‘’‘Gerilim filmi’ var‘’
Denir ki, ’Fenerbahçe kendi sahasında taraftar baskısı nedeniyle oynayamıyor’! Bu saçma sapan tezin savunanı da hatırı sayılır bir kalabalığa tekabül eder ülkede. Örneğin tüm maç sahada kalmış Edin Dzeko ne yapamamıştır? Evet, gol atamamıştır ama yeni moda deyimle ‘Derine gelip pas istasyonu’ da olamamış mıdır? Ya da milyonlarca Euroya ülkeye kazandırılmış Cengiz Ünder ile Rade Krunic’in oyuna katkısı nedir? Fenerbahçe için epeydir ’Alarm zili’ çalıyor ve ligin başındaki baskılı, akışkan oyunun yerinde yeller esiyor. O zaman soru şu? Antrenmanlarda neler oluyor ve olan biten nasıl ölçülüyor? Örneğin, dün bir bugün iki antrenman yapmış Serdar Dursun sahaya önce gönderiliyor ama takımla yüzlerce antrenman yapmış Michy Batshuay’nin ‘Karambol oyunu’ için sahaya son bölümde atılıyor! Yetmiyor son an penaltısı Batshuayi’ye attırılıyor. O yedek kulübesinde kalsa elbette penaltıyı atacak biri olacak ama Fenerbahçe takımında durum bu mu olmalı?
Varlık gösteremeyince...
Ya da onca maç kenarda tutulan Mert Hakan Yandaş bir anda ‘Kurtarıcı oyuncu’ya dönüşüyor! Haliyle Fenerbahçe’nin sorunu epeydir ‘Kenar yönetim anlayışı’ gibi duruyor. Ancak kazandıkça, daha doğrusu ligin diğer takımları kazanacak varlık gösteremeyince, işlerin nerede aksadığı tespit edilemedi ve sonuçta perdeye bu tür ‘Gerilim film’lerinin yansıması da kaçınılmaz oldu. Ve son olarak... ‘Penaltıydı, değildi’ benim tartışma konum değil ancak böyle bir son dakika durumu diyelim Galatasaray için gerçekleşse ve onlar kazanmış olsa Fenerbahçe cephesinde neler yaşanırdı?
‘’Maç değil yürek sızısı!‘’
Biliyorduk Beşiktaş ilk devreleri oynamıyor ya da doğrusu oynayamıyordu ama bu kadar “oynayamama” aşırıya kaçtı! Sahi 22 milyon euro üzerinde bonservis ödeyip iki özel oyuncu alan takım bu muydu ve bu takım antrenman yapıyor muydu? Bunu kanıtlayacak en küçük bir emareye rast gelen olmamıştır sanırım. Deniyordu ki, “Beşiktaş kontratak oynamaz”! Deniyordu ki, “Sahamızda hiçbir takım bizden fazla koşamaz”! Dendi de dendi… Neticede oyunsuz geçen ilk devre “iç sıkıntısı” daha da ötesi “büyük bir sızı” olarak geçip gitti.
Şöyle düşünelim…
İkinci devre başlar başlamaz kornerden gelen pası Rashica ortaladı! Maç başından bu yana Beşiktaş 14 ortanın sadece birinde isabet sağladığından olsa gerek tüm Konya savunması uyudu! Nihayet topa vurup vurmadığını belirleyemediğimiz Semih kafayı uzattı da tribündekiler dahil hepimiz uyandık. Devamı sadece top kapmaya çalışma, kapılan topu şut mesafesine taşıma ve şut atma olarak geçip gitti. Şimdi şöyle düşünelim… Konya düşmemeye Beşiktaş Avrupa’ya gitmeye uğraşıyordu. “İki takım arasındaki 7 farkı bulun” deseler skoru ihmal ederek neleri sıralardınız acaba? Bu ülkede bir maç bu oyunsuzlukla oynanıp üstelik biri de kazanırken bir yandan da “yayın ihalesi”nden gelecek paraları hesap edenler var. Üstelik Beşiktaş gibi üretemediği parayı hesapsızca savuran onca takım kimsenin gözüne değmezken!..
‘’Daha iyi olabilirdi ama bu da iyi‘’
Maçın başındaki tedirgin edici Prag hücumlarının savuşturulması yaklaşık 10 dakika sürdü. Ancak ardından devreye iki oyuncu girdi. İlki Davinson Sanchez, ikincisi Kerem Demirbay. Bu iki oyuncu Prag hücumlarını önce ceza sahası önünde ardından da orta sahada söndürdü. Oyun kurulumunda ise rakibin analizini boşa çıkaran tahmin edilemez biri vardı; Mauro Icardi. Orta sahaya kadar gelip şimdilerde, ‘Bağlantı oyuncusu’ adı verilen pozisyonu icra eden İcardi gol dışındaki birkaç girişiminde ilk pasörüydü. Kısaca ilk devre oyun egemenliği ilk bölüm dışında Galatasaray’ındı. Ancak ikinci devrenin başlamasından kısa süre sonra Sparta Prag teknik direktörü Brian Priske’nin kariyer başlangıcındaki, ‘Duran top uzmanlığı’nı devreye alacak bir faul pahalıya patladı ve maça beraberlik geldi. Ardından ‘Mertens usta’nın rakibe de çarpan şutu tedirginliğe son verecek golü getirdi. Fakat hikaye böyle bitmeyecekmiş! Önce Victor Nelsson, kademeyi darmadağın eden derin pasta son adam faulünden kırmız kart gördü ve iki dakika sonra da onun olmadığı bölgeden kafa golünü yedi Galatasaray! Ancak daha muazzam işler son dakikalara sıkışmıştı.
Gerisini Prag düşünsün
89. dakikada Muslera’nın karşı karşıya kurtarışı öncesindeki Sparta Prag davranışını tekrar tekrar izlemeyi öneriyorum. Gol olmadı ama futbolun doğrularına muazzam bir örnekti! Ve ardından Barış Alper Yılmaz’ın taşıyıp Icardi’nin şutuyla tamamlanan hücumla Galatasaray perdeyi kapattı. Belki ülkenin beklediği net skorla tamamlanamadı maç ama ikinci maça rahat gol atan bir Galatasaray gidecek ve artık devamını Sparta Prag teknik ekibi düşünecek!
Bir de son not! Bizim takımların uluslararası maçlarını anlatan spiker arkadaşların ’Haydi çocuklar’ ile başlayan cümlelerinin muhatabının kim olduğunu anlayabilmiş değilim! Sahadakileri mi gayrete getirmek istiyorlar yoksa biz televizyon izleyenlere mi gaz veriyorlar, çözemedim! Eğer muhatap biz isek, ki biziz gibi görünüyor, oturduğumuz yerden ne yapabiliriz ki?
‘’Necip ile Mert etkisi!‘’
Biz izlemekten bıkıp usandık ama milyarlarca borcuna rağmen onca paraya onca transfer yapan Beşiktaş ilk devreleri oynayamamaktan bıkmadı. Bahisçilerin sık başvurduğu “gol beklentisi” istatistiğine (xG) göre ilk devre şöyleymiş: 0.11. Yani sadece ‘’gol hayali kurmuşlar’’ o da soyunma odasında! Peki, “İlk devre boyunca Beşiktaş’ın en etkili oyuncuları kim?” diye sorsam yanıtınız Necip Uysal ile Mert Günok olmaz değil mi? Ama öyle. İkinci devre başlar başlamaz Kayseri sağlı sollu gelirken Beşiktaş hala uykudaydı ve uyanacak gibi de görünmüyordu. Pozisyona giremese de Kayseri topu gezdirdi ve Beşiktaş’ın oyundaki bıkkınlık katsayısını gittikçe yükseltti. Tek seçenekleri ‘Uzun vur hata bekle’ idi ama Kayseri tersine son bölümü son derece baskılıydı. Ve bu bölümde de Beşiktaş’ı ayakta tutan yine o “beğenilmeyen” Necip ile Mert oldu.
Kaynak neresi!
Doğrusu ya maçta yazacak çok şey olmadı. Yine de ilginç bir son not da şöyle olsun. Ayağının tozuyla sahaya sürülen Ernest Muçi’nin neler yapacağını doğrusu çok da merak etmiyordum. Daha yeniydi ve beklentiyi yüksek tutmamak gerektiğini bilecek kadar futbolla ilgiliydim. Ama bu transfer için Polonya Cumhurbaşkanı Andrezj Duda’nın aracı olduğu haberini sabah okuduğumda “Bu kadarı da olmaz artık” demiştim! Nihayetinde propaganda yapacağım derken ölçünün kaçtığını maç öncesinde öğrendik. Legia Varşova, “Gazetecilerin yaratıcılığını biliyoruz ancak bu sefer hayal güçleri fazla ileriye gitmiş” açıklaması yaptı. Şimdi soru şu; sizce bu haberin kaynağı neresidir?
‘’Gergin ve telaşlı!‘’
Bir gün önce Galatasaray’ın maçı kazanmış olmasının yarattığı gerilime yenik düşmüş bir Fenerbahçe vardı sanki ilk yarı sahada. Rahat olmak için onlarca istatistik üretmişken bu kadar gergin olmayı başka gerekçeyle açıklayamıyorum çünkü... Alanya’nın neyi nasıl yapacağı muamma değil. Ancak golde Fenerbahçe’nin kendi ceza sahası içinde 4’e üç yakalanmasını da açıklamak epey zor! Hele ki uluslararası tecrübe Çağlar’ın ‘kayarak müdahale edeceğim’ derken kendini oyun dışı bırakmış olmasını!.. Gerçi maç içinde ikinci golü bulan Alanya gollerden gayrı ikiden daha fazla golle burun buruna gelmedi değil. İkinci devrenin başlamasıyla gerginliğin gereksiz olduğu net biçimde anlaşılmış olmasına rağmen durumu sürdüremedi Fenerbahçe. Önce duran toptan penaltı, ardından üç savunmacının üzerinden ‘’maçın yürüyeni’’ Dzeko’nun kafa golü!. Sade ve tempolu oynandığında mevcut takımlar içinde Fenerbahçe ile Galatasaray’ı zorlayacak takım “şimdilik” görünmüyor. Görünen, bu ikilinin maçlarda kendilerini acelecilik nedeniyle durduk yere zorluyor olması!
Sorun içeride mi!
Daha çok da bu maçta olduğu gibi kendini fazla zorlayanın Fenerbahçe olması gibi. 25 şut deneyip 30 orta yapan bir takım en fazla ‘’şansını zorluyordur’’ benim gözümde. Ve maç sonu sanıyorum son yılların modasına uyup hep birlikte taraftardan ‘’özür dileme’’ kuyruğuna gireceklerdir! Ama bu, oyun ve kadro tercihi ile ilgili sorunları kapatmaya yetmez. Ve son not: Fenerbahçeliler hatırlar! Takımları transfer yapabilsin diye Aziz Yıldırım döneminde ‘’hatırı sayılır bir para’’ya Boluspor’a transfer olmuştu Ertuğrul Taşkıran. O transfer de o zamanlar için ‘hayatın olağan akışına uygun’ bulunmayan transferlerindendi. Şimdi bu futbolcuya, yetmiyor büyüklerine bu kadar galiz küfrün gerekçesi nedir? Maçı bırakması mı isteniyordu Ertuğrul’un?. Acaba Fenerbahçe’nin sorunu dışarıda değil de içeride olabilir mi?
‘’Sabırlı set oyunu!‘’
Bilinir, Beşiktaş epeydir maçların ilk devresini boş geçirirdi, çoğunlukla ama bu karşılaşmanın ilk devresindeki “boşluk” bambaşkaydı. Antalya’nın orta sahaya kurduğu bariyeri bir kez geçebildiler, Umut Meraş ortasına Semih’in avuta giden kafa vuruşunda. O Umut Meraş ki, yedikleri goldeki kritik hatayı yapan futbolcuydu aynı zamanda. Tüm hücum planı Ante Rebiç koridorundan Cenk Tosun’a ulaşmak gibi görünen Beşiktaş, ev sahibi topu sahanın her yerinde sakince gezdirirken şaşkına dönmüş gibiydi. Öyle ki, kontratak bile yapamayacak denli şaşkın görünüyorlardı. Antalya gösterişli oynamıyordu ama sahanın her metrekaresine hakimdiler. Santos ikinci devreye tüm gücünü yığdığı kanadı değiştirerek başladı. Rebiç ile Muleka, Umut ile Emrecan değişti. Peki, hafta içi antrenmanları ne anlatıyordu acaba? Antrenmanda yaptıklarını yapamadı mı bu koridor?
Değişiklikler ve denge
Değişikliklerin ardından oyun bir biçimde dengeye geldi ve taç atışı sonrası gol yiyen Beşiktaş, paslaşılan korner sonrası gelen ortadan Muleka’yla golü buldu. Ardından sabırlı bir set oyununa döndü Beşiktaş ve ilk devre Antalya’nın yaptığının benzerini oynamaya başladı. Ve bir gol de oradan çıkardılar aynı oyuncuyla. Bu golde Cenk Tosun’un pasöre dönüşmesini sağlayan tam da bu sabırlı set oyunuydu. Bu oyunu baştan beri neden oynayamadı Beşiktaş? Kanımca ilk neden Antalya’nın caydırıcı oyunuydu. O bölümü tek gol yiyerek atlatmış olmaları Beşiktaş’ın şansı oldu bu maçta. Maça 20-25 dakika hakim olması yetti Beşiktaş’a tur için. Bu da ülkedeki oyunun seviyesini göstermesi açısından ibretlik bir örnek olsa gerek.
‘’Maç oynanmadı, Semih oynadı!..‘’
İlk yarı için şahane bir özet ifadesiydi maçı anlatan spiker Ali Ferahbot’un notu; ‘’Maçın ilk isabetli şutu gol oldu’’! O anda maç 45’e girdi girecekti… Evet, ifade gol için doğruydu belki ama sanki esas soru şu olmalıydı; ‘’İnönü’de bir maç mı oynanıyor’’!? Bu oyunsuz karşılaşmada bildiğimiz anlamdaki futbola dair en sağlam emare ‘’hakeme itiraz’’dı. Futbol oynamayı beceremeyen onca oyuncu her fırsatta hakem Arda Kardeşler’i çevreliyor ve forma rengi fark etmeksizin onu eğitmeye gayret ediyordu. Milyonlarca Euro harcanan Raschid Ghezzal, Gedson Fernandes, Jonas Svensson, Milot Rashica ile Cenk Tosun’a rağmen bu oyunsuz oyunda Semih Kılıçsoy, Necip Uysal, Bakhtiyar Zaynutdinov ayakta kalması bile kazanmaya yetti! Düşünün Semih’i çıkartan alt yapı Svensson kadar bir sağ bek, Umut kadar bir sol bek ya da 6 ile 8 pozisyonu denilen pozisyonlara oyuncu çıkaramıyor. Ya da çıkarıyor ama gören gözler katarakt olmuş, göremiyor! Artık hangisi kabul edersiniz.
Arda Güler misali
Semih Kılıçsoy öyle bir çocuk ki, ülkedeki ve Beşiktaş’taki yanlış politikaları, olmayan paraları saçıp savurmayı, problemli yaklaşımları, futbol bilmezliği, nedensiz kibri, çok az şey bilip her şeyi bilir gibi yapmayı sırtına vurup taşıyacak gibi görünüyor. Tıpkı Arda Güler misali. Bir ülkenin bu kadar az çocuğu olmaz, olamaz olsa olsa ‘’gözü görmeyen büyükleri’’ olur…
‘’Sahi biz ne izledik böyle!‘’
Gücü, kuvveti ancak tek 45 dakika, onun da 20–25 dakikasını oynamaya yeten ‘Türkiye Süper Ligi’nde bildik, tanıdık bir ilk yarı. Top, onunla daha çok oynayan görünse de aslında ‘oyalanan’ Beşiktaş’ın ayağındaydı. Gol ise tek fırsat bulan ama ondan değil Rey Manaj’ın defansa çarpıp kaleciyi yanıltan şutunda Sivas’tan geldi. Biz öylece sahaya bakıp duruken hiçbir şey yapmadı iki takım ilk devre. Sanki uyuklar gibiydi onca oyuncu. İkinci devrenin başında Beşiktaş bir iki ‘çırpınan atak’ yapınca Fernando Santos’un devreye girdiğini düşünmüştür çoğu insan ancak oyun süratle ‘ülke normalleri’ne döndü. Çünkü Sivas 1-0’ın avantajıyla ‘tuzak hücumlar’ gözleyip bir iki çıkış da yapınca Beşiktaş’ın iştahı kabaramadan söndü. Futbol ‘yıldız oyuncu’, ‘deha hoca’ paradigmasını aşalı çok oldu. İyi bir hocayla tekrarı bol, yaratıcı antrenmanlar yapmadıktan sonra kazanımlar ‘tesadüf’lerin ötesine geçemiyor. O kazançlar da kendi yaptıklarınızdan daha çok rakibin yapamadıklarıyla doğrudan bağlantılı oluyor. Yani geçmişteki takım çalışması, oyuncu profili, mali portre, sık sık hoca değişikliği vd. nedenlerle eksik kalmışsanız gelenin adı Fernando Santos ya da Bülent Uygun olmuş çok değişmiyor, değiştirilebilecek etki sayısı düşük kalıyor. Beri yandan tribün boş, zemin en az sahadaki oyun kadar berbat olsa bile ‘hakeme itiraz’ değişmiyor ve elbette yok yere kendini oyundan attırma da!
Hiç yere...
Beşiktaş epeydir matah bir şey yapamıyordu sahada, bu maçta da yapamayacağı öngörülebilirdi. Gerçi Sivas da gol dışında etkisizdi ama gol atmışlardı en azından. Peki Bülent Uygun hiç yere kendini neden attırdı? Servet Çetin, Bülent Uygun... Şenol Güneş, Burak Yılmaz, Rıza Çalımbay, Serdar Topraktepe, Fernando Santos... Ve gelip giden, gelip gidecek onca futbolcu... Şimdi sorarım size, ‘Biz ne izledik söyler misiniz?’ Beceremeyen futbolcu, yetersiz teknik direktör ya da bizim topraklarda o pek sevilip sık kullanılan haksızlıklar zirvesi benzetmeyle ‘eyyamcı hakem’ mi? Sahi, hangisi?