Arama

Popüler aramalar

‘’Defansif zaaflar!‘’

‘Batı’yı anlamadığı için ‘doğru yanlarını’ da alamayanlar Avrupa’nın pahada en büyük altıncı ligini ‘seyircisiz’ oyuna mahkum etti. ‘Taraftar’ yerine ‘müşteri/seyirci’ tipine yönelenler bu profilin sadece ‘kazanıldığında’ stadyuma geleceğini kavrayamadı. Buna bir de tempo ve hızı düşük, ‘düşüne taşına oynama hali’ eklenince ortaya dün akşamkine benzer tribün manzaraları çıkıyor. Yaş ortalamaları 29 olan iki takımdan ev sahibi olanın maçta ağırlığını hissettirmesi için 30 dakika bekledi taraftarları. Fenerbahçe düşük hızdaki ‘sabır pasları’yla oyunu rakip Alana taşırken 34 yaşındaki çalışkan santrforu Umut başta olmak üzere Kayseri için de defans arkasında fırsatlar doğmaya başladı. Roman’ın, bizde çok sevilen deyimle, ‘basit hatası’ golü getirdi ama Umut’un oradaki varlığını da atlamamak gerek. Golden sonra Kayseri birbirine daha yapışık oynarken Ozan’la girdiği mücadelede Deniz Türüç yerde kaldı. O yerdeyken dengesi bozulan Kayseri defansının arkasına ‘tiki taka ile sızan’ Fenerbahçe birkaç hafta önce yerden yere vurulan Ozan’la golü buldu. Böylece teknik ve kavramsal olarak oyun tartışamayanlar için de şahane bir ‘ahlak tartışması’ daha yakalandı.

Hırs küpü

Hakem faul vermediyse oyunun devam etmesi gerektiğini savunanlar olabilir ama futboldan ‘iyi insani ilişki hikayeleri’ çıkarmak istiyorsak orada topu dışarı bırakmak golden daha kıymetli ve öğretici olurdu kanısındayım. Golü nasılsa atarsın ama hayat insana sıklıkla ‘vicdani tavır koyma’ fırsatı vermiyor, değil mi?.. Ancak endüstriyel oyunun talepleri karşısında oyuncuları doğrudan hedef almak da doğru gelmiyor bana. İkinci yarının başındaki ‘saman alevi hücumlar’dan gol çıkarıp öne geçen Fener, hırs küpü oyuncusu Valbuena’nın kimsenin beklemediğini yapmasının ardından skoru garantiye almıştı ki, yine bir ‘kaza golü’ yedi.

Gereksiz faul

Ardından Kocaman, Ozan/Topal değişikliğiyle skoru korumak istediğini açıkca beyan etti. Ne var ki, Kayseri’nin yarı kurgusal ‘doldur boşalt’larına açık hale gelen oyunda Hasan Ali’nin gereksiz faulünün ardından zincirleme stoper hataları bir son dakika şokuna yol açtı. Adını ancak sonlara doğru duyuran Guiliano’nun etkisizliğine rağmen önceki maçlara göre etkin ofansif görünen Fener bu kez defansif zaaflarının kurbanı oldu.

31 Ekim 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Buna ‘Derin bir ohh çekmek' denir‘’

‘Vasat lig’ her şeyi dibe çekiyor. Dili, davranışı, duyguyu, hürmeti... Sanki futbol, insanın beceri mertebesini yükseltmek için değil de didişme ve münakaşa etmek için bir bahane!.. Maharet ya da bilgi yerine ‘hakem hatası’, ‘yönetici kavgası’ izlemeye mahkum edilenler de bıkkınlıklarını tribünlere gitmeyerek gösteriyor ama anlayan yok!. Beceriyi bilgiyle donatıp oynamak yerine hakemden iltimas beklemenin marifet sanıldığı ülkemizde, dün akşam nihayet aynı anda ‘öne oynamaya çalışan’ iki takıma rast geldik!. Geçen sezon ligin en çok gol yiyen iki takımından biri olduğu halde en çok gol atan beşinci takımı olduğu için ligde kalan Alanya’nın bu maçta da ‘bilmediği bir şeyi oynaması’ beklenemezdi. Onlar, olabildiğince gol atarak ve mümkünse Wagner Love’a attırarak hem ayakta (ligde) kalacak hem de kendi romantik hikayelerini yazmaya çalışacaklar. Son 15 dakikaya kadar bunu başardılar da... Beşiktaş ise ligde nedenini kimsenin yeterince açıklayamadığı savrukluğunu sürdürüyor. Kulüp yöneticileri durumu’maç seçmek’ ya da ‘dışsal etkiler’le açıklama eğiliminde. Şenol Güneş’ten ise henüz ikna edici gerekçeler duyabilmiş değiliz.

Kurgu ve plan

Dün akşam da ilk yarıda Talisca’nın zaman zaman geri çıkıp top aldığı anlar dışında ne yapmaya çalışıp, yapamadıklarını anlamak mümkün olmadı. Evet, son dört maçta temel planları daha çok savunma olan takımlarla oynadılar ama dün bu durumdan söz edilemezdi. Alanya, tarzı olan ‘öne oyun’u denemekten vazgeçmedi. Buna rağmen Beşiktaş, kurgu ve plandan çok ‘yeteneğe’ bel bağlamış gibiydi. Ve nihayet ‘yetenekli Adriano’dan gelen topu ‘suskun yetenek’ Alvaro Negredo kafayla süsleyerek sadece maçı kazandırmadı, takımının lige tutunmasını sağladı. Maç berabere bitse, ki bitebilirdi, Beşiktaş’ta tartışmaların dili de boyutu da değişirdi. Geçen yıla göre daha derin bir kadroya sahip Beşiktaş’ta bir şeylerin aksi gittiği kesin. İçeriden biri ya da birileri anlatsa da öğrensek...

29 Ekim 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tosic ipten aldı!‘’

Futbolun mühim kavramlarından biridir ‘devamlılık’. Takımları büyük kılan da sadece maç kazanmaları değil belirli seviyelerde kaldığı sürelerdir. Bu nedenle Başakşehir ‘devamlılığı’ nerede sağlayacağına karar vermiş ve UEFA gibi ‘tecrübe kazanacağı’ kulvarı takımı geliştirmeye ayırmış. Belli ki gerçek takvim lige ayarlı. Bu nedenle dinlenecekleri dinlendirmiş olarak tam kadro sahadaydılar. İlk yarım saat içinde Beşiktaş yarı sahasında rakip savunma içinde açtıkları ‘pencerelere’ indirdikleri toplarla doğru oynadılarsa da ciddi tehlike yaratamadılar. Ancak bu yöntemle sürekli topu kapmaya zorladıkları Beşiktaş’a da oyun kurma fırsatı vermediler.

Quaresma’nın ayağına bakıyor

Görünen Beşiktaş 30’dan sonra oyunu öne almaya başlayınca Başakşehir de baştaki iştahını yitirip, oyun esnekliğini kaybetti. Titiz takım savunmalarının hata payını düşürmesi nedeniyle önceki akşam ki derbiye göre zevkli geçmeye aday maç da ilk yarı boyunca ülke vasatını aşamadı.

Caner’in küfürleri...

İkinci devre ilkini aratan tempoda başlayınca maçın gidişatı iki takım için de gelip bir klişeye dayandı; “İyi oynamadığın maçı da kazanmayı bileceksin”! Tamam da bu oyunla nasıl olacaktı? Durumu “Beşiktaş maç seçtiği için kazanmayı da unuttu”yla mı açıklarsınız yoksa “Başakşehir tempoyu düşürerek Fenerbahçe gibi maçı kazanmayı hedefledi” mi dersiniz, o size kalmış. Ama şu bir gerçek, son beş dakikaya kadar sahada izlenesi bir şeyler yaşanmadı... Başakşehir istediğini son nefeste alacakken Adebayor’u aşan topa kafayı vuran Tosic işleri iyice karışabilecek Beşiktaş’ı ipten aldı. Kazanamasalar da buradan kaybetmemek bile onlar için önemli oldu.

Ve son not... 87. dakikada ekranlara da yansıyan Caner Erkin’in hakeme ettiği küfürler ‘Efendi Beşiktaş’a ne kadar oturuyor ona da taraftarlar, teknik heyet ve yöneticiler karar verecektir sanırım.

24 Ekim 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kim kazanacaktı?‘’

Bu maçlar daha çok ‘sinir’in peşinde koşanlar arasında geçiyor. Belirleyici ‘tansiyon’ değil çoğunlukla ‘öfke’. Nedeni açık... Ülkenin futbol kültürü, ‘bizim takımın yapabildikleri’nden değil ‘rakibin yapamadıkları’ndan besleniyor! Galatasaray-Fenerbahçe (ya da tersi) maçları bunun zirvesine tekabül ediyor. Yine de, havadaki elektriğe rağmen ilk 20 dakika sahadakiler samimiyetle topu gezdirip, peşinden koştular. Bunda, futbolcuların çoğunun ‘geçmiş derbiler’in olumsuzluklarından uzak oluşları önemli faktördü.

Klasik düzene döndüler

Fenerbahçe baştaki Galatasaray baskısını topu ayağa oynayarak sakinleştirmeye çalışırken iki net gol pozisyonu verdi. Yine de devre boyu sakinliklerini koruyup, deplasman takımı olarak ‘fırsat anı’nı kolladılar. Devre biterken de topu ve oyunu tamamen ele aldılar. Denayer ile Serdar Aziz’i birlikte sahaya süren Tudor, Mariano’yu ileri atıp orta sahayı ele geçirmeyi planlamıştı. İyi de gidiyorlardı ancak Serdar’ın sakatlığıyla klasik düzene döndüler. Peki ama neden? Sanırım kenarda Serdar yerine oynatacak ‘güvenilir stoper’ bulamadı Tudor ve tempoları düştü.

Rakibi şaşırtmadılar

İkinci yarı oyun olarak ilkinin benzeri gibi giderken, hakem kararıyla ajite olmak için yanıp tutuşan bir grup ‘tribünperver’ devreye girdi ve ortalık hafiften gerildi.

Neyse ki uzamadı. Bu maça ihtiyacı olan Fenerbahçe 70’e kadar neredeyse hiçbir şey yapmazken, bu durum etkisiz de olsa öne daha çok giden Galatasaray’ın canına minnetti. Ancak Belhanda biraz da hızına bağlı dengesizliğinin kurbanı olunca o dakika Alper/Soldado’yu sahaya süren Fenerbahçe’ye maçın seyrini değiştirmek için bir 15 dakikaya sahip oldu! Ne var ki, galibiyete ihtiyaçları olmasına rağmen oyuna tempo yükleyip rakibi şaşırtmak yerine ‘düşüne taşına oynama’yı sürdürdüler. Tek beklentileri geri büzüşen Galatasaray’ın yapacağı hataydı. O da olmayınca oyun olarak ülke vasatını aşamayan maçın ardından Aykut Kocaman’ın takımı Fenerbahçe, liderle arasındaki farkı ‘korumuş oldu.’

23 Ekim 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gençler'in günü‘’

Bazı günler ‘senin günün’ değildir. Dün neredeyse maçın tamamında Beşiktaş’ın olmadığı gibi!.. Oysa kağıt üzerinde şartlar onlar açısından hayli olumlu görünüyordu. Ne var ki, Gençlerbirliği sahayı doğru parselleyip Beşiktaş’ı o bildik akışkan oyunundan uzak tutmayı becerdi. Zaman zaman Cenk ve Negredo ile çift santrforlu fotoğraflar verdilerse de ilk tehlikeli ataklarını 36. dakikada bulmuş olmaları Gençler’in düzeninin iyi işlediğinin kanıtı sayılmalı. Yandan ‘izleme kalitesi’ açısından ilk yarı boyunca iki takımın da çok az şey yapabildiği bir gerçek. Ancak Gençlerbirliği, Muriç başta olmak üzere Uğur, Ahmet İlhan, Zeki ve Serdar ile kovaladıkları hızlı hücumlarla kağıt üzerindeki rakip avantajını tersine çevirmeyi bildi.

Beşiktaş’ın hesabı şaştı

Şenol Güneş ikinci yarıya bir çok etkisiz arasından beklendiği gibi Negredo ile Lens’i kenara alarak başladıysa da Babel’in ‘girmesiyle çıkması’ bir olunca Beşiktaş’ın hesabı iyice şaştı. Zaten ilk yarı boyunca fazlaca geri koşmak zorunda kalan takım bir de eksik kalınca oyuna egemen olmakta iyiden iyiye zorlanmaya başladı. 60. dakikada Atiba’nın orta sahada pas atacak hiçbir arkadaşını bulamamış olması durumun Beşiktaş açısından fotoğrafı gibiydi. Artık maçı çevirmek Quaresma’nın bireysel performansına kalmıştı ki, o da 2- 0’dan yani Gençler iyice geriye yaslandıktan sonra ortaya çıkabildi.

Dirençli, doğru ve pratik...

Tempoyu yükseltemedikçe Beşiktaşlı oyuncuların isteği düşerken Gençler rakibini daha kolay bozdu. Ya da tersi. Gençler oyunu Beşiktaş aleyhine kolayca bozdukça Beşiktaş’ın isteği düştü. Sonuçta, son bölümde biraz tedirginlik yaşasalar da dirençli, doğru ve pratik oynayan Gençlerbirliği üstün gayretiyle dün akşamı ‘kendi günü’ yapmayı başardı. Sonucun ardından Şenol Güneş’in kadro tercihinin Beşiktaşlılar’ın birinci tartışma başlığı olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

14 Ekim 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tescillendi! Halkın takımı Beşiktaş!‘’

Bir maç yetti!.. Er geç ortaya çıkmak gibi ‘kötü huy’a sahip doğrular, yine gözlerimize doldu... Çoğumuzun bildiği ama unuttuğu bir şeyi daha hatırladık Ampute Milli Takım’ın Avrupa Şampiyonu olduğu maçta sonra. Cumhurbaşkanı Erdoğan maçın oynandığı stadın, yani gündelik geçici kullanımdaki adıyla -öyle ya belki yakında o isim de değişebilir- Vodafone Park’ın yapımında parayı kendilerinin verdiğini söyledi.

Türkiye’de ‘kendi parasıyla stat yapan tek takım’ olarak propaganda yapan Beşiktaş Yönetimi’nden bu konuda henüz ses yok. Çıkacağını da beklemiyoruz değil mi? En fazla diyecekler ki; “Resmi olarak açıkladığımız 1 milyar 766 milyon 209 bin 342 lira olan borcumuzun içinde devlete olan borcumuz da var. Ödeyeceğiz!” Yani geldiğimiz noktada durum şu; stadın üzerinde yükseldiği toprak devletin, yani halkın! Stat yapımına harcanan para devletin, yani halkın! Gelinen noktada durum yıllarca tribünlerine gerilen pankartları doğrular nitelikte; Beşiktaş ‘Halkın Takımı’dır...

Ne güzel!

Bir maç yetti! Bildiğimiz ama bilmiyor gibi yapmayı sevdiğimiz çoğu şey bir kez daha yağ misali yüzeye çıktı... Ampute Milli Takımı için İnönü’yü dolduran on binler örneğin!.. Takım formalarıyla yan yana oradaydılar. Ne güzel!.. Sanki ülkenin A Milli Futbol Takımı’na İstanbul’u dar edenler orada değildi. Başka takımda oynuyor diye bazı futbolculara etmediğini bırakmayanlar ya da bırakmayacak olanlar o maça gelmemişti!.. Ne güzel!..

Bir maç yetti!.. Maçtan önce de sonra da ‘yürekten oynama bayağılığı’nın kol gezdiği günlerden geçtik.

Oyun gücüne vurgu yaptılar

Ampute Takımı ile A Milli Takım arasındaki kıyaslar havalarda uçuşurken yani “Yürekten oynadılar” diyenler, “Futbolu sistemli, doğru ve hünerli oynadılar” demeyi esirgediler sahadaki çocuklardan. Oysa kaptan Osman Çakmak, “İngiltere buraya kadar yenilmemişti çünkü bizimle oynamamıştı” derken kendi oyunlarının gücüne vurgu yapıyordu. Onlar futboldan söz etmeye çalışırken çoğunluk onların oyun bilgi, becerisine haksızlık ettiğini düşünmeksizin, “Yürek, yürek” diye ortalığı inletti.

Ampute Milli Takımı gölgelemeyelim!

Temel motivasyon milli takıma duyulan öfke olduğundan sevinç ile hınç el eleydi. Neden hedefi tutturamıyordu milli takım? Hedefi tuttursa ne akıl dışı primler ne kazanılan akıl dışı milyon Eurolar’dan söz edilecekti. Öyle ya, Arda Turan Barcelona’ya giderken zikredilen paralar ülkedeki çoğu kişinin göğsünü kabartmamış mıydı?

Oysa çoğumuz futbolda ‘yürek’in parametrelerden sadece biri ve belki de en önemsizi olduğunu bilir. Futbol, hayattaki çoğu şey gibi esasen bilgi ve yeteneğin sentezidir. Diğer parametreler ise yardımcı eleman. Ampute Milli Takım’ın başarısına emek verenlerin sevincini, öfke ya da hınçlarımızla gölgelemeyelim...

11 Ekim 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda yolunu kaybetmiş ülke‘’

Maça “Biz daha yetenekliyiz” diyerek hazırlandık bir haftadır çünkü sığınacak başka liman yoktu. Sahaya sürülen 11’e bakınca “Yalan” da denilmezdi. Israrla kendi kendine propaganda yapılan bu ülkede, “Avrupa’nın en yaşlı ve en çok zarar eden ligi bizimki” diyecek halimiz yoktu ya!.. Gücü kuvveti yerinde olan İzlanda basit, disiplinli ve düzenli oynayarak milli takımı önce ceza sahalarının dışında tuttu ardından da bizim teknik ekipçe ‘analizi yapılan’ bildik hücumlarla daha ilk devre işi bitirdi. Çünkü futbol artık yeteneğin sadece farkı yarattığı bir ‘mühendislik oyunu’. Senin mühendisliğin yoksa yeteneğin çoğu maçı değil sadece bazı maçları kazanmana yarar.

Menacerleri zengin ettik

Bu maç “Şunun yerinde bu oynasaydı kazanırdık” maçı değildi. Bu maç düpedüz ‘halihazırdaki futbol düzeni’ni kimin kavrayıp kimin kavrayamadığını gösteren bir sınavdı. Onca yılı ‘Türkiye Futbol Direktörlüğü’ adlı içinde ne olduğu bilinmeyen bir makam yüzünden heba eden, “Yabancı kalite getirir” diyerek menacerleri ve onların işbirlikçilerini zengin ederken Avrupa’nın en berbat ‘alt yapı düzensizliği’ne mahkum edilen bir ülke burası...

Kurtuluş görünmüyor...

Kabul edelim, futbolu geliştirecek gerçek tartışmalar yerine yöneticiler eliyle münakaşa ve polemiğe boğulan ve bu nedenle yolunu kaybetmiş bir futbol iklimine sahibiz. Yarından tezi yok, kolları sıvayıp mevcut işleyişi ve buna neden olan yöneticilerin tamamını lağvetmeden de kurtuluş görünmüyor.

07 Ekim 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Seviye üzeri maç‘’

Takım omurgasındaki üç temel eksiğe bir de Cenk Tosun’u ekleyen Şenol Güneş sahaya sürdüğü onbirle rakibe adeta, ‘’Bu bizim için sıradan bir maç’’ mesajı vermeye niyet etmişti. Hızını ve temposunu koruyabildiği sürece ligin en sükseli takımı olan Beşiktaş açısından sahaya kimle çıkarsa çıksın düzen her daim belirlidir. Oyuna ritm katabildiği sürece oyuncular da bireysel performanslarını zorluyor. Bu da onların savunma konusundaki en büyük avantajına dönüşüyor. Talisca’nın düşünüp taşınılarak attığı gole kadar savunmada sıkıntı yaşamamalarını da buna bağlayabiliriz. Lakin kart görme pahasına bol faul yaparak topu ele geçiren Trabzon, Beşiktaş’tan 200 bin Euro’ya aldığı (!) Olcay Şahan’ın golünden sonra bir anda oyuna da ortak oldu. Çünkü onlar da ‘doğrundan savunma’ yerine başta Burak olmak üzere öne oynayarak ‘rakibi savunmaya itme’ düzenine geçince roller değişti. Tedirginlik o kadar açıktı ki, topun takımda kalması için öne oynayamadığından geriye oynayan Necip tribünlerin homurtusuna maruz kaldı. Oysa doğrusu Necip’in yaptığında...

Oyunu hızlandırınca...

Devreye önce Medel/Gökhan ardından da etkisiz kalan Negredo ile Cenk’i değiştirerek başlayan Beşiktaş başlarda bocalasa da oyunu hızlandırmayı başardığı ilk pozisyonda Lens ile golü buldu. Yanal’ın golü yedikten sonra yaptığı iki değişiklik oyuna yeni bir hava kazandırdı. Topu kapınca doğrudan rakip ceza sahasını hedefleyen Castillo’ya, Yusuf Yazıcı da eklenince oyuna yeniden denge geldi. Önce Lens göndermesi gerektiği Cenk’e atmadı topu. Döndü az önce giren Rodellega topu ilk dokunuşuyla golü yaptı...

Karşılığı bu mu olmalı?

Neresinden baksanız her anlamda lig seviyesinin üzerinde bir maç izledik!.. Öyle ki futbolun her tür ironisi vardı.. Ucuza satılan (!) Olcay eski takımına gol attı.. Fenerbahçe’den ‘kapılan’ Lens önce attı sonra kaçırdı. O kaçırınca, ‘Türkiye’nin mecburi golcüsü’ Rodallega ilk dokunuşta golü buldu!.. Sonra o da son anda karşı karşıyayı kaçırdı!. Ancak elbette sormak gerek; ‘’Bu kadar harcamanın karşılığı bu mu olmalı?’’ Örneğin, Jose Sosa!.. O kadar para saçmaya değer miydi? Okay Yokuşlu takımının en iyisi görünüyorsa topu kazanıp aktardığı Sosa’nın sıradanlığını nasıl açıklamalı?

02 Ekim 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI