‘’Bütün hafta tartışılacak‘’
Fenerbahçe maçındaki son dakika golünün hemen ardından başlayıp düne kadar süren ‘’demeç fırtınası’’nın Galatasaray takımını etkileyip etkilemediği de ölçülecekti karşılaşmada. Görüldü ki, ev sahibi kimi maçta beklenenin altında kalmış olsa da ligin zor takımlarından Samsun karşısında kaldığı yerden devam ediyordu. Önce, Lucas Torreira’nın örgütlediği sade ama beceri, hız ve yaklaşım isteyen hücumda Leroy Sane’nin sürece katılıp kendisinin nihayete erdirdiği izlenesi bir gol attılar. Devamında yine Sane’nin vücudunu kullanıp ardından süratini kattığı hücumla Victor Osimhen’i çıkardılar sahneye. Başrolde Sane’nin olduğu ilk devrede işler yolundaydı. Ancak ikinci devrede tedirginliği artıran Samsun’un ilk organize hücumu oldu. Kaleci Okan Kocuk’tan gelen topu Emre Kılınç’a geçiren Anthony Musaba boş kaleye kafa golü atınca maçın hâl ve gidişi bir anda değişti. İlk devrenin ‘’sinik’’ Samsun’u oyuna döndü ve öyle ki bu devrede ‘‘Gol Beklentisi’’ istatistiği süratle misafir takım lehine döndü. 72’de Carlo Holse’nin taşıdığı topta Davinson Sanchez araya girmese o istatistik ne hale gelirdi tahmin bile edilemez!
Tanıdık çocukların gayreti
Nihayet Samsun’un baskın oyunu futbolun nadir de olsa yazılı olmayan kurallarından birini devreye soktu! Emre Kılınç, eski takımına golünü attı.. Üstelik top ligin en sükseli oyuncusunun - Victor Osimhen - ayağına çarpmıştı. Ama işte Osimhen kısa süre sonra ayağına geleni geri çevirmeyip ağızlara gelen Galatasaraylı yürekleri yerine döndürdü... Peki topu oraya taşıyan kimdi? Taraftarının bir ara canından bezdirdiği Barış Alper Yılmaz. Osimhen’in rövaşatasına topu indiren ise Yunus Akgün oldu. Galatasaray ikinci devre şöyle bir gitti ama ‘’tanıdık çocukları’’nın özel gayretiyle geri gelmeyi de bildi… Ama tartışma bitti mi? Elbette ‘’Hayır’’. Bütün hafta demeçler demeçleri kovalayacak ve o son pozisyonu tartışıp duracak ülke…
‘’Kazanan taraf Trabzon oldu!‘’
‘’Temkinli oyun’’un iki teknik adamın da önceliği olduğu kadrolar açıklandığında belli olmuştu. İlk devre boyunca maç tam da bu doğrultuda ilerledi. Gol vaat eden bir maç değildi ama farkı yaratan Galatasaray’ın önce Gabriel Sara ardından Leroy Sane ile iki şut denemesi oldu. İlki auta gitti ikinci vuruş defansa çarpıp gol oldu. Buna karşın ev sahibi Fenerbahçe ise hücumda ‘’yok hükmünde’’ydi.
Ne Kerem Aktürkoğlu ne Dolgeres Nene ne Marco Asensio vardı ortalıkta. Böyle olunca da Youssef En Nesyri’den bir şeyler beklemek fazla iyimserlik olurdu. İkinci devre de ilkinden farklı değildi. Bir ‘’top kaptırma yarışı’’dır gidiyordu. Topu kapan tuhaf bir acemilikle ikinci bilemediniz üçüncü pasta topu karşı tarafa devrediyordu.
Galatasaray ev sahibinin ritmi yükseltmesine izin vermedi. Üstelik Tedesco’nun değişiklikleri de tempo yükseltmeye yetmeyince Galatasaray maçı sona kadar istediği gibi kontrol etti. Lakin uzatmada Tedesco’nun iki değişikliği beraberliği kurtaran uyumu gösterdi. Maçın Fenerbahçe için Ferencvaros maçı kıvamında geçeceğini tahmin ediyordum, yanılmadım. Fark, beraberlik golünün daha geç gelmesindeydi. Kazanan ise zirveye yaklaşan Trabzon oldu!..
Ve son bir kaç soru...
Leroy Sane golü sonrası tribünden atılan cisim Kazımcan Karataş’ın gözüne zarar verse atanın başı göğe erecek ve ‘’büyük Fenerbahçeli’’ mi olacaktı? Maç yaklaşık 5 dakika geç başladı… Maçların geç başlamasının bilmediğimiz özel nedenleri mi var acaba?
En Nesyri değişiklik için kenara giderken protesto eden kalabalık takımları Fenerbahçe’nin lehine bir tavır gösterdiğini mi düşünüyor?
Maç boyu Galatasaray’ın en yüksek gayret göstereni taraftarının zaman zaman tepki gösterdiği Barış Alper Yılmaz’dı. Maçın kazanılmasında hatırı sayılır katkısı olan Barış bundan böyle hak ettiği teveccühü görür mü dersiniz?
Özellikle ilk devre hakem Yasin Kol uyarana kadar Okan Buruk ekrana her geldiğinde kararlardan şikayet ederken, Tedesco görüntüye her geldiğinde oyun ve takımıyla ilgiliydi. Sizce hangi teknik adamın tarzı doğru?
‘’Hiçbir şeyi olmayan maç!‘’
İlk devre boyunca hiçbir şey olmayan nice maçtan biri daha... Top kaptırma yarışına girdikleri için değerli istatistik üretemeyen iki takımdan Beşiktaş, David Jurasek üzerinden ilerleyip, orta yapma girişiminden öteye geçemedi. O ortaların çoğu da girişim aşamasında eridi gitti. Yapılmış olsalardı da topu kim kaleye gönderecekti, bu da bambaşka bir soru olarak orta yerde öylece kaldı. İki kırık dökük girişimden sonra ilk bilinçli hücumu 40. dakikada organize etti Beşiktaş, o da kornerle sonuçlandı. Ve o korner iki pas, bir Jota Silva marifetiyle gol oldu da sıkıcı devre en azından izleyenler için bir anlam kazanmış oldu.
İkinci devresinde Karagümrük’ten bir şey beklenmiyorsa da Beşiktaş’ın yapacakları merak konusuydu. Rakip alanı işgal etmişlerse de üretim düşüktü. Nihayet VAR’dan gelen bir penaltı o da kaleci kurtarışı… Beşiktaş gol atacak gibi görünmüyordu yardım bu kez Karagümrük kalecisi Ivo Grbic’ten geldi. Eliyle oyun kurayım derken penaltıyı kaçıran Cengiz Ünder’e asist maç boyu ortalıkta görünmeyen Bilal El Toure’ye gol yazdırdı. Maç başladığı gibi devam ediyordu ama Beşiktaş’ın gol beklentisi arttıkça artıyordu. Sürprize kapalı bir maçtı. Beklenen oldu da stadyumda ya da televizyonda bu maçı izleyenler ne kazandı orası meçhul? Maçı kazanan Beşiktaş taraftarlarının bile kendilerini geleceğe dair iyi hissedemedikleri bir maçtı. Yazacak, söylecek çok az şeyin olduğu nice maçtan biri daha başladı ve bitti… Biri kazandı diğeri kaybetti. İzleyenler ise sadece ‘’zaman kaybetti.’’
Burası Türkiye!
Sonuç olarak… Her şeyi değilse bile çoğu hali tuhaf bu ligin. Kameranın görüş alanındaki tribününde tek kişi yok! Karagümrük teknik direktörü olarak maç başında Atılay Canel’i seçiyor kamera ancak maç boyu yedek kulübesi önünde çırpınan Onur Can Korkmaz oluyor! Peki, şaşırıyor muyuz? Elbette ‘’Hayır’’. Çünkü, ‘’Burası Türkiye!’’
‘’Bu oyunla fazlası olmazdı‘’
Maç önünde Tedesco’nun rakip analizindeki ‘tehlike içeren istatistik’lere bağlı olarak ilk devre topu daha çok elde tuttu Fenerbahçe. Böylece Ferencvaros’un yüksek topla gol arayışının önü de alınmış oldu. Yine de rakibin iki topunun direkten dönmüş olması, ki biri taç atışıyla başlamıştı, ilk devrenin en önemli gol girişimleriydi.
Ya Fenerbahçe? Oğuz Aydın, Kerem Aktürkoğlu ya da Archie Brown’un rakip savunma çizgisinin arkasına sarkmakta güçlük yaşadığı devrede geriye sadece ceza sahası dışından şutlar kalmıştı. Onlardan kaleyi bulanlar da etkisizdi! Kısacası maç ikinci devrenin son bölümüne kalmış görünüyordu.
Pozisyon yok, şut var
İkinci devreye Talisca şutuyla başladıysa da rakip üst üste her biri yürekleri ağıza getiren yüksek top denemelerine geçtiler. Ve Yusuf Bamidele’nin Skriniar’ı baskıyla alt ettiği pozisyonun kornerinde de Varga ile kafa golünü buldular.
Neyse ki, üç dakika sonra Talisca’da başlayıp 6 pas sonunda yine onun tamamladığı vuruşla maça eşitlik geldi. Tempoyu bir türlü yükseltemeyen Fenerbahçe maçı kazanabileceği pozisyonları üretemezken sadece şut denemekle geçirdi tüm maçı. Bu oyunla bu skordan ötesi mümkün olamazdı zaten.
Farkı gören oldu mu?
Dün akşam bir kez daha gördük ki, iyi ve düzenli futbol oynamak için bizdeki takımlar gibi savurgan olmaya hakikaten gerek yok. Fenerbahçe 11’inin piyasa değeri 157 milyon Euro iken Ferencvaros'unki sadece 21 milyon euroydu! İki takım arasında piyasa değeri farkı kadar fark gören oldu mu?
‘’Beklenmiyordu ama oldu!‘’
“İlk devre boyunca etkili pozisyon olarak adlandırabileceğimiz pozisyon yoktu” demek yanlış olmaz. Anlaşılır nedeni iki takımın da ‘temkin’i oyunun ilk bölümü için öne almış olmasıydı. Bu konuda Okan Buruk ve ekibine bir şey söylenemez çünkü puan ve sıralama açısından rakibe göre hayli avantajlı konumda olan Galatasaray’dı. Üstelik bunca eksiğine rağmen... Yine de ilk devre boyunca topu elinde tutma konusunda daha iyi olan Galatasaray’sa bile ‘’gol arayışı’’ açısından daha etkili görünen rakip Saint Gilloise oldu. Gerçi onların da yürekleri ağıza getirecek pozisyonu yoktu ancak topu tehlike bölgesine getirme konusunda iyi göründüler. İkili mücadele kazanmada da iyiydiler devamında hücum örgütlemede de... Ve nihayet 57. dakikada seri ama aceleci olmayan hücumda aut çizgisine indirdikleri Adem Zorgane’nin içeri çevirdiği topta Promise David ile ‘’boş kale’’ye attılar golü!
Felaket değilse de...
70’e doğru Saint Gilloise ‘’geçiş’’ fırsatı kollamak için ceza sahası önüne kümelenince Galatasaray oyunu rakip sahaya iyice yığdı. Gerçi öndeki Mauro Icardi ile Barış Alper Yılmaz’ı bulmakta baştan beri çektikleri güçlüğü yine çekiyorlardı ama baskı da rakibi hataya zorluyordu. Ancak Belçika takımı da iyi yerleşmişti savunmaya. Alan bırakmıyor, açık vermiyorlardı... Beklenmiyordu ama oldu, Galatasaray sahasında yenildi. ‘’Yedeksizlik’’ de denebilir bu duruma bağlı olarak ‘’sakatlık’’ da... Ancak sahadakilerin, özellikle ikinci yarı maça giremeyip skora reaksiyon gösterememeleri bundan sonrası için sıkıntıya beraberinde getirir. Görece düşük profil bir takım görünen USG’ye mağlubiyet kuşkusuz ki bir felaket değil ancak devamındaki Monaco maçı da buna benzer bir oyuna sahne olur ve de kaybedilirse Galatasaray’da tartışmaların ekseni ligi bile etkileyecek biçimde değişebilir.
‘’Soruna susup sonuca sinirlenmek‘’
Epeydir Beşiktaş maçlarının ilk yarılarında beklentiyi düşük tuttuğum için ‘’olamayıp bitemeyenler’’e de şaşırmıyorum. Ne bireysel beceri ne organize hücumlar açısından ev sahibi koca devre boyunca neredeyse hiçbir şey yapamadı. Sorulabilir, ‘’Rafa Silva’nın yokluğunda daha fazlası beklenir mi?’’ Evet, beklenir ya da beklenmeli. Ne yaptığını bilen Samsun sınırlı sayıdaki hücumlarında Anthony Musaba ile Cherif Ndiaye’ye ulaştı ama iki pozisyonda da bahis operasyonlarının haklı öfkelisi Ersin Destanoğlu’nu geçemediler. Dahasında da pek bir şey olmadı. Sadece VAR’dan manasız bir ‘‘inceleme çağrısı!’
Beşiktaş’ın vasat bir başlangıç yaptığı ikinci devrenin ilk pozisyonu penaltı olunca tabela değişti ama uzun süre böyle kalacak gibi de görünmüyordu. Nihayet Cengiz’in geri pasında Ndiaye golü attı ve Samsun yavaş yavaş oyuna hükmetmeye başladı. Sergen Yalçın çareyi değişliklerde gördüyse de gerek fiziksel gerek oyun donanımı açısından Beşiktaş’ın takım olarak yolunun çok uzun olduğu aşikar.
Yönetim istifa demekle...
Maç bitimi ‘‘kaleci kurtarış istatistiği’’ herşeyi değilse de çok şey anlatıyordu Beşiktaş açısından: 5/1. Şimdiye değin bu tip bazı maçları Rafa Silva gibi daha çok marifete dayalı çözdüler ama marifetin gösterilemediği maçlarda işin içinden çıkmak kolay görünmüyor. ‘’Yetenekli oyuncu’’ya yaslanarak ilerlerken aynı zamanda bir kaç farklı oyunu da inşa etmek de gerekiyor. Kuşkusuz ki bu durum takımı yarı yolda alan Sergen Yalçın ve ekibini tek başına üstlenecekleri bir durum değil ancak iyileşmeye dair işaretleri de göstermek gerekiyor. Lakin çözümlere oyundan çıkan oyuncuları ıslıklamak ya da ‘’Yönetim istifa’’ demekle de ulaşılamıyor. Yıllardır görünen sorunlara en başta sessiz kalıp sonuçlara öfkelenmek! İşte bütün mesele burada...
‘’Muazzam iki hazırlık maçı!‘’
Her koşulda münakaşaya hazırlıklı olduğumuzdan sahaya gönderilen kadroyu gördüğü anda sosyal medyada infiale kapılanların oluşturduğu kalabalığı tahmin ediyorsunuzdur sanırım. Vincenzo Montella takımlarında az süre alan, İrfan Can Kahveci gibi kadro dışı kalan ya da ezber isimlere alternatif oyuncuları 11’e yazarak ne yapmaya çalışıyordu acaba? Çoğunun yanıtı, ‘Bu adam futbolu bilmiyor’dur sanırım! Oysa hem farklı oyuncuları hazırlayıp, piyasa değerlerini korumak hem de Dünya Kupası yolundaki iki maç için takım için de alternatif bir takım oluşturup milli takıma çağrılan her oyuncuyu hazır tutmayı düşünmüş olamaz mı? Farklı oyuncularla farklı oyunlar denemeyi… Bir kez daha gördük ki biz sadece sonuç peşinde koşarken, o sonucu almak için çocuk yaşlarından beri aynı işleri yaptıklarını her hamlelerinde belli ediyordu İspanya Milli Takımı. İlk devre 1-1 bitmiş olsa da hızlı ancak aceleci olmayan tarzlarıyla bizimkilerden yaklaşık 4 kat fazla pas yapmışlardı (441/120).
Alınabilecek kadar pozisyon...
Topun yönünü değiştirerek 4. dakikada attıkları gol de ilginçti! Dani Olmo’nun vuruşunu biz 2002’den hatırlıyoruz! Brezilya’nın 1-0 kazandığı Dünya Kupası yarı final maçında ‘Gerçek Ronaldo’ eskiden ‘Pis burun’ ya da ‘Baba burun’ adı verilen bu vuruşla atmıştı golü. Daha az bir arada oynadıkları için ön alan oyunlarını kurgulamakta zorlanıyorsa da milli takım ilk devre boyunca kaleyi ve çevresini iyi savundu. Geri kalanını da Altay Bayındır halletti. İkinci devrede ise daha örgütlü, alanı daha doğru kullandı bizimkiler. Yani iki devrede çeşitli varyasyonları olan iki farklı oyunu böylesi bir maçta başarıyla icra ettiler. Ezcümle.. ’Kadro mimar, mühendislerinin ülkesi’nde İspanya gibi bir takıma karşı iki gol atıp alınabilecek kadar pozisyon aldı milli takım. Ve Dünya Kupası yolundaki son iki maç için muazzam iki ‘Hazırlık maçı’ yapmış oldu.
‘’Kaygı verici oyun!‘’
Grupta oynanan son iki maç ‘’kazanma’’, ‘’kaybetme’’den çok bundan sonra Dünya Kupası’na gitme yolunda oynanacak iki maçın hazırlığı olarak düşünülmeli. Evet, hücum sorunları var takımın ve Bulgaristan yerleşimi bu sorunları iyice görünür kıldı ama iyi ki de böyle oldu. Tanımlı ‘‘klasik santrfor’’ olmadığından bu bölgede çözümü Kerem Aktürkoğlu’nda bulan Vincenzo Montella yanlış değildi şüphesiz.
Ancak bu maç özelindeki Arda Güler ile Kenan Yıldız ikilisinin elle tutulur ‘’verimsizliğini’’ tersi çevirecek olan üçlününün diğer karakteri Oğuz Aydın da değildi sanki. O kanatta rakibi şaşırtacak pek bir şey yapılmamışken Kenan’ın ters kanatta olgunlaştırmaya çalıştığı pozisyonlar maçın en kıymetli anlarıydı denebilir. Oysa hazır ilgi Kenan üzerindeyken ters kanatta da ‘’sürpriz gol girişimleri’’ örgütlenebilirdi, olmadı.
Azalan bir takım!
İkinci devresi beklenenin çok altında kalan hücumda ise rakibin gruptaki yerine ve yapabildiklerine göre savunmada daha çok azalan bir milli takım! Devrenin en özel oyuncusu kaleci Uğurcan Çakır olduğuna göre üzerine düşünülecek şey hayli fazla.
Neyse ki ilk maçta olduğu gibi Bulgaristan kendi kalesine gol atınca en azından ‘’ülke puanı’’ düzeyinde alınması gerekenler alındı. Doğrusu ya öğrenim ve ihtiyaçların tespit edilmesi açısından son derece öğreticiydi maç. Dünya Kupası için oynanacak eleme maçları için kaygı verici bulunabilir oyun. Ancak bu da futbolun ruhuna uygun düşmez. Çünkü ‘’zor maçları’’ oynamak görece kolaydır! Tıpkı bu maçta tersi olduğu gibi...









































