiktaş maçında Koray’ın topuğuna tıklaması, Konya maçında el-faul Özden’i avlaması, Nobre’nin Rize’deki eli, Alex’in Gaziantep maçının son dakikalarında emeğinin hakkını(!), emeğin başkentinden gelen Cem Papila’nın vermesi vs. Tamam hepsi hata ama, hepsi de kazanç, ilginç. Trabzonlular birbirini yiyorlar hala. Öylesine ki; Trabzonspor’la iki yıllık sözleşmesi olduğu halde bir futbolcuya imza attırıp ona verdiği parayı, ceza alacağı “tüyosunu” aldıktan sonra geri isteyen Aziz Yıldırım’ı, bırakın başarısızlığını bir yana tüm spor kamuoyunun en azından bu konuda haklı bulduğu kendi başkanları Atay Aktuğ’a karşı destekleyebilecek kadar ipler kokmuş, kişisel çıkarlar kurumsal çıkarların önüne geçmiş.Bu camia böyle işte, ne yaparsınız? Bir Trabzonspor klasiği yani!

02 Kasım 2005, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Divan'daki ders‘’

Camianın en önemli organı olan Divan Kurulu’na, 25 yılını doldurmuş kulüp üyeleriyle, bir tam dönem yönetim kurulu üyeliği yapan ve en az 10 yıllık kulüp üyesi olan kişiler üye olabiliyor. Bu kurulun geçen hafta yapılan seçimsiz Olağan Genel Kurul Toplantısı’na, 3 eski başkan, çok sayıda eski başkan yardımcısı ve asbaşkan, yüzden fazla eski yönetici ve kulüp üyelerinden oluşan 300’ü aşkın kişi katıldığı için burada konuşulanları hafife almamak gerek. İş ortağı iki eski yöneticinin, Atay Aktuğ ile kişisel hesaplaşmalarını salona hiç de etik olmayan biçimde yansıtarak, olgun ortamı kısmen de olsa gölgelediği genel kurulda, Divan Kurulu, yönetime yönelik eleştirilere karşın göreve devam etmesini önerdi. Konuşmacılar da eleştirilerini yapıp benzer taleplerde bulundu.Oluşan bu ortamın ardından ikinci kez söz alan Atay Aktuğ’un, “Kendim gitmeyeceğim. Kaçtı dedirtmem. Tüzükte yönetimi seçime götürecek maddeler var. Ya onları işletin ya da şu an buna da gerek yok, isteyin, şimdi divan başkanına istifamı vereyim” şeklindeki çağrısına ısrar ettiği halde, “İstiyoruz git” diyen olmadı. Bu durum farklı kişi ve çevrelerce doğal olarak farklı yorumlandı. Salonda bir kişi, “Evet istiyoruz, hemen istifanı ver” dese belki bu sayı artacaktı ama diyemedi. Bu yönetimle kulübün geleceğinin karartıldığını savunup salonda susanların dışarıda, “Devam et diyen de olmadı, niye duruyorlar” diye konuşmaları ne kadar yanlışsa, Atay Aktuğ ve arkadaşlarının salonda bir tepki gelmemesini, “bir güvenoyu” olarak değerlendirmesi de o kadar yanlıştır. Salondaki bu suskunluğun onlara zaman kazanma açısından bir avantaj sağladığı gerçeğine karşın yine de bu durumdan, “madem gitmemi istemiyorsunuz o halde destek verin, yanımızda bulunun” çağrısının ütopik bir beklenti olduğunu da belirtelim. Bu camia böyle işte! Ama normal. Çünkü Trabzon küçük bir kent. Hemen herkes birbirini tanıyor. Salonda tartışan iki kişi, sokakta günde 3-5 kez karşılaşabiliyor. Yüz yüze söylenemeyen şeyler kulislerin ve iftar sonrası sohbetlerin vazgeçilmez konusu oluyor. Buralardan çıkan değerlendirmeler önce şehirdeki ilgili çevrelere, ardından da kötü bir skorla da, tribünlere yayılıyor. Evet Trabzon küçük bir kent demiştik. Bu durumun doğal sonucu burada kişisel çıkar ve beklentiler zaman zaman değil, çoğunlukla kurumsal çıkarların çok üzerine çıkabiliyor. Geçmişle ilgili kişisel hesaplaşmalarını, siyasal düşünce, çıkar ve beklentilerini öne çıkaranlar, bütün plan ve programlarını buna göre ayarlıyor, tepkilerini buna göre belirliyor. Umurlarında değildir kurum. İşin en kötü yanıysa; fukarası oldukları fikri üretemeyenler, insanları sadece karalamakla yetiniyor. Yapılanlar, söylenenler ya da yazılanlardan işlerine gelen anlamları çıkarıp, şark kurnazlığıyla toplumu maniple etmeye çalışıyorlar. Böylece siyasal ilişkilere dayalı kişisel çıkarlarını korurken, neler kaybettiklerini görmezden geliyorlar. Çok yazık.

