Arama

Popüler aramalar

‘’Savaşı Nobre başlattı‘’

İbrahim Toraman’ın profesyonelce davranması lazım. Çok iyi niyetli, ama Milli takımdan sakat döndükten sonra Tigana’nın yoğun idman programına çok az katıldığı halde, “iyiyim, oynarım” diyor. Kuvvet eksikliği bu yüzden tabi.. Böylesine çetin mücadeleye sahne olan bir maçta doğal olarak sırıtıyor. İşte onun sırıtması özellikle maçın ilk yarısında zaman zaman Beşiktaş’daki savunma dengelerini de bozdu. Hem Burak ve Delgado’nun ofansif anlayışta daha fazla yer alması hem de Mehmet Sedef’in geçmiş maçlarına oranla tutuk kalışı, orta alanın Gençlerbirliği’ne teslim edilişinde rolü büyüktü. Bu bölümde de Ayman takımını çok iyi yönetti. Ricardiho ile İbrahim Akın oyuna girdikten sonra Beşiktaş’ın atak biçimlendirmesi, nispeten bilinç kazandı. Bu arada öne geçme avantajı da yakalanınca Beşiktaş’ın maç içinde Gençlerbirliği’ne üstünlük sağladığı bölümler başladı. Delgado zinde olsaydı skor açısından da Beşiktaş çok önceden rahatlayabilirdi. Sonuç olarak Nobre’nin 25. dakikada başlattığı savaş bütün takıma yavaş yavaş bulaştıktan sonra, Beşiktaş maça ortak oldu, zorda olsa 3 puan almasını bildi. Gökhan, Baki, İbrahim Üzülmez ve Serdar’ın kişilikli mücadelesi övgüye değerdi. Fırat Aydınus’da hata yapmadan maçı bitirdi.

16 Ekim 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu ne tuhaf çelişki!..‘’

Okuyucu bunu şöyle anlar:Tigana, elindeki oyunculardan verim almasını bilmiyor. Oysa Fatih Terim, ki örnekleri de var, takımlarında forma giyemeyen oyuncuları zaman zaman ulusal forma altında kazanıp, hem kulüp hocalarına gerekli göndermeyi yapıyor, hem de bireysel olarak, o oyuncuların güven ve kişilik kazanımına büyük destek oluyor. İşte Burak ve İbrahim Akın da, yakında Tigana’ya kapak olur...Baştan söyleyelim... Fatih Terim’in Türk futbolunu yeniden yapılanmaya soyunduğu bu dönemde, gerek yerli, gerekse yurt dışı kaynaklı genç oyuncuları dikkatle takip ettiğini, hatta cesaretle forma verdiğini görüyoruz... Amacı da; mümkün olduğunca, alttaki tarlayı, bereketli tutmak ve erken saatte de olsa, sorumluluk vermekten kaçınmamak.Yalnız Burak ve İbrahim Akın için şu an dile getirdikleri, olsa olsa ancak temennidir. Çünkü adı geçen iki oyuncunun şu an hiç de hazır olmadığını en önce Terim biliyor. Hem de adı gibi... Zaten hazır olanı, gözünü kırpmadan çağırıyor ve oynatıyor. Peki, anladığımız anlamda hazır olarak kim battı gözünüze son Ulusal maçlarda bu gençlerden? Kendisini aşan performans olarak (Bunu devamlılık anlamında belirtiyorum) Arda değil, bir tek Sabri. Liverpool, Macaristan ve Moldova maçlarını üst üste koyup, baktığınızda Sabri’nin, “Fonksiyonel Performans” olarak önemli mesafe aldığını söylemeliyiz. Dönüp bu tarafa bakın Burak ve İbrahim Akın’a... Tabi bu arada, Burak ve İbrahim Akın da; Sabri ile Tuncay’a baksın. Haftada tek maç oynanan süreçte dahi, normal lig ekiplerine karşı 45 dakikalık mücadeleden sonra, Burak’ın varlığı neden buharlaşıyor ? Burak’ın arkasında, savunmasında, sağında, kim oynarsa oynasın, neden, ileri çıkmakta tereddüt ediyor? Niye Beşiktaş, karşı rakip ataklarını sürekli kendi sağından yiyor ? İbrahim Akın son 15 dakikalarda oyuna girdiği halde, ilk ikili mücadelede dahi, neden yerde kalıyor ?Fatih Terim’in son iki maçta birçoğumuza fantazi gelen bir orta saha kurduğu, doğru. Ancak Tuncay ve Sabri’yi, oyunu iki yönlü oynamaları için müthiş sıkıştırdı. Onların başarısını İbrahim Üzülmez’le, Hamit Altıntop’un; hem savunmada başlarının dara düşmemesinden, hem de sık sık ileri çıkıp, hücuma destek vermelerinden daha iyi anlarız. Burak, Sabri’nin, İbrahim Akın da Tuncay’ın koşu ve disiplin kalitesine ulaşsın, zaten o zaman önce Beşiktaş havalanır. Tigana, şu aralar bu iki oyuncuda böyle bir gelişme olduğu halde mi onlara olumsuzluk şerhi koyuyor! Bırakın Allah aşkına, herşeyi çarpıtmayalım...

14 Ekim 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş ve Fener çağdaş değil‘’

Bugün, dünyanın futbolcu ihracatında bir numaralı ülkesi, Brezilya... Hem de açık ara. Brezilya dışında yaklaşık 5 bin oyuncu var, dünyanın çeşitli liglerinde. Sambacılar’ın, futbolun coğrafyasını bu denli kalabalık biçimde işgal ettiği halde, Avrupa’nın sayılı takımlarına baktığımızda, kullanılan Brezilyalı sayısının minimumlarda dolaştığını görüyoruz. Chelsea’de hiç yok, Liverpool kadrosunda da bir oyuncu yarı Brezilyalı, yarı İtalyan Fabio Aurelio var. Manchester United, Kleberson’dan sonra yeni bir tercihte bulunmadı. Arsenal’de ise sadece Gilberto Silva 11’de oynuyor. Geleceğe yatırım olarak alınan genç Denilson ile Baptista ise bu sezon geldi.Barcelona gibi futbolun estetik yönünü çok öne alan bir ekolde dahi, geniş kadroda 5 Brezilyalı’dan tek banko var: o da Ronaldinho. Biliyoruz ki, o özel. Hatta hakkında “bu gezegenden olmadığı” rivayetleri de var. Bayern Münih’te tek, Juventus’ta yok, Milan’da üç Brezilyalı boy gösteriyor. Real Madrid, biraz istisna. O da dünyanın kendine has, tek takımı... Beşiktaş’ın UEFA grubunda favori gösterilen Leverkusen’in 11’de de tek Brezilyalı forma giyiyor.Almanya; Aiton ve Marcelinho örneklerinde olduğu gibi, artık Brezilyalılar’ı boşaltma taraftarı. Yenileri için de girişimi yok.Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak altı çizilmesi gereken bir nokta daha var: Bugün dünyanın önde gelen kulüplerinin, önde gelen Brezilyalılar’ı özel emekler sonucu Avrupa’nın disiplinine ve yaşam tarzına adapte edilmesi için yoğun uğraş verilmiş isimler. Yani, hemen öyle ‘cuk’ oturmamışlar. Ve fazlasına da artık bu yüzden rahbet edilmiyor, sanki.Avrupa’nın mücadele yönü çok güçlü ve disiplinden asla taviz vermeyen, radikal futbol anlayışı dahi, bu yüksek seviyedeki ekiplere, bir veya en fazla iki Brezilyalı oyuncu lüksü tanırken, bizim ülkede birden bire Sambacı sevdası başgösterdi.Beşiktaş ve Fenerbahçe’ye, ‘Türk futbolunun lokomotifi’ misyonunu taşıyor, gözüyle bakılıyor! Bu iki kulübümüzün de, kendisini evrensel anlamda kabul ettirmek istediği arena; Avrupa platformu. Dönün bu tarafta; transfer ettikleri çok sayıda Brezilyalı oyuncu ile bir anlamda, takımlarının omurgalarını teslim ettikleri oyuncular ise: Brezilyalı... Ayrıca bu Brezilyalılar’ın kimisi, ya hiç Avrupa görmemiş ya da “Dünya Starı” diye lanse edildikleri halde, Avrupa’dan refüze edilmiş oyuncular (Alex ve Richardinho gibi.) O zaman, bu iki asırlık çınarın; vizyon - misyon meselesi olarak ileriye baktını söylemek, biraz garip olmuyor mu?Avrupa’nın eskimiş teknolojisinin üstüne atlayıp, yıllar boyu çok kazıklandı, bu ülke. Şimdi de demode futbolcular, geride kalmış bir futbol anlayışına dört elle sarılma yolunda. Brezilyalılar hızlı oynamaz, oynayamaz. Çünkü, hızlı oynamaya kalkıştıklarında anatomik ve zihinsel yeteneklerini gösteremezler. Avrupa’da kendine yer arayan bizim futbolumuzun eksiği ne!.. Agresiflik ve tempo.O zaman yönümüz nereye?

10 Ekim 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eğri otur doğru konuş!‘’

Bu durumu yeni fark ettiyse, Tigana’nın teknik adamlığı anında sorguya açılır. Böyle olmadığını biliyoruz. Bu da ucuz mazeretlerinden biri sadece. Elindeki tüm oyuncuların kalibresini çok önceden tespit ettiğinden şüphemiz yok. Hatta sadece Beşiktaş’a gelenlerin değil, Türk futbolcusunun geneli hakkında yeterli gözlemi edindiğinden de eminiz.Hiç eveleyip gevelemeden dürüstçe şunu söylemeli aslında; Temel eksiklikler içinde teknik yetersizliğin yanı sıra, fazlasıyla zihinsel hamlığı da barındıran bu oyuncu çoğunluğuna, ancak olgun bir İtalyan ekibinin uzmanlık alanındaki, ‘sürekli oyunu kendi yarı alanında kabullenilip rakibi pasivize etme’ anlayışını niye diretiyor?Kaldı ki, Beşiktaş’ın futbolcu kadrosu sadece gençlik dezavantajına takılmıyor, skoru korumaya soyunduğunda...Genel oyuncu özelliği itibari ile yatay oynamayı, oyuna hacim kazandırmayı, bu ülkede belki de en zor becerecek bir takım kimliğinde Beşiktaş. Üstelik 3 pası yan yana getiremeyecek düzeyde de top alışverişlerinde üretim özürlü.Tigana baştan düşünmeli. Beşiktaş oyunu maçın bütününe yakın bir zaman diliminde rakip alana yıkarsa mı ‘maç kopartan’ bir takım kimliğine bürünür, yoksa her türlü skor avantajına ulaştığı maçlarda bunu koruma amaçlı geriye yaslanırsa mı?Nobre’ye yazık oluyor. Tek başına rakip savunmayı yıpratma görevi ağırlıklı olarak onda. Hamallık yapıyor adeta. Ama yetmiyor. Bu sayede rakip savunmaların diri kalan bekleri üzerlerinde baskı olmadığı için sürekli ileri çıkıyorlar. Beşiktaş orta alanı çabuk geçilip oyundan kolay düşüyor. Arkasından çaresizlik ürünü basit fauller geliyor. Ve rakibin son dönemde kullandığı her serbest vuruş, Runje faktörünü de arkasına alarak ölümcül tehlikeler olarak Siyah-Beyazlı ekibi tehdit ediyor.Bize öyle geliyor ki, Tigana’nın hiç bahsetmediği, aksine söz açılırsa fazlalık gördüğü fiziki düzeyinde de sorunlar var. Gençleri yerden kalkamıyor, bekleri hiç ileri çıkmıyor. İkili mücadelelerde sürekli rakiplerin hamlede bir adım üstünlüğü öne çıkıyor. Bize de ister istemez bu geriye yaslanışların zorunluluktan kaynaklandığını düşünmek düşüyor.

03 Ekim 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kör gözün parmağı‘’

CSKA maçının uzatmada çevrilişini, takımının kondüsyon üstünlüğüne yoran Tigana, bakalım talebelerinin, Erciyes karşısında ayakta duramayacak düzeydeki bitkinliğini nasıl izah edecek. Yine de şanslı Fransız teknik adam. Çünkü karşıda ligde çok kötü giden, yönetim ve teknik adam değişimleriyle tam anlamıyla kaos içinde yüzen bir Erciyes vardı. Ligin nispeten dişli ekiplerinden biri, dünkü hüvviyetinde bir Beşiktaş’ı, tahminlerin ötesinde, aleyhte bir skorla uğurlayabilirdi. Yine de, mevcut yürümeyen ayaklarına rağmen, 3-4 farka rahatlıkla gidebileceği bir maçta, çok önemli 2 puan kaybetti Siyah-Beyazlılar. Hem de yine bir serbest vuruştaki adam paylaşım yetersizliğinden... Neredeyse tüm oyuncuların Beşiktaş ceza alanına çullandığı bir pozisyonda, Lazarov’un o denli boş kalması, Gökhan’ın maçı sonu isyanına deyecek kadar ölümcül bir handikaptı. Futbol, hataları affetmediği gibi inadı da hiç sevmez.Beşiktaş, hayati ölçüde hatalar yapıyor, Tigana da olabildiğince inatçı. O zaman rakibin kapasitesi ne olursa olsun, böyle sonuçları da almayı sürdürecektir Siyah-Beyazlılar.

02 Ekim 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalede biri mi var!‘’

Rakiple karşı karşıya kaldığında, gözüpek bir Mohikan gibi davranabiliyor ve çoğu kez de başarıyor olması, onun kalecilik değerlerine, tatmin edici düzeyde bir artı getirmez. İyi kalecideki ön koşul; takımdaki diğer 10 kişinin güven duyduğu kimlik olma zorunluluğudur...Yenebilecek golleri, olağanüstülükle kurtaranlar, artık bu devrin “geçerli akçe”leri değildir... Mesele, yenmeyecek golleri, yememektir ve diğer 10 kişiye, 11. oyuncu olarak katılmaktır direkler arasından...Şöyle bir psikolojiden de çok rahat bahsedebiliriz: Eğer bir savunma; örneğin Beşiktaş savunması CSKA karşısında yediği ilk golde, rakibe kafa vurdurduğu için kendisini ön hatalı saysa bile, kalecisinin üstüne gelen topu, bu şekilde içeri almasından sonra, olası karşılaması gereken benzer bir pozisyonda kalede, kalecinin olmadığı hissine kapılıp, panikler, dolayısıyla kaleciyi de kapsayan tüm savunma hataları, zincirleme olarak büyür...Ankaragücü ile CSKA maçlarında rahat giden oyunun krize dönüşmesinin bir adım gerisinde Runje’nin, daha doğrusu yediği gol türünün parmağı var... Bu durum öncelikle ve önemle son zamanlarda, “Benim takımım gerekli skoru elde ettikten sonra, bu avantajını korumasını da bilir” düşüncesine saplanan Tigana’nın bilgilerine sunulur.

30 Eylül 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tigana ucuz atlattı!‘’

Yapamıyordu Beşiktaş, kendi alanında oyunu kabullenmeyi, skoru tutma becerisini, henüz bu takımın olgunluk kapsamına ait değildi. Ne yaptı Tigana? CSKA maçının tüm 90 dakikasını bu anlayışla yönetti. 7-8 kişiyle oyunu kendi yarı alanında kabul edecek bir hesaptı bu anlayış. Bilinen haliyle kanatları zaten verimli kullanamıyordu Siyah-Beyazlılar. O zaman hem çift forvetle, hem de Burak’ı çoğu zaman ileri uca yakın oynatma düşüncesinin mantığı ne kadar doğruydu. Bu kopukluk Siyah-Beyazlılar’a oyun fukaralığını getirdi ilk yarıda.Savunmadaki yeni diziliş sık sık arıza veriyordu. Özellikle sol kanatta bırakılan önemli boşluktan, CSKA forvetleri Dimitrov ve İliev’le yararlanamadı ilk yarıda. Tigana rakibinin hücum anlayışını kırdığını zannettiği anda, Beşiktaş serbest vuruşlardan yedi golleri. Bu gollerin öncesindeki adam paylaşımı yine bizim kronik savunma anlayışımızın ürünüydü. 65. dakikada Beşiktaş 3. oyuncu değiştirme hakkını kullandığında zaten yorulmuştu. Çift forvetten birinin yerine Burak’ın çıkmasının yanlışlığı da ortadaydı. Burak forvete yakın kalmalı, santraforların birini almalıydı Tigana. Ayrıca ağır sahanın Ricardinho’yu da oyundan düşürdüğü çok açıktı.Beşiktaş bağlı bulunduğu felsefeyle 90 dakikayı hem oyun, hem de skor olarak çok geride bırakırken, talihi uzatmanın ilk dakikasındaki korner atışından doğan karambolde Nobre’nin ağları havalandırmasıyla döndü. Sonra da Bobo kırılan CSKA direnci sonucunda beraberliği getirdi ve Kartal da neredeyse kâbusa dönüşecek bir geceyi uzatmada sevince çevirdi.

29 Eylül 2006, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Delgado'dan harmandalı‘’

İkinci yarıdaki Beşiktaş’ın anlamsız kendi sahasına çekiliş düşüncesi kondisyon eksikliğinden çok CSKA maçını gören ve nasıl olsa bu maçın üç puanını garantiledim diyen anlayışı idi. Ama gördük ki, henüz olgunluk kazanmayan Siyah-Beyazlı takım kurgusu, kendi sahasında oyunu idare ederim taktiğini beceremedi.Siyah-Beyazlılar’ı ilk yarı aktif gösteren sağ kanadın etkinliğiydi oysa. Burak attığı golün dışında sürekli bindirmeler yapan Ali Tandoğan’ın koşu yoluna da zamanlaması çok doğru bir top atmış ve Beşiktaş sezon başından beri en olgun kanat organizasyonundan, bir gol kazanmayı bile nihayet başarabilmişti. Delgado’nun kendisine yakışmayacak ölçüdeki top kayıpları aslında ilk yarıdaki aktif Beşiktaş’ın da, bir karın ağrısıydı. Ama tempolu ofansif anlayışta Delgado’nun bu handikapı takıma çok dirayet etmiyordu. Ne zaman ki, Beşiktaş ikinci yarıya tempo düşürerek başladı ve sonrasında da Ricardinho’nun Delgado ile birlikte orta sahanın yeni kurgusu devreye girdi, işte o zaman ilk yarıdaki sahanının en kötüsü Delgado’nun verimsizliği iki kat daha fazla hissedildi. Bu durum takım savunmasını da bir vites geriye düşürdü.Ankaragücü’nün baştan beri çok adamla orta alan ile savunmayı kapatması ve asla maçı bırakmaması Beşiktaş’ın tahmininde değildi. Başkent ekibi tüm üretim ve sonuç alma işini Ceyhun’a endekslemişti. Ne yazık ki, Siyah-Beyazlı ekip de Ceyhun’un performansına esir kaldı. Burak’ın yorulmasını, Ali Tandoğan’ın hiç hücuma çıkmamasını önemsemedi Tigana. İlk yarının iyi oyuncularından Kleberson durup, Memhet Sedef de oyundan alınınca Beşiktaş kendi yarı alanını tehdit eden Ankaragücü ataklarında önemli zorluklarla karşılaştı. Bu konudaki şansı Sarı-Lacivertliler’in forvetteki yetersizliğiydi.

25 Eylül 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI