‘’Seviye üzeri maç‘’
Takım omurgasındaki üç temel eksiğe bir de Cenk Tosun’u ekleyen Şenol Güneş sahaya sürdüğü onbirle rakibe adeta, ‘’Bu bizim için sıradan bir maç’’ mesajı vermeye niyet etmişti. Hızını ve temposunu koruyabildiği sürece ligin en sükseli takımı olan Beşiktaş açısından sahaya kimle çıkarsa çıksın düzen her daim belirlidir. Oyuna ritm katabildiği sürece oyuncular da bireysel performanslarını zorluyor. Bu da onların savunma konusundaki en büyük avantajına dönüşüyor. Talisca’nın düşünüp taşınılarak attığı gole kadar savunmada sıkıntı yaşamamalarını da buna bağlayabiliriz. Lakin kart görme pahasına bol faul yaparak topu ele geçiren Trabzon, Beşiktaş’tan 200 bin Euro’ya aldığı (!) Olcay Şahan’ın golünden sonra bir anda oyuna da ortak oldu. Çünkü onlar da ‘doğrundan savunma’ yerine başta Burak olmak üzere öne oynayarak ‘rakibi savunmaya itme’ düzenine geçince roller değişti. Tedirginlik o kadar açıktı ki, topun takımda kalması için öne oynayamadığından geriye oynayan Necip tribünlerin homurtusuna maruz kaldı. Oysa doğrusu Necip’in yaptığında...
Oyunu hızlandırınca...
Devreye önce Medel/Gökhan ardından da etkisiz kalan Negredo ile Cenk’i değiştirerek başlayan Beşiktaş başlarda bocalasa da oyunu hızlandırmayı başardığı ilk pozisyonda Lens ile golü buldu. Yanal’ın golü yedikten sonra yaptığı iki değişiklik oyuna yeni bir hava kazandırdı. Topu kapınca doğrudan rakip ceza sahasını hedefleyen Castillo’ya, Yusuf Yazıcı da eklenince oyuna yeniden denge geldi. Önce Lens göndermesi gerektiği Cenk’e atmadı topu. Döndü az önce giren Rodellega topu ilk dokunuşuyla golü yaptı...
Karşılığı bu mu olmalı?
Neresinden baksanız her anlamda lig seviyesinin üzerinde bir maç izledik!.. Öyle ki futbolun her tür ironisi vardı.. Ucuza satılan (!) Olcay eski takımına gol attı.. Fenerbahçe’den ‘kapılan’ Lens önce attı sonra kaçırdı. O kaçırınca, ‘Türkiye’nin mecburi golcüsü’ Rodallega ilk dokunuşta golü buldu!.. Sonra o da son anda karşı karşıyayı kaçırdı!. Ancak elbette sormak gerek; ‘’Bu kadar harcamanın karşılığı bu mu olmalı?’’ Örneğin, Jose Sosa!.. O kadar para saçmaya değer miydi? Okay Yokuşlu takımının en iyisi görünüyorsa topu kazanıp aktardığı Sosa’nın sıradanlığını nasıl açıklamalı?
‘’Artık onlar düşünsün‘’
Beşiktaş’ın disiplinli savunma ve bilinçli hücum aksiyonları, Leipzig’i ne yapacağını bilmez halde çırpınmaya terk etti! Maç bitimi puanını 6’ya çıkaran Kartal, rakiplerini kaderleriyle başbaşa bıraktı.
Türkiye ‘taktik faul’ü tartışadursun, Leipzig ilk 10 dakikada ısrarla faul yaparak Beşiktaş’ın oyun kurmasını engellemeye çalıştı ancak başaramadı ve golü yediler. Beşiktaş bunu iki önemli şeyle başardı. Biri, oyuncuların faullere itiraz etmek yerine oynamaya odaklanıp ısrarla tempo/skor arayışında olması ikincisi ise topu elde tutarak rakibin süratli çıkışlarına izin vermemesiydi.
Talisca farkı
20 ile 40. dakikalar arasında ‘aktif dinlenme’ de sayılabilecek bölümde topu rakibin kullanmasına pek ses çıkarmadı Beşiktaş. Topu tehlike bölgesinin uzağında tutma konusunda ise çok dikkatliydi. Bu bölümde tüm ön oyuncular savunmanın içine girerken savunmadan hücuma geçişlerde Babel/Cenk başta olmak üzere irili ufaklı denemelere de kalkıştılar. Nihayetinde ilk 10 dakikadan sonra
maçın ‘görünmez’i olan Talisca önce bizzat kanat organizasyonunu şekillendirdi. Ardından da hamlesini gözlediği savunmacısının arkasından sızıp tıpkı Porto maçındaki Quaresma’nın kestiği topa kafayı yapıştırdı!..
Tolgay girince...
İkinci devreye baskıyla başlayan Leipzig topu önde tutmayı başarıp bir de tempo yükleyince denklem değişmeye başladı. Artık iki soru vardı; bu baskıdan o bildik Beşiktaş kontratları çıkacak mıydı? Çıkmaz ise takım fizik olarak ayakta kalabilecek miydi? Neyse ki, ülkenin son teknoloji ‘akıllı stadı’nda aydınlatma sorunu çıkınca takım da biraz nefes aldı! Tolgay oyuna dahil olduktan sonra ise disiplinli savunma ve bilinçli hücum aksiyonlarıyla Leipzig’i ne yapacağını bilmez halde çırpınmaya terk etti!.. Maç bitimi puanını 6’ya çıkaran Beşiktaş böylece rakiplerini kaderleriyle başbaşa bıraktı.
‘’Kırmızılı maç!‘’
Artık aramızda olmayan ve bizimle bir daha maç izleyemeyecek Hakan Dinçay’ın hatırasından ve onun yaşayan acılı yakınlarından ‘bir dakikalık saygı’yı esirgeyecek kadar içimiz karardıysa bu oyunu neden izliyoruz ki? Böyle başladı maç... Sadece kendi eğlencesiyle meşgul kalabalığın ‘saygı duruşu’ndaki uğultusuyla. Giuliano, Valbuena ve Mehmet Ekici, Beşiktaş ceza sahasını gözlerken önce Hasan Ali’yi, kaleci Fabri’yle burun buruna getirdiler sonra da Janssen ile penaltıyı buldular.
Quaresma tolere ediliyor
Fenerbahçe kaptığı topları direkt karşı sahaya taşırken sık sık faul yapmak zorunda kalan Beşiktaş topu da ele geçiremediği için o bildik, oyun kurup kanatları işleten tarzına ilk yarı boyunca yaklaşamadı. Tartışılmaz yeteneğine oyun bilgisi ve oyun içi doğru davranışı bir türlü ekleyemeyen Quaresma, bir parça da ‘yıldız görüldüğü’ için hakemlerce tolere edildiğinden alıp başını gidiyor!.. İki dakikada benzer iki tutumla kendini attırmayı başarınca (!) zaten yolunda gitmeyen işler Beşiktaş için iyice zora girmişti ki, Cenk, üzerine gittiği Neto’nun son adamdan atılmasına neden oldu. Böylece maçın dengesi yine değişti.
‘Bitene kadar oynayalım’
Caner’e tribünden gelen küfürlü ve yabancı madde yağdırılan, tepkiye direnemeyen Oğuzhan artık niyeyse ondan topu alıp üst üste iki korner attı!. Ardından orta sahaya alınan Alper takımına yeniden ‘orta saha’yı getirince Janssen’in inadıyla gelen penaltıyla Fenerbahçe maça noktayı koymuş gibi olduysa da Negredo/Babel ikilisi ‘Bitene kadar oynayalım’ dedi. Tansiyonu, izlenir oyun ve kurgulanmış pozisyonlardan çok oyuncular arasındaki gerilimin yükselttiği ‘kırmızılı maç’ı Fenerbahçe kazanırken, ilk kez mağlup Beşiktaş’ın payına düşen de bu maçı sabahına unutup salıyı tasarlamak olacak...
‘’Kazanmaya yetecek kadar oynamak!..‘’
Futbolda oyuncu becerisi, taktik disiplin, kadro derinliği gibi belirleyicilerin yanısıra ‘alışkanlıklar’da önemli parametredir. Takım omurgasının temel unsuru Oğuzhan’dan yoksun Beşiktaş ayrıca bir ilk olarak stoper Medel ile sahadaydı. Bunun ‘alışkanlık’ açısından sıkıntı yaratacağı düşünülse bile ligin ‘iyi kapanan’ zor takımlarından Konya karşısında böyle bir zaafiyet göze çarpmadı. Aksine, Tolgay oyunu kurgularken hayli rahattı. Medel ise kimi zaman dengesini kaybetse de ciddi sıkıntıya neden olmadı. Bunun bir nedeni ezberlenmiş takım kurgusu ve yüksek tempo arayışıysa diğeri de zor tatmin olan Şenol Güneş’in çıtayı her daim yukarı iten tutumudur.
Tolgay/Talisca ikilisi ilk yarı boyunca oyunu enine başarıyla genişlettikçe saha Beşiktaş için son derece kullanışlı hale geldi. Kanat oyuncuları topu kolayca Konya ceza sahası çevresine taşıdı. Ancak ‘orta kalitesi’ sorunu vardı. Örneğin Quaresma son işe kadar her şeyi doğru yapsa da golde Caner’e verdiği pas dışında efektif değildi. Keza Babel de öyle..
Zor periyot başlıyor
Mücadele ve temposu iyi ancak pozisyon açısından verimsiz ilk yarının ardından Konya oyunu çok adamla öne taşıdı. Kimi zaman 6-7 oyuncuyla hücuma gittilerse de iki üç cılız şut girişimi dışında etki yaratamadılar. Beşiktaş ise ilk yarıdaki çeşitliliğin aksine fazlasıyla Quaresma ayağına bakan bir havadaydı ve o da 66’da üç kişini arasına dalıp o bakılan ayağını konuşturdu!.
Yaş ortalaması 30 olan Beşiktaş üç maçlık zor bir periyoda giriyor. Tempoyu taraftarını alıştırdığı seviyenin altında tuttuysa bunu biraz da gelecek günler için ‘enerjiyi kontrollü harcama planı’na bağlamak doğru olur. Elbette Konya’nın direncini de unutmadan.
‘’Tecrübe, düzen ve disiplin!..‘’
Bu gruptaki takımların hepsi sonuç ne olur bilinmez ama kafa kafaya oynayacak kadrolardan kurulu. O nedenle, nere de oynanırsa oynansın tüm maçlar her sonuca aç ık olacak. Geçen sezon yaşadığı Şampiyonlar Ligi tecrübesi Şenol Güneş’e ‘yapılacaklar/yapılmayacaklar listesi’ çıkartmıştır muhakkak. Bu nedenle Beşiktaş, hücum etme konusunda de plasmanda oy nanıyor olmasına rağmen ilk yarı boyunca hiç sıkıntı yaşamadı desek yeridir. Oyunu sağdan sola, soldan sağa genişleterek hem Po rto’yu enine açtılar hem de Cenk ve Ta lisca’yı gol pozisyonlarına davet ettiler. Böylece top kontrolünü sürekli ellerinde tutup ‘modern takım savunması’nın da esasen nasıl yapılması ge re ktiğini gö sterdiler. Atiba/Oğuzhan me rkezli ezberlenmiş oyunlarla ilk ya rım saatte iki gol çıkardılarsa bu takımın kend i oy ununa olan güve niyle açıklanır sanırım.
Oyunu öne taşıdı!
Topu sahanın nere sinde ele geçirirse geçirsin Beşiktaş yüzünü takım olara k ileri dönünce her defa sında Porto için tehlike çanları çaldı. Hele 25 ile 40 arasında orta saha çizgisini kapata rak öyle işler ya ptılar ki bizim ligde bile bu denli rahat değillerdi. Bu dilimde yaşananlar ikiden fazla golü hak ediyordu. To siç’in dengesizliğinden ye nen gole rağmen ilk devrede disiplinli oy un anlamında rakibinden uzak ara öndeydiler. Lakin Sergio Conceiçao, ikinci devreye orta sahayı yeniden şekillendirerek çıkınca Porto oyunu öne taşıdı. Onlar adına oyunun boyu ister istemez uzadıysa da Beşiktaş iyice gömülünce ra kibin handikapına rağmen topu uzun süre öne taşımak mü mkün olamadı.
Futbol kültürümüze...
İlk devredeki ‘takım savunması’ da yerini ‘ceza sahası savunması’na bıraktı. Oğuzhan/Medel değişikliğinin ardından topu rakibe bıraks a da ta nsiyonu tutmayı başarıp ‘pusuya yattılar.’ Fırsat da 86’da geldi ve çok az hata yapıp rakibini daha fazla hataya zorlayan Beşiktaş, “Bu grubun birinciliğine adayım” dedi ve her oyuncusuyla ge çen sene Şampiyonlar Ligi’nden ne çok şey öğrendiğini gösterdi. Ve son bir soru! Tribünlerin Quaresma’ya gösterdiği teveccüh, birbirini düşman ilan etmeye dünden hazır bizim futbol kültürümüze bir şeyler katar mı dersiniz?..
‘’Tarz değişikliği!‘’
Bir teknik adamın sahada takımına yaptırabilecekleri elindeki kadronun yapabilecekleriyle sınırlıdır. Şenol Güneş, Trabzon yıllarından bu yana gerek ‘izlemeye değer oyun’ gerek ‘oyuncu geliştirme’ konusunda ülkemizin parmak ısırtan teknik adamıysa bunda elindeki oyuncuların da azımsanmayacak katkısı vardır. Beşiktaş başta olmak üzere ülkemizdeki takımların ‘kronik stoper sorunu’ olduğu bildik durumdur. Pepe’nin gelişiyle defans dörtlüsüne akıl, tecrübe ve güç katan Beşiktaş’ta dikkat çekici bir gelişme oldu. Ekibin ‘tarzı değişti.’ Takım, geldiği günden bu yana ‘bağımlısı olduğu’ Atiba’nın yokluğuna rağmen maçı ilk 30 dakika Karabük ceza sahası önünde oynadı. Pepe’nin sağladığı güvenle iki marifetlisi Oğuzhan ile Tolgay oyun kurmada daha rahat ve daha yaratıcıydı. Bu nedenle önlerindeki Talisca’yı devre boyunca üç dört gol pozisyonunun içine attılar. Hele ki 10. dakikadaki Babel/Negredo/Talisca arasındaki tek pasa dayalı sonuçsuz kalan hücum organizasyonu devrenin zirvesiydi. Ancak ardından Beşiktaş’ın düşen temposuna bağlı olarak oyun da duruldu. Çünkü Lens ve Negredo arka blokta geliştirilen zenginliği çeşitlemek ve sürdürmek için takıma yeterince yardımcı görünmedi.
Öyle bir hata yaptı ki...
İkinci yarıda da Beşiktaş tempoyu yükleyemeyince Erkan Sözeri’nin Karabük’ünün direnci arttı. Önce kaçan penaltı ardından Tosiç’in, dengesiz ve gereksiz müdahalesiyle kendini attırması Quaresma’nın ardından oyuna ikinci neştere hazırlanan Şenol Güneş’in elini kolunu bağladı. Durumu takımı lehine çeviren Sözeri takımı yavaş yavaş ve planlı biçimde öne çıkarmaya başlarken Beşiktaş santrfor söküp yerine Cenk’i değil stoper almak zorunda kaldı. Lakin Karabük bir çıkışta öylesine bir hata yaptı ki, Oğuzhan tek pasla Babel’e golü yaptırıp ikinci devre tek pozisyona giremeyen Beşiktaş’a maçı kazandırdı. İkinci devre Necip, Fabri, Pepe takımlarını ayakta tutan isimlerdi.
Eğitim şart!
İki kısa not!.. Milli takım hocasının yetersiz bulduğu sol bek Caner, gerekçesini analiz edemeyeceğim tuhaf bir kibir içinde. Ülkede hakeme ‘dayılanma tarzı’nın bayraktarlarından. Gereği yok. Malum, memleket bir çok mevkiye oyuncu yetiştiremediği gibi stoper de yetiştiremiyor. Bu nedenle onca takım gezdirilen kerameti kendinden menkul Dany de buz gibi penaltı da ister istemez kendini ‘makbul futbolcu’ yerine koyup hakeme kabarıyor. Futbolcuyu hakeme karşı oyun konusunda eğitemezsek performans konusunda eğitilmelerini beklemek nafile olur.
‘’Bazen rüzgar senin için eser‘’
Futbol da her takım sporu gibi toplu olarak sahada ne yapacağını bilme oyunudur. Bilirsin, uygulayamazsın o ayrı ama ‘bilmek’ esastır. Bir o kadar önemli olan da ‘kiminle, neler yapabileceğini bilmek’tir. 22. dakikada Modric’in topu 60-70 metre sürerek ceza alanımızın önüne getirdiği ancak sonuçsuz kalan pozisyon çok şey anlatıyordu. O anda ön taraftaki dört oyuncumuz orta saha yuvarlağı civarında olan biteni uzaktan izliyordu! Yani ‘savunma bilgisi’ geçer not alamamıştı. Bilinir, ülke üç dört yıldır ‘koşu mesafesi’ tartışıp durur. Münazarayı da çoğunlukla kazananlar ‘faydalı koşu’cular olur. Haklılar da! ‘Yabancı tekaütler ligi’nde başka ne tartışılır? Dünyada olan biteni tıpkı o dört oyuncumuz gibi uzaktan izleyip durmamız da bu baptandır!
Kazanma mecburiyeti
Biraz eleştirilerin etkisi biraz ‘kazanma mecburiyeti’nin zorlamasıyla ofansif yanı güçlü oyunculardan kurulu Türkiye, topu ele geçirmekte zorlandıkça Kovacic/Modric merkezli atakların çoğu ürkütücü oldu. Zaten bir arada oynama sorunu olan oyuncularımızın ayaklarının ilk yarıda birbirine dolanmasının diğer nedenleri ise; savunma zaafiyeti, alışkanlıkların gelişmemiş olması, bizdeki her oyuncuya karşı karşıda bir parmak daha üstününün bulunması, moralimizin bozukluğu, toplum olarak her koşulda birbirimize duyduğumuz manasız öfke gibi nedenleri sıralayabiliriz.
Modric’i izledik!
İkinci devreye topla daha haşır neşir çıktıysak da 55’ten sonra orta sahayı Modric’le ‘huzur içinde geçen’ Hırvatistan takımı yine gol pozisyonlarına girip durdu, biz de hep birlikte izledik! Neyse ki, 75. dakikada ‘o an’ geldi!. Oğuzhan pas vermek yerine şut attı, kaleci Subasiv dışarı tokatlayamayıp Cenk’e indirdi ve maçın rengi değişti. Topu tekrar ele aldık. Ardından Lucescu orta sahayı sertleştirip maçı kazasız tamamlamayı sağladı. Sonuçta, anlatıcı Melih Gümüşbıçak’ın sık sık tekrarladığı gibi ‘derin bir nefes aldık’. Finlandiya’nın İzlanda’yı yenmiş olması da umudumuzu bir sonraki maça taşıdı.
‘’Oyuncu mucizesi bekleyen ülke!‘’
Konu Milli Takım olunca tartışma ‘O mu oynasın, bu mu oynasın?’da düğümlenir. Çünkü, ülkede ‘futbol tarzı/ekolü’ olmadığı için bütün iş, oyunculardan bazılarının bireysel performanslarına dayalıdır. Hal böyle olunca da ‘mucize beklemek’ten başka seçenek kalmaz. Güzide ülkemiz onca yılını adı ‘Türkiye Futbol Direktörlüğü’ olan ancak içinde ne olduğunu kimsenin bilmediği bir makamı gözleyerek geçirdi. Sonuç; her anlamda fiyasko. Akabinde, yıllardır süren boğuşmalar nedeniyle itibar yitirip, halkın önemli bölümünün desteğinden uzağa düşen milli takımın başına ülke futbolunun yıllardır kurtarıcı olarak bellediği/beklediği Mircea Lucescu getirildi!..
Sorun topal değil
O da ülkeye adım attığı günden bu yana açtığı her başlıkla zaten ‘düşünsel zavallılık’ içinde olan futbol ortamını iyiden iyiye münakaşaya gömdü! Dört maçlık kritik serinin ilk adımına stoperde Mehmet Topal’la çıkarak son Avrupa Şampiyonası’ndan bu yana hepimizin tecrübe ettiğini bir kez de o tecrübe etmek istedi! Tamam, teorik olarak Topal ‘geriden oyun kurar’ ama soru şu; ortada ‘kurulması planlı bir oyun var mı?’. Sorun elbette tek başına Topal değildi. Hocanın, rakip müdafaanın önündeki Stepanenko’ya dikkat çektiğini okumuştuk. Ancak gerçek dikkat çekici olan bizim savunma dörtlüsü ile önlerindeki hat arasındaki o derin boşluktu. Cengiz/Emre/Hakan/Ozan/Tolga kalabalığının arkası Ukrayna’nın oyun alanı olunca işler çıkmaza girdi ve zaten sıkıntılı olan bizim müdafaanın tüm defoları ortaya saçıldı.
İlginç tercihler
Lucescu, Avrupa’nın en zor liglerinden Bundesliga kültürü olan oyuncuların yerine bizim ligin gediklilerini tercih etmişti. Durum şöyle de açıklayabilir miyiz? Oğuzhan sorununda olduğu gibi, takımı kurarken federasyon bürokrasisi ve ülkenin grift ilişkileriyle baş etmekte zorlandı ve Dünya Kupası şansı olmadığını da görünce gelecekteki takımı için ‘yardımlarına teşekkür edilecekler listesi’ çıkardı!.. Çünkü, gruptan çıkamazsa kimse ona bir şey diyemez ve o da bunun konforuyla ‘cesur oynadı’. Beri yandan yanıtlamamız gereken bir soru daha: ‘Başta sağ ve sol bek olmak üzere çoğu bölgeye oyuncu yetiştiremeyen bir ülke hala yeni bir mucize bekliyorsa hakikaten Dünya Kupası’na gitmeyi hak ediyor mu?’