31 Ekim 2005, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kongre zamanı üzerine‘’

Şöyle ki; “Sen suçlusun,biz suçluyuz ya da her neyse bunu bir kenara bırakalım. Gel seçim maddesi koymayı tasarladığımız aralıktaki Mali Genel Kurul’a kadar birlikte gidelim, bu takımı ne teknik, ne de idari anlamda yanlız bırakmayalım. Belki işler o zamana kadar düzelir beraber devam ederiz. Olmadı, gitmesi gerekli olanlar gider.”Yapamadı bunu yönetim. Belki de istemedi ama çalışmayı düşünmediği bir dönemde Şenol Güneş’i ikna etmeyi başaran Atay Aktuğ, isteseydi bunu da sağlardı. Sağlayamazsa, o zaman kullandığı güçleri devreye sokabilirdi, yapmadı.Trabzonspor’un gelinen noktadaki durumu konusunda hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değildir. Bu nedenle Atay Aktuğ’un Galatasaray maçı sonrası teknik kadroyla ilgili söylemlerini çok yadırgadığımızı söylemek isteriz. Söyledikleri genelde doğru ama sadece bunları dile getirmek demek, bir başkan olarak önderlik yaptığı yönetim kurulunun, dolayısıyla da altında imzası olarak kendisinin bu işteki sorumluluğu ve yanlışlarını perdelemek demektir. Halbu ki genelde spor kamuoyunun takdirini bize göre de haklı olarak kazanmış bir spor adamı kimliğiyle Aktuğ bir özeleştiri yapmalıydı. 3 ay önce bu takım şampiyonluğu kıl payı kaçırmıştı. 2 ay önce Şampiyonlar Ligi şansı vardı. Yılın Başkanı, Yılın Takımı, Yılın Teknik Direktörü, Gönüllerin Şampiyonu gibi bütün kulüplerin gıpta ettiği ünvanların sahibiydi Trabzonspor. 3 ayda ne oldu da bu duruma gelindi. Bunun tek sorumlusu olarak teknik kadroyu görme gafletine düşmüşse başkan, şimdiden söyleyelim Trabzonspor’u çok daha zor günler bekliyor demektir.Her şeye karşın Şenol Güneş’in “hemen gitmesini” ne kadar yanlış bulmuşsak, yönetimin “hemen kongre” baskısına direnmesini o kadar olumlu bulduğumuzu da belirtmek isteriz. Hemen gitmek demek, daha bir kaç gün önce anlaşma yapılmış Avrupa Futbolu’nda şu ya da bu şekilde söz sahibi bir teknik adamı ortada bırakmak demektir ki, zaten malum olaylarla yurt içinde itibar kaybına uğramış bu kulübe dışarıdan da kötü bir gözle bakılmasına neden olacaktır. Ayrıca hemen gitmek demek, 3 ayda kulübü, nasıl becerilebilmişse sokulduğu kaos ortamıyla baş başa bırakıp olası bir çöküşe neden olmak demektir. Bu nedenle yönetimin hemen gitmeme kararı doğru. Önerimiz şudur: Trabzonspor yönetimi en kısa sürede aralıktaki mali kongreye seçim maddesinin de koyulacağını açıklamalı, toplumun nabzını düşürmelidir. Gemi su aldı bir kere, bu kararı bugün almazlarsa yarın alacaklar. Hiç olmazsa şimdilik 2 ay bir zaman var. Herkes işini bilir, devam edeceklerse kendi çalışmalarını yaparlar, etmeyeceklerse düşünenlere düşünme zamanı bırakırlar. Plansız-programsız baskın bir seçim Trabzonspor’a daha büyük zararlar verir.

05 Ekim 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fark büyüktü!‘’

Sen tut böyle bir maçta iki haftada yediği hatalı gollerle saç-baş yoldurtup 6 puanın kaybında yüksek oranda pay sahibi olan Jefferson’u kes, yerine genç Tolga’yı koy. Kurbanlık koyun gibi. İlkinde hatalı çıkış, ikincisinde hatalı çıkmayış ve peşpeşe gelen gollerle genç bir yeteneğin dağılışı. Sadece o genç yetenek dağılmadı, skor 4-0 olduğunda, emanetçi kenar yönetim de şoke oldu. Ne ola ki bir müdahale! Hiç olmazsa savunmaya bir el atabilse, örneğin üçüncü ıskadan sonra Kürşat’ı değişebilse, fark zaten büyüdü, olur ya belki ayağına belki top çarpar, Jun’u Celaleddin-Volkan’dan biriyle zamanında takas edebilse... Hani küçük bir müdahale işte diyesi geliyor insanın. Ama hak getire.E bu skor yönetimi de dağıtır yani. Bu kadar kısa sürede, üstelik bu kadar para saçarak, şampiyonluğu kıl payı kaçıran takımı şu hale getirmek, az iş değil, di mi?Son olarak tribünde dağılan biri; Halilodziç. Adamcağız habire not alıyordu tribünde. Kaçar mı dersiniz!Yunus Yıldırım zaten dağınıktı. Her kararına, doğrularına bile Galatasaraylı futbolcuların ablukası öylesine büyüktü ki, nefes bile alamadı garibim. Yoksa Orhan Ak ve Saidou maçı tamamlayabilir miydi? Ama bu kadarına da şükür, bir akşam öncekini gördükten sonra!

03 Ekim 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu Federasyon‘’

Bunun kendisine getireceği maddi ve manevi zararı peşinen düşünebilsin.Gökdeniz, bir hatadır işlemiş ki her insan hata yapabilir-cezasını çektikten sonra da yeni bir Gökdeniz olarak doğmak için şimdiden kolları sıvamalı. Bunun için gerekli desteği bulmak üzere ilk adımı kendi atmalı. Toplumla barışık olmalı, gerekirse bir psikolog yardımıyla bu işleri yapmak için harekete geçmeli. Çünkü Gökdeniz gibi yetenekler kolay yetişmiyor. Önümüzdeki sezon eski günlerdeki Gökdeniz’i yeniden izletmek için en büyük görev kendisine düşüyor. Trabzonspor kulübü de futbolcusunun bu çabalarına gerekli desteği vermeli ve onu tek başına bırakmadan Türk Sporu’na ve kendi camiasına yeniden kazandırmalı.Neyse, asıl konumuz Gökdeniz değil; Federasyon. Kendisini Milli Takım Kampı’na bu ülkeye hizmet için gönderen Trabzonspor’un tamamen bilgisi dışında, işlediği suç nedeniyle kafası karışık genç delikanlıyı “ceza indirimiyle vaadiyle” kandırıp Federasyon binasına getirterek usta dedektiflere taş çıkartırcasına kendi ifadeleriyle “Öttüren” Federasyon konumuz. Cesur Federasyon yani.Trabzonspor konu olduğunda hayli cesur olan, Cem Papila’yı kurtarmak için, “O değil yardımcısı hata yaptı” diyen, sonra da o yardımcıyı yine bir kritik maçta Trabzonspor’la dalga geçercesine görevlendiren cesur federasyon yani, konumuz.Cafer konuştuğunda ve de Petkov’un transfer ücreti adı altında İstanbulspor hesabına para yattığı tespit edildiğinde muhatap “ürkütücü olduğu” için olayın üzerine gidemeyen, -kendi iç sorunlarıyla boğuşan zayıf bir Trabzonspor söz konusu olmadığından!- cesareti kırılıp birden gerçek kimliğini (!) kaybeden, dosyayı açmadan kapatan korkak federasyon konumuz.Akçaabat Sebatspor Kayserispor maçıyla ilgili bomba patladığı gün daha olayın ne olduğu bile tam anlaşılmadan, “Kayserispor’un bu işlerle ilgisi yok” diyecek kadar hemşehrici eyyamcı Federasyon.Oğuz Dizer’in dediği gibi, “Apartman yönetimi seçimlerine karışarak oraya bile adamlarını sokmaya çalışacak kadar” spor dahil her türlü seçimin içine dalıp, Türk Spor’ununun bir çok dalda bugünkü başarısızlığında söz sahibi olan, “her şeye rağmen başarı” anlayışıyla ülkeyi “Doping yapan sporcuların cenneti” durumuna getiren yöneticilerin “hamisi” iktidar yanlılarının, bir gecede siyasal, ekonomik ve burada yazamayacağımız şantajlarıyla göreve gelen anlı şanlı (!) ve de çok yanlı federasyondan söz ediyoruz.Bize göre durumlarını kendileri de biliyor ama bilmezlikten geliyorlar. Ya da bilmiyorlar. Eğer bilmiyorlarsa işte bu durumdalar, dışarıdan en azından bizim penceremizden böyle görünüyorlar. Bunu böyle bileler. Güneydoğu’da aşiret reislerinin şatolarında kuzu çevirerek moral depolamakla olmuyor bu işler, bir Karadeniz gezisi de düzenleseler ya!

01 Ekim 2005, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Spor üstü siyaset!‘’

Söyler susmaksızın, kargavari sesi asla kendini rahatsız etmez çünkü!Bu tipleri, camiayı gerçekten sevip de bu nedenle kaygılanan iyi niyetlilerden ayırmak gerek. Onlar, “ganimet” peşindedirler, iyi niyetliler, politika üretmeye çalışırlar. Onların hedeflerinde, sevmiyorlarsa teknik adam vardır, istifa ettiği için “oh olsun!” derler, yönetimse siyaseten örneğin- “hoca niye gitti, asıl gitmesi gerekenler duruyor!” şarkısı sakız olur ağızlarında.Kötü sürecin gerçekten rahatsız ettikleriyse çırpınıp durur, “hocayı nasıl kurtarabiliriz?” olmadı, “yönetim kalsın hiç olmazsa da, panik havası olmasın!” diye. Ama diğer taraftan onların asıl hedefi kötü süreçten rant elde etmektir. Bu nedenle için için de sevinirler işlerin kötü gittiğine, timsah gözyaşı dökerek.Ya da bu duruma katkı da sağlarlar, olanakları ölçüsünde. Etkilemeye gücü yettikleri üzerinde.Camiayı politik arenaya çekebilmek için önce milletvekillerini konuştururlar, “Aktuğ gitsin, filanca partiye başkan olsun!” ne alakaysa! Sonra il başkanları, “Trabzonspor üzerinden siyaset yapılamaz” gibi bir veciz sözle başladığı konuşmasına, “yönetim gereğini yapsın!” diye devam eder. Bu ne çelişki ya, sormazlar mı adama, “Ey falanca partinin il başkanı, senin yaptığın ne? Bu siyaset değil mi?” diye. Dedik ya amaç üzüm yemek değil ki, bağcıyı dövmek. Umurunda mı Trabzonspor’un iyiliği, kötülüğü. “Siyasi rant” dedikleri bu olsa gerek.Bir çaycılar kaldı konuşturmadıkları ha! Demiyorlar ki, “Bu kulüpte başkanlık yapmış bir bakanımız var. O bizim kadar konuşmuyor” Üstelik bize göre de hem hakkı hem de konuşması gerekli olduğu halde. Sağdan, soldan son darbelerle devrilmeye çalışılan kurumda, inatla ve de bize göre gereksiz bir direnç gösteren, ancak yukarıdaki “onların” yüzünden bu dirençlerini neredeyse “kutsal görmek” noktasına geleceğimiz yönetimin, teknik adam atama çalışmalarındaki gayreti ve gündemlerindeki isimleri de tüm olumsuzluklarına karşın artı hanedeki puan olarak gördüğümüzü belirtelim. Yerli hoca konusundaki kaygılara katılıyoruz. Trabzonlu bir hoca bu süreçte sadece yıpranır, katkı sağlamaz. Bu nedenle ismi tartışılmayacak otoriter bir yabancı en doğrusu. Ama umarız gündemdeki isimler de, transferdeki duruma dönüşmez ve A, B, C derken bilmem hangi planı uygulamak zorunda kalmazlar. Gerçi belli olduktan sonra yine konuşuruz teknik adam için, kılı kırk yararız. Çünkü “Eskiye eski olduğu için işe yaramaz gözüyle, yeniye de baştan beri bizim olmadığı için yabancı gözüyle” bakarız genellikle. Zor da beğeniriz ama neyse, hele bir belirlesinler deÖ Ha unutmadan, kim gelecekse ona bir çift sözümüz olacak geldiği günler de. Çok merak edilecek bir konu da değil, Ziya Doğan ve Şenol Güneş’in buradan gitmelerine neden olan faktörleri anlatacağız o kadar.

28 Eylül 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sürpriz ama haklı‘’

Erken yenilen golle planları bozulan Hüseyin Kaplar, Cem Yanık’la üçlediği forvetinde aksayan Atilla Birlik’in yerine Hasan Özer’i sürdü. Yine verim alamadı, ikinci yarıya Burhan’la çıktı. Son olarak Serdar kozunu kullandı. Ne yaptıysa olmadı, savunma güvenliğini çok riske etti, doğal olarak çok kontra, sonra da ikinci golü yedi ve film koptu. Uzatmalarda yenilen üçüncü gol de futbolun cilvesiydi ve de konuk ekibin elde ettiği, sürpriz ama haklı bir skordu.Tribünlerin ikinci gole kadar desteği ve ülke genelinde bu takıma ve şehre yönelik çirkin ve de tehlikeli sataşmaya sitemi vardı. “Taraftarız biz, terörist değil!” sözünün arkasındayız ama diğer stadyumlarda kendini bilmez küçük azınlıkların çirkin sözlerini bu kadar gündemde tutup kendi futbolcularının morallerini bozmanın da bir anlamı yok, belirtelim. Sonra ikinci gol geldi, tribünler bölündü. Bir grup “Yönetim istifa”, diğerleri, “Kalpar istifa” dedi. Bir diğer grup da, “En büyük taraftar, futbolcular” sahtekar” diye bağırdı. 4. grup ise toparlamaya çalıştı, ama Diyarbakır’da kafalar karışıktı!

26 Eylül 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI