Arama

Popüler aramalar

‘’Çanlar Kimin için Çalıyor?‘’

Ernest Hemingway’in meşhur kitabının adı zaman zaman özellikle bizim jenerasyonumuzda çok kullanılırdı. Şu an Türkiye’deki futbolun geldiği noktayı da çok iyi şekilde ifade ediyor. Kitabın konusu da az çok şu an ki durumumuza paralel. İspanya’daki bir iç savaşın ve bu savaşın anlamsızlığını anlatan kitap, çok rahat bir biçimde bize de uyarlanabilir. Normalde bu konuyla ilgili çok yazdım çizdim ama son gördüğüm bir içerik konuyla ilgili çok çarpıcı bir veriyi buraya taşımamı mecbur kıldı. Severek takip ettiğim Burak Manap, X’te çok enteresan bir The Athletic içeriği paylaştı. Önce inanamadım, sonrasında da Mark Carey imzalı haberi detaylarıyla incelemeye başladım. Tüm kulüplerin ve TFF’nin duvarına asması gereken görseli paylaşmak istiyorum öncelikle.

Yukarıdaki görsel, Avrupa’da yer alan en güçlü 20 ligi sıralamış. Sonrasında da rekabet açısından bir sıralama yapmışlar. İngilizler en güçlü lig olurken, en rekabetçi lig Fransa olmuş. Aslında bu içerik, Aston Villa dışında bir İngiliz takımının Nisan ayında Avrupa kupalarında yer almaması üzerine İngiltere merceğinde hazırlanmış. Dün Liverpool kendi kendine yarıştan eleyene kadar 3 takımlı yarışın devam ettiği ve bu zamana kadar ki en çok gol atılan sezonun yaşanmasına rağmen İngilizler özeleştiriye başlamış bile. Araştırmayı hazırlayan şirket liglere, takımlara ve yatırımcılara danışmanlık veren bir firmaymış, yani konudan habersiz işi sadece rakamlar olan bir istatistik firması değil. Haberin içeriğinde daha birçok detay ve veri var. Burada daha da detaya girmeye gerek yok. Bizim bu noktada çıkarmamız gereken acı ders veya öğreti ya da adına ne derseniz diyebilirsiniz, bu tablolarda, verilerde, makalede hiçbir yerde yokuz. Biz hala kendi iç savaşımızda boğulurken, gelişemezken, dünyayı yakalamayı çalışmak bir yana, tam sürat geri giderken, çanların kimin çaldığı çok aşikar. Bu konu sadece kulüplerin ya da federasyonun sorunu değil, bu sektörden para kazanan, ekmek yiyen, dolaylı yoldan iş, network, güç sağlayan herkesin sorunu. Hakemler, futbolcular, hocalar, yöneticiler, medya, say gelsin… Bu sezonu sağ salim kazasız belasız atlatalım, TFF seçimi bile beraber geçen haftada yazdığım gibi köprüden önceki son çıkışı değerlendirelim. Yoksa artık ülkelerin 1.ligleri ile değil 2.ligleri ile rekabet eder hale geleceğiz, bunu abarttığımı düşünebilirsiniz. Futbola, hakemlere, zemine, altyapıya, hocalara vs. bunlara nasıl baktığımız, 5-10 sene sonra nerede olacağımızı belirleyecek. Umarım çocuklarımız da bu güzel oyunu ülkemizde aynen bizim çocukluğumuzda yaşadığımız gibi yaşayabilir. Bu konuyla ilgili de hep son kez yazıyorum diyorum ama dayanamıyorum, bu sefer gerçekten son kez yazıyorum. Bundan sonra tamamen güncel, popüler konularla bu çarkın içinde devam edeceğim. Yeteri kadar kamuoyunun minicik bir parçası olarak elimden geleni yaptığımı ve tarihe not düştüğümü düşünüyorum…

25 Nisan 2024, Perşembe 17:41
YAZININ DEVAMI

‘’Köprüden Önceki Son Çıkış‘’

Geçtiğimiz hafta bayram sebebiyle Türk futbolu 1-2 gün sakin kalsa da sonrasında hızlıca bayram öncesi haline döndü. Fenerbahçe Kongresi, Süper Kupa, TFF erken seçimi, Kulüpler Birliği toplantısı gibi birçok gündem var. Bayram sebebiyle araya bolca vakit girdi. Hadi başlayalım…

Süper Kupa konusuna bakarken hem Fenerbahçe açısından hem de Galatasaray açısından ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Konunun üstünden bir vakit geçti ve tekrar da ısıtmaya gerek yok. Kısa kısa geçelim.

Fenerbahçe bir protesto yapmak istedi, kendince haklı veya değil, bunun bir önemi yok. Protesto sonuçları hesaplanmadan direkt yapılır. Fenerbahçe’nin çok fazla bedel ödememek için maça U-19 takımıyla çıkması tüm süreçte eleştiriye en açık nokta. Kongreyle ilgili bir önceki yazımda beklenti yönetimi ile ilgili yaşanan sorunu dile getirmiştim, 7 Nisan Pazar günü de naçizane U-19 oyuncularını moral olarak düşüren ve ezeli rakibine çok kolay bir kupa vermek dışında bir eleştirilecek bir taraf yok. Keşke tüm bedel göz önüne alınarak hiç gidilmeseydi. Sonuç olarak kulüp olarak bir tepki kondu bunun da etkilerini görüyoruz ancak çok daha fazla ses getirebilecek bir protestoya dönüşebilirdi.

Gelelim Galatasaray tarafına… Maçın başlangıç anına kadar Galatasaray’ın tüm aksiyonlarına ve konuyu ele alışına hiçbir söz söyleyemem, söylenemez. Çünkü spor, rekabetin kelime karşılığıdır. Rakibinizin aksiyonunda bağımsız bir takım, kulüp bir müsabakaya en iyi şekilde hazırlanmalı ve sahaya çıkmalıdır. Fakat maçın başlangıç düdüğünden sonrası ile mutabık değilim. Topun dışarıya atılma konusunda Fenerbahçeli futbolcular kısmen de olsa beklemediği ve pres yaptığı için golü atmayı da anlarım. Ama maçtan sonra sanki rekabetçi bir maçın sonunda kupa kazanılmış gibi sevinmeyi sonrasında da bunun vlog halini Youtube’tan paylaşmayı pek anlamlayamadım. Ne olursa olsun rakip takım bir tepki koymuş, bunun karşılığında maça hazırlanmak, çıkmak, hatta rakip takım çekilene kadar gol atmak bir haktır ve yapılan işin gereğidir. Sonrasında bu şekilde bir kutlama yapmak ise tercihtir ve bence bu tercih Galatasaray’a hiç yakışmadı.

Erken Seçim, Son Çıkış…

Sene boyunca yaşanan tüm olaylar, sonunda olması gerektiği yere evrildi ve TFF 18 Temmuz’a erken seçim kararı aldı. Zamanlamadır, imzadır vs. bunlar detay ve konuyla ilgilenenlerin derdi. Burada son çıkış deme sebebim, bu seçimi demokrasiye layık bir biçimde çok adaylı, gerçek anlamda bir seçim gibi yaşarsak, Türk futbolu düzelme yoluna girebilir. Ancak yine tepeden inme, birilerinin ya da bir zümrenin yönlendirdiği tek adayla bir seçim olursa, artık geçmiş olsun deme vakti gelmiş demektir. Geçtiğimiz sene herkesin şikayet ettiği TFF yönetimi bir kez daha seçilmiş ve bu Türk futbolunda oluşan tepkilerin samimiyetini sorgulamamıza sebep olmuştu. Bu sefer lütfen, futbolu yönetenleri demokratik bir seçimle ve futboldan anlayan, tek derdi futbol olan isimlerden seçelim. Bu köprüden önceki son çıkış…

17 Nisan 2024, Çarşamba 13:49
YAZININ DEVAMI

‘’Beklenti Yönetimi‘’

İletişim konusundaki duayenlerden Ali Saydam’dan öğrendiğim, hem hocam hem babam olması sebebiyle herhalde sayısız kez duyduğum bir formül dün gece Fenerbahçe’nin kongresini izledikten sonra ilk aklıma gelen şey oldu. Hem müşteri ilişkilerini hem de hayatın her alanındaki ilişkilere uygulanabilecek o formül şudur; Algı – Beklenti = Tatmin. Matematikten hatırlayacağımız üzere tatmin beklentiyle ters, algı ile doğru orantılı. Yani bir konuda beklentiyi ne kadar yükseltirseniz tatmin de o kadar düşük olur, algıyı ne kadar yükseltirseniz tatmin de o kadar yüksek olur. Dünkü kongre öncesinde Fenerbahçe yönetimi beklentiyi öyle bir noktaya çekti ki, bugün oynanacak lig maçının bile oynanmasına şüpheli bakan taraftarlar oluştu, hatta kamuoyunda bir ara o maçın iddia bülteninden çıkartıldığına dair iddialar yayıldı. Günün sonunda ligden çekilmek, futbol faaliyetlerine ara vermek gibi çok radikal konular ne oylandı ne de yönetimin gündeminde yer alacağı söylendi. Haliyle Ramazan günü, sıcak bir havada, işlerinden izin almış ve kongre için çevre illerden gelen veya televizyonunun başında buna vakit ayıran taraftarlar için bir tatminsizlik oluştu. Bu kanıya da hem fikrine güvendiğim Fenerbahçeli yorumculardan hem çevremden hem de sosyal medya taramasından vardım. Buna itiraz edenler olabilir saygı duyarım ama dün için amiyane tabirle bir özet geçelim desek, dağ fare doğurdu deriz. Aslında Fenerbahçe yönetimi gayet iyi hazırlanmış, savlarını belirlemiş ve tek tek ortaya koymuş. Haklı bulursunuz bulmazsanız, sonuçta bir isyan ortaya kondu. Beklentiyi en başından böyle belirleselerdi, yani TFF’ye veya rakiplere bir tepki koymak amacıyla tek vücut olma ve bunu gösterme amaçlı bir araya gelineceği net bir şekilde ortaya konsaydı kongre sonrası gözlemlediğim duygular açığa çıkmazdı.

Naçizane görüşüm, hedefinde Nisan başında hala 3 kupa olan bir takım tamamen konsantre bir şekilde buraya odaklanmalıydı. Bir tane somut, tepkisel bir karar alıp, her şeyin sene sonuna bırakılacağı belirtilmeliydi. Burada konuya sadece iletişim ve gündem yönetimi olarak baktığımı belirtmeliyim. Gerisi Fenerbahçe yönetimini, muhataplarını ve futbol paydaşlarını ilgilendirir.

Sonuç olarak bence Fenerbahçe kongre öncesindeki, hatta iftar molasına kadar olan zamana kadar olan süreçten daha iyi bir duygu durumunda bitirmedi akşamı. Bunun etkileri ne olacak göreceğiz. Sadece şunu belirtmeden geçmek istemiyorum. Türkiye’de toplum seçimlerden sonra şunu dedi; ben daha ılımlı, daha fazla karşılık anlayışın hakim olduğu, daha çok birbirini dinleyen bir yaşam ve ülke istiyorum. Normalde toplumdaki hava futbolu çok etkiler ama şu an futbol dünyası öyle bir nefret, kin girdabının içindeki, birlikte yaşayabilme isteğinin toplum tarafından haykırıldığı ve demokrasi şenliği gibi bir günden sonra bile futbolumuzda gram etkisi olmadı. Böyle giderse kimsenin ligden çekilmesine vs. gerek kalmayacak zaten sonraki jenerasyonlar tarafından izlenen takip edilen bir ligimiz olmayacak. Bu dediğim ütopik gelebilir ancak bu kadar ayrıştırıcı söylemin olduğu, bu kadar karşılıklı öfke, nefret ve kinin olduğu bir ortama ne taraftar gelir, ne topçu gelir, ne hoca gelir ne de herkesin kurtarıcı gördüğü yabancı hakem gelir. Parayla pulla bazı şeylerin üstünü örtebilirsiniz ama hiçbir şeyi çözemezsiniz. Gemi hızla batıyor ama biz gemiyi tamir etmekle uğraşmaktansa yüzdüğü nehri kurutuyoruz. Yazık…

03 Nisan 2024, Çarşamba 16:56
YAZININ DEVAMI

‘’Ucuz Atlatılmış Gece…‘’

İnsanların, kurumların ya da ilişkilerin, organizasyonların kırılma anları, değişikliğin gerekliliğini iliklerine kadar hissettiği anlar vardır. O anlardan sonra herkes bir durup düşünür, değişmesi gereken şeyler üstünde kafa yorar, bazen yıkar, bazen yapar, bazen dönüşür. Bu gibi anları tarif ettiğimiz sözler de vardır; çömlek patladı, bıçak kemiğe dayandı gibi... Maalesef Türk futbolu olarak çömleği birçok kez patlatmış olmamıza rağmen hala çömlek patlatmaya devam ediyoruz. Çömlek dükkanı patlayana kadar da devam edeceğiz gibi duruyor. Pazar gecesi Türk futbolunda bir facianın eşiğinden dönüldü, yine… Bir kulüp, bir camia, birkaç taraftar, oyuncular, teknik ekip vs. Bu konuyu bu bağlamlardan çıkarmadan konuşamazsak yine bir çömlek patlatırız ve bir sonraki sefer artık dükkan yanabilir. Pazar gecesi ne olduğuna odaklanmak hiçbir çözüm getirmeyeceği gibi aksine gerginliği arttıracaktır. Tabi biz yine her zamanki gibi, Fenerbahçe sevinmeseydi, oyuncu tahrik etmeseydi gibi saçma sapan konulara odaklanıyoruz. Pazar gecesi özelinde konuyla ilgili şahsi fikrimi belirtmek gerekirse de olayın naçizane iki sorumlusu var. En büyük sorumluluk maçı takribi 55-60.dakikada tatil etmesi gereken Halil Umut Meler, kaldı ki o talihsiz olayı yaşamasaydı kesinlikle bunu yapardı. İkinci sorumlu da Türkiye’de belki de şu an oynanabilecek en gergin maçlardan biri olan Trabzonspor -  Fenerbahçe maçına yeteri kadar emniyet görevlisinin organize edilmemesi. Ama dediğim gibi 17 Mart’ı konuşmak kimseye bir şey kazandırmaz. Futbolcusundan hakemine, yöneticisinden teknik heyetine, taraftarından medyasına, Türk futbolunda bıçak kemiğe dayanmış durumda. Bu gibi durumlar aynı zamanda yenilenme ve doğru bir şekilde yola devam etmek adına fırsattır. Tüm sorumluları, yetkilileri konunun ciddiyetine ve sosyo-ekonomik boyutlarını da düşünerek davranmaya bir kez daha davet ediyorum. Yoksa yakın zamanda ne kimsenin izleyeceği ne de konuşacağı bir futbol kalmayacak. Başlıkta da olduğu gibi çok ucuz atlatılmış bir gece yaşadık. FIFA Başkanı Infantino’ya story attırmayı başardık! Reklamın iyisi kötüsü olmaz derlerdi, bunlar eski dünyanın söylemleri. Reklamın kötüsü olur, çok da etkisi olur. Aynı sene içerisinde hakeme yumruk atıldı, bir maç sonrasında tribünle taraftar karşı karşıya geldi. Bunların yansıması emin olun PFDK’nın açıklayacağı cezalardan çok daha ağır olacak.

O Sırada FIFA Sopası…

Tüm bunlar olurken dün şöyle bir haber geldi; FIFA’dan 5 takıma transfer yasağı. FIFA'nın sitesinde yer alan bilgilere göre, Süper Lig takımlarından Mondihome Kayserispor'a süresiz, Yukatel Adana Demirspor, Bitexen Antalyaspor, MKE Ankaragücü, TÜMOSAN Konyaspor ve Eyüpspor’a 3'er dönem transfer yasağı getirildi. Ama biz bu konuları, bunları nasıl çözeceğimizi değil de yabancı hakem konuşalım, kim kimi şampiyon yapmak istiyor, kim kimin için kime karşı oynuyor onları konuşalım. Sakın sürdürülebilir finansal modeller için kafa yormayalım, düzenleme getirmeyelim…

21 Mart 2024, Perşembe 09:36
YAZININ DEVAMI

‘’Göze Çarpanlar…‘’

Güler Arda…

Sonunda beklediğimiz an yaşandı. Arda Güler, Real Madrid formasıyla ilk golünü attı. Dakika 90’da olsa, 3-0’lık maçın 4.golünü atmış olsa da çok değerli, daha nicelerinin habercisi bir gol oldu. Bunu da tribünlerin, takımın tepkisinden anlayabiliyoruz. Madrid camiası bizim Türklerin tüm sabırsızlığına rağmen inatla, sabırla Arda’yı bir cevher gibi işlemeye devam ediyor. Önümüzdeki sezon daha sık 11’de görüp, rotasyonun ana parçası haline geldiğini göreceğiz umarım. Böyle olursa hep Güler Arda, hep gülsün Arda.

Saarbrücken Mucizesi…

Almanya Kupası’nda inanılmaz şeyler oluyor. Almanya 3.lig takımı Saarbrücken önce Bayern Münich, sonrasında Eintracht Frankfurt, şimdi de Borussia Mönchengladbach gibi bir takımı çeyrek finalde mağlup ederek, yarı finalde Kaiserslauten’in rakibi oldu. Diğer takımlara göre daha elenebilir bir rakip olsa da sonuçta yarı final tabi ki zorlu geçecektir. Umarım bu yolculuk kupayla biter. Böyle hikayeler futbolu neden sevdiğimizi hatırlatan hikayeler. Senciyiz Saarbrücken.

Jesus Rekoru…

Arabistan futbol dünyası her ne kadar kolay gibi gözükse de Jesus’un yaptığı dünyanın herhangi daha basit bir liginde bile çok zor. Tabi ki rekorlar elbet birilerinin bir gün gelip kırması için ama bu yaptığı, hele bir de her takımın futbolcular için devasa paraları gözden çıkardığı bir ortamda, gayet rekabetçi bir Asya Şampiyonlar Ligi fikstüründe takdire şayan! En kötü bir maç konsantre olamayabilirdi takımdaki yıldızların. Ama 28 maç boyunca kazanmak için liderlik ve motivasyon becerileri gerektiriyor. Jesus’un 1 sene önce ligimizde olduğunu düşünürsek zamanında Aykut Kocaman’ın da dediği söz akıllara geliyor; ‘bazı topraklarda bazı çiçekler yetişmez…’

Geçmiş Olsun Alpy…

All-Star arasından sonra takımıyla beraber kısmen bocalayan, biraz seçilememek biraz da All-Star sonrası rekabet seviyesi artan NBA sebebiyle bireysel anlamda geriye düşen Alperen son birkaç haftada şahane bir performans sergiliyordu ve eski formunu yakalamıştı hatta üzerine bile çıkıyor gibiydi. Maalesef başta çok tedirgin olduğumuz ama sonrasında çok şükür düşünülen kadar korkmadığımız bir sakatlık yaşadı. Ligin bitimine 5 hafta gibi süre kaldı, Houston için play-in bile çok zor. Bu yaz Milli Takım için bir turnuva da yok. Tamamen sakatlığını geçirmeye odaklanıp, çok iyi çalışıp seneye ligde artık tartışmasız bir şekilde All-Star’a seçildiğini yazmak dileğiyle… Tekrar geçmiş olsun.

13 Mart 2024, Çarşamba 15:45
YAZININ DEVAMI

‘’Like’ları Bırak Oyuna Bak!‘’

Maalesef futbolumuzdaki kutuplaşma herhalde zirvesini yaşıyor. Beşiktaş – Galatasaray maçında futboldan bağımsız neredeyse her alanda tartıştık, kutuplaştık. Hala da devam ediyoruz. Bazı tweetleri hayretler içerisinde okudum, bazı paylaşımların, açıklamaların gerçekten resmi hesaptan mı yapıldı diye kontrol etme ihtiyacı hissettim. Atışmaların boyutu arşa seviyesi de magmaya inmiş durumda. Şu ortamdaki Türk futboluna Avrupa’nın en pahalı 6. yayın ihalesi yapılabiliyorsa, bir de rekabetimizi düzgün seviyelere getirirsek neler olur diye umutlanmamak elde değil. Ama bu sefer her şeyi geçtim, Türk futbolunun göz bebeği, geleceğimizin simgelerinden Arda Güler’in Madrid’de oynadığı sırada Milli Takım’dan takım arkadaşlarının fotoğraflarını beğenmesine tepki göstermemiz kabul edilebilir değil. Bu bir oyun, bu bir eğlence, bu isimler futbolcular arkadaş…

Milli Takım sebebiyle de takım arkadaşı. Arda’nın o paylaşımları beğenmesinde de mi kutuplaşalım? Arda’ya beğenileri çektirince ne oldu? Beğenmemiş mi oldu? Beğense ne oluyor, beğenmese ne oluyor? Bunlarla uğraşacağımıza, ligimizin en değerli üç eşlemesinden biri olan Beşiktaş – Galatasaray karşılaşmasının futbol olarak ne kadar kötü geçtiğine odaklansak, hakemin aman başım ağrımasın yönetimiyle oyunu ne kadar akıtmadığının üzerine gitsek daha iyi olmaz mı? Buradan sürekli bu konuları yazmak da artık anlamsız hale geldi. Kamuoyunun ufak da olsa bir parçası olduğumu düşünerek üzerime düşen sorumluluğu, bu konuları yeteri kadar yazarak yerine getirdiğimi düşünüyorum. O yüzden son kez like’ları bırakın da oyuna bakın. 

Youtube…

Bir yandan da dijital dünyada kulüplerimiz gayet iyi performanslar vermeye devam ediyor. Son açıklanan verilere göre, Youtube’da en çok abonesi olan kulüpler sıralamasında, Galatasaray 12.8 milyon ile 12., Fenerbahçe ise hemen ardından 12.6 milyon 13. sırada yer alıyor. Dönem dönem bahsettiğimiz gibi Türkler olarak biz bu işi sanki iyi biliyoruz ve yapıyoruz. Kulüplerimiz bu alana yatırımı arttırdı ve arttırıyor gibi de duruyor. Umarım tüm sosyal mecralarda etkinliğimiz artmaya devam eder. Çünkü bu durum da artık modern Dünya’da belirleyici bir hal aldı.

Krala Saygı Duruşu…

LeBron James, 40.000 sayı barajına geçen ilk oyuncu oldu. Bunun başlı başına bir haber değeri tabi ki var ama daha değerli olan başka bir istatistik de 21. sezonunda yaptığı istatistikler. LeBron James, NBA’deki 21. sezonunda galibiyet etki yaratma istatistiğinde 5.sırada, hem ligin en iyi şut atan, hem de içeriden en etkili hücum eden oyuncular listesinde aynı anda bulunan tek oyuncu. Hele bir de geçmişteki diğer oyuncuların 21.sezonunda yaptıkları istatistiklere bakarsanız neredeyse ilk 10’da arkasında yer alan 9 oyuncunun toplam sayı, ribaund ve asist rakamlarını tek başına geçiyor. İnanılmaz bir istikrar ve bir daha göremeyeceğimiz bir sporcu seviyesi. Ne kadar daha ve ne izletir bilmiyorum ama tarihe tanıklık ettiğimiz kesin. Saygılar…

07 Mart 2024, Perşembe 09:02
YAZININ DEVAMI

‘’Sözün Biteceği Noktaya Doğru…‘’

Sosyal hayatta, iş hayatında yani iletişimde genel geçer bir kural vardır. Aksiyona geçmeden sürekli aynı şeyi tekrarlarsanız, ne kullanılan sözün ağırlığı kalır ne de inandırıcılığı... Haftalardır şampiyonluk yarışındaki iki kulüp arasında gerilimin sürekli yükseldiğini ve durumun tehlikeli yerlere doğru gittiğini yazmıştım. Yangına körükle gitmeyin demek bile yetersiz artık çünkü yangın oldu alev fırtınası, körük oldu odun, meşe…

Karşılıklı öyle açıklamalar yapılıyor ki, eskiden bunlardan herhangi biri bile söylense çok büyük olay olurdu. Şimdi ise ne kulüplerin bu sözleri söylemesinin ağırlığı kaldı ne de bu sözlerin aksiyona dönüşeceğine dair inanç kaldı. Her maç sonrasında iki kulüp de artık klasik maç sonu flash röportajı gibi açıklamalar yapıyor. Fenerbahçe de sebebini anlamadığım bir şekilde Yönetim Kurulu üyelerinin adı ile açıklama yapıyor. Tahminim ceza konusunda kulübü zor durumda bırakmamak olabilir diye düşünüyorum. Galatasaray ise direkt bir iletişim ile hem sosyal medya hesabı üzerinden hem de başkan seviyesinde açıklamalar yapıyor. Bu durumda da ne olacak bir gün, kulüplerin, başkanların yaptığı açıklamaların hiçbir anlamı kalmayacak. Sözün bittiği noktaya emin adamlarla gidiyoruz.

Tüm bunlara baktığımda artık şu yarışın tadını çıkaralım gibi romantik duygulardan tamamen uzaklaşıp şu temennide bulunuyorum; umarım şampiyonluk mücadelesi Rams Park’taki maça kalmaz. O maçın sağlıklı bir şekilde oynanabilme ve sonlanabilme ihtimali her geçen gün azalıyor. Kim müdahale eder ne yapılır ne edilir bilmiyorum ama bir an önce ortamın soğuması sakinleşmesi lazım. Gidişat hayırlı değil…

Bu konunun diğer boyutu da TFF ve yayıncı kuruluş. TFF konusunda dün yayınlanan VAR kayıtları ile gördük ki, VAR protokolünün doğru uygulanmadığı ortaya çıktı. Bugün de VAR’dan sorumlu MHK üyesi Tolga Özkalfa istifa etti yerine Cem Satman geldi. Bu değişimin etkilerini hep birlikte göreceğiz. Kayıtlar açıklanması çok doğru bir hareketti, tartışmaları arttırsa da şeffaflık açısından önemliydi. Ancak burada başka bir sorun ortaya çıktı, özellikle Fenerbahçe – Kasımpaşa maçındaki penaltı pozisyonundaki açı yetersizliği de tartışmaları alevlendiren en önemli unsurlardan biri. Tabi Erkan Engin’in hakemle olan diyaloğunu burada irdelemek istemiyorum, herkesin takdirine bırakıyorum. Ama pozisyonlarla ilgili ilk defa görüşümü söylemek isterim. İki pozisyona da penaltı vermek bence çok yanlış bir karar, standardı çok düşürmek gibi geliyor ama Galatasaray’ın pozisyonunda en azından teması görebiliyoruz. Fenerbahçe maçında ise temasa dair hiçbir açıdan kanıt yok. Burada önemli konu “kanıt”, VAR’ın iki pozisyonda da devreye girmesi doğru değildi ama Fener maçındaki pozisyonu çok daha problemli buluyorum. Konuyu kimin kimi şampiyon yapmak istediğinden çok, VAR’ın devreye girmesi/girmemesi ve protokolü, yayın açılarının sağlıklı olması üzerinden konuşursak daha çok yol alabiliriz gibi geliyor, tabi eğer gelişmek ve ilerlemek istiyorsak. Ama herkesin derdi sanki üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek…

29 Şubat 2024, Perşembe 12:21
YAZININ DEVAMI

‘’Yangına Körükle Gitmek!‘’

Geçtiğimiz hafta sonu şampiyonluk yarışındaki iki takım olası puan kaybı gibi görülen maçlardan 3’er gol ve 3 puanla ayrıldı. Belli ki bu yarış son maça kadar devam edecek. Hep yazdığım gibi bir kez daha, her zaman denk gelmeyecek bu sezondan keyif almayı, ak-kara gecelerle uğraşmamayı taraftarlara hatırlatmak isterim. Ama taraftar rasyonel olmak zorunda değil, çoğunlukla olamaz ve duygusal tepkiler verir. Yönetimler ve profesyoneller ise rasyonel olmak zorundadır aksi halde sağlıklı bir süreç yönetemezler. İçerik anlamında uzun zamandır çok beğendiğim Galatasaray, 3-0 önde olduğu Ankaragücü maçı sırasında Icardi’nin iptal edilen golündeki kararla ilgili enteresan bir tweet attı.

Tweetin içinde hakemin kararı direkt yargılayan ve taraftarın olası yangınına odun taşıyan ifadeler vardı. Zaten Türk futbolu ekosistemi kendi içinde sürekli kaos ve tartışma üretirken bir de bunu kulüplerin resmi hesapları üzerinden yapmaları hiçbir şeyi düzeltmediği gibi daha da kötüye sürüklüyor. Benzer bir durum Fenerbahçe yetkililerin maçtan sonra yaptığı erkeklik, delikanlılık açıklamaları için de geçerli. Herkes sahanın dışına çıkmaya bu kadar meyilliyken bu tarihi sezonu yaşatan Türk futbolunun iki büyük kulübünün iletişim açısından biraz daha sorumlu davranması gerektiğini düşünüyorum. Her yer yangına çok müsait bir de siz körükle gitmeyin…

Adı var, kendisi yok…

Küçükken inanılmaz bir heyecanla All-Star hafta sonunu beklerdim. Halihazırda basketbol ile yatıp kalktığım bir hayatım da olduğu için önemi çok büyüktü benim için. Her takımın kendi formalarıyla sahaya çıkması, saygı duyulan bir smaç yarışması, Kobe, Kidd, Duncan, Garnett, Shaq… Ama en önemlisi herkes oyuna ve hafta sonuna saygı duyuyordu.

Tabii oyun değişti, oyuncular değişti. Her şey aynı kalsın, eskiler ne güzeldi nostaljisi yapmak istemiyorum, doğru da değil. Her şey değişebilir, çağın gerekliliklerine uygun hale getirebilir. Ama artık çok ciddi bir müdahale gerekiyor. 3’lük yarışması dışında kimsenin ciddiye aldığı bir yarışma kalmadı artık. Doncic’in kendi sahasından attığı şut bence her şeyi özetliyor. Keza 200 sayı atılması da… Tüm hafta sonu en çok ilgi çeken içeriğin Doncic-Jokic şakalaşmaları olması da…

Bu konuyla ilgili basketbolu seven herkes dertli ve çözüm önerisi olarak dinlediğim ve okuduklarım arasında en mantıklısı kazanan tarafın play-off’ta ev sahibi avantajını alması. Parayla pulla, ortalaması bile şu an 4-5 milyon dolara gelmiş NBA oyuncularını motive edemezsiniz. Motive edecek parayı da şov amaçlı bir maça vermeyin zaten. Adam Silver ne yaparsın bilmem ama All-Star’ı basketbol hayranlarına geri verin.

21 Şubat 2024, Çarşamba 14:19
YAZININ DEVAMI