‘’Teşekkürler 12 Dev Adam‘’
Bakmayın siz birilerinin 'Takım kaptanı da böyle konuşur muymuş?' dediğine; kaptan dediğin kediye kedi der. Kerem Gönlüm'ün maç sonunda verdiği demeçte yaptığı çekirge benzetmesi hayli yerindeydi. Teşbihte kusur olmaz; bir sıçradık, iki sıçradık, üçüncüde perde kapandı...
Rakipler Finlandiya, Yeni Zelanda, Avusturalya gibi ekipler olunca tamam da, Litvanya'ya sökmüyor. Ekranın sağındaki potaya Darjus Lavrinovic, solundaki potaya da Renaldas Seibutis, birbirinin hemen hemen aynısı setlerle üçer tane üçlük gönderdi.
'Şöyle oldu, böyle oldu' diye çok da fazla özeleştiri yapmayacağım. Zira turnuva bizim için bitti, 'bir sonraki maçta bu hataları yapmayalım' diyebilecek pozisyonu kaybettik maalesef. Artık adım adım düşünmeyi bırakıp 'genel çerçeve'ye dönmek durumundayız.
Turnuva boyunca hep şunu söyledim: üst düzey basketbol oynamıyoruz. Bir ekol olamadık. Litvanya için 'sokaktaki adama topu versen üçlük sokar' derler. Bu bir kimliktir, bir çizgidir. Türk Milli Takımı'nın kimliğinde ne yazar peki? Mücadele, istek, azim, biraz da savunma... Ötesi? İşte doldurulması gereken boşluk bu.
***
Bir marka yaratmak...
Yeni bir sayfa açtık, başına Ataman ve Sarıca'yı koyduk. Başta 'Keremler' olmak üzere bazı oyuncularımız, 2019'da yapılacak Dünya Kupası'nda (normalde 4 yılda bir yapılan turnuva, futboldaki Dünya Kupası ile çakışmaması için bir yıl ötelendi) Ay-Yıldızlı formayı giymiyor olacak. Alttan gelen Kenan Sipahi, Cedi Osman, Emircan Koşut, Berk Uğurlu gibi birçok potansiyel oyuncumuz var.
Şuraya getirmeye çalışıyorum; artık mental ve günlük değerlere bağlı, gelip geçici başarılar değil, kalıcı bir sistem, bir ekol inşaa edelim. Avrupa'da ve dünyada 'Türk basketbolu' gibi bir marka yaratalım.
Böyle bir durumda başarı zaten gelecektir.
***
Başımız dik
2013'te yerle bir olmuş, sıfırı tüketmiş bir takım, bugün yeniden ayağa kalktığı bir turnuvada, önemli eksiklerine, yeni teknik kadrosuna rağmen çeyrek final gördü. Bence bu tatmin edici bir başarıdır.
Eleştiriler oldu, olacaktır da... Cenk'in Finlandiya'ya, Emir'in Avusturalya'ya attığı üçlükler girmeseydi bugün belki de bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık, doğru. Lakin çabamızın ve mücadelemizin karşılığını ilahi bir yardımla, dolayısıyla galibiyetlerle aldık. Eve madalyasız dönüyoruz, ancak başımız dik.
12 Dev Adam'ın ve teknik ekibin her birine ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Başarılar da, başarısızlıklar da gelir geçer. Spor, tıpkı tiyatro veya sinema gibi, insanları eğlendirmek maksadıyla var. Tüm bu organizasyon, tüm bu bütçe ve emek 'insanlar eğlensin diye' var.
Bizler çok keyif aldık, unutulmaz coşkular yaşadık, hiçbir şey yapamadığı anlarda bile savaşan takımımızla gurur duymadığımız tek bir an olmadı.
Ömer Aşık'a ayrı bir teşekkürle kapatalım. Hastalığına rağmen turnuva boyunca büyük emek verdi, en çok süre alan oyuncumuz oldu, kadronun tek NBA oyuncusu olmasına rağmen en ufak bir kibir emaresi göstermedi, her yönüyle örnek bir sporcu ve karakter olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Başta Ömer kardeşim olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürler...
@ahmetmsubasi
‘’Hazırız, yakın bizi!‘’
Turnuva boyunca kazansak da, kaybetsek de hep şunu söyledim: üst düzey basketbol oynamıyoruz. Bu durum, İspanya, Sırbistan gibi takımları izlediğimizde daha da bir ortaya çıkıyor. Bu maç da Sırbistan'ın Yunanistan'ı 'şiir gibi' bir hücum performansıyla yenmesinin üzerine gelince, bu yazıya böyle girmek icab eder oldu.
Diyor ya şarkıda hani; 'insan bazen en çok kendinden yorulur' diye... Şu turnuvada ABD dışında hiçbir takım, bizi bizden daha çok yormadı. Yalnızca Ukrayna kabul buyursa da tüm maçlarda rakiplerimize cömert ikramlar yaptık, umutsuz takımlara umut vaad ettik, inanmayanı zorla inandırdık.
Tıpkı Yeni Zelanda maçında olduğu gibi bu maçta da ribaundlarla yaptık bunu. 44-30'luk Avusturalya üstünlüğü, verdiğimiz 13 hücum ribaundu, rakibin ekmeğine yağ sürdü. Ekmeğe yağ sürmek derken... Hakemlerden yakınmayı sevmem, ama uzun zamandır birbirinden bu kadar kopuk, bu kadar tutarsız bir hakem üçlüsü görmemiştim.
4 saniye kala attığımız üçlükle yendiğimiz Avustralya dün hayli kötüydü. Hakemlerle el ele verip krize soktuk maçı. Yine de adalet yerini buldu, mücadelemizin karşılığında eşsiz bir zafer nasip oldu bizlere.
Rakip Litvanya
Şimdi bir bakalım, elde ne var yok:
Kötü oynuyoruz, lakin iyi mücadele ediyoruz. Manzara net. Sonradan açılan bir yapımız var. En büyük kozumuz, son maçta yalnızca bir (1) şut kullanan Ömer Aşık. Set hücumunda zorlanıyor, tempolu ve delici basketbol oynadığımızda açılıyoruz. Dün akşam Sinan Güler bunu birbirinden güzel 7 saha içi isabetiyle gösterdi, umarım görmesi gerekenler de görmüştür.
Savunma baskısını arttırıp maç başına 16 top kaybı yapan Avusturalya'nın ortalamasını yakalamasına yardımcı olduk, takım olarak da 10 top kaybı yaptık. Her ne kadar Emir'in son dakikada attığı iki üçlükle de olsa yüzde 41'le üçlük attık. Cedi Osman takımın belki de en iyi savunmacısı, baskıyı arttırmak maksadıyla onu devreye soktuğumuz her an müthiş işler başardı. Emir, oyun kurma zaafı olan bu takımın 'Point Forveti', katalizörü. Mental liderimiz Kaptan Gönlüm, hele bir de ribaunda destek atıp orta mesafeden şut sokarsa tadından yenmiyor. Oğuz, Ömer'i yedekleyen bir pivottan çok daha fazlası.
Uzatmayacağım. Roller, artılar, eksiler, her şey artık çok daha belirgin.
Bir krize daha razıyız be çocuklar.
Yenelim şu Litvanya'yı...
@ahmetmsubasi
‘’Turnuva şimdi başlıyor‘’
Böyle bir turnuvada adımızı son sekize yazdırmak için ideal bir fırsatla karşı karşıyayız. Ancak Avustralya'yı tek maç üzerinden eleme usülü oynanacak bir maçta yenebilecek güveni verdik mi? Sanmıyorum. Mutlaka en azından 1-2 tık yukarı çıkmamız gerekecek.
Boyalı alanda bizdeki Ömer Aşık etkisini Avustralyalılar Aron Baynes ile buluyor. Baynes; fiziği, hem Avrupa, hem de NBA tecrübesine sahip oluşuyla üst düzey bir pivot. Ülkemizde Beşiktaş forması giyen Ryan Broekhoff, Maccabi ile Euroleague şampiyonluğu yaşayan ve şu sıralar Philadelphia 76ers'ın radarına giren Joe Ingles diğer önemli kozlardan... Dante Exum ve Matthew Dellavedova da oyun kurucu sıkıntısı yaşayan bir takıma karşı tehlike arz edebilir.
Pazar günkü kritik sınav öncesi rakipten çok kendi maç kasetlerimizi incelemek gerekecek. Geride kalan 5 maçın ortaya koyduğu gerçekler, hazırlık döneminde oynadığımız 8 maçtakinden bile daha acıydı. Belki 3 galibiyet aldık ama 'tamam-devam' maçını asgari hatayla oynayabilecek izler bırakabildik mi? İrdelemek gerek.
Ribaundlara dikkat
Yeni Zelanda maçında yaşadığımıza benzer bir 'ribaund krizi'ne müsait bir eşleşme olacak. En büyük kozumuz olan savunma, ribaund ve mücadele gücü başucumuzdan ayrılmamalı. Hücum kimliğimizi de 'kervan yolda düzülür' misali, ilk turdaki beş maçta biraz daha tanıma şansı bulduk. Pazar gününe dek bu kervana biraz daha yol aldırabilirsek, hayallere bir adım daha yaklaşacağız.
Olası bir çeyrek finalde Yeni Zelanda-Litvanya eşleşmesinin galibi ile eşleşeceğimiz düşünüldüğünde; yeniden ilk dörde kalmak yalnızca 80 dakika uzakta...
Son 3 yıldaki başarısız gidişatın ardından 'ilaç gibi' gelen bu rüyadan, hepi topu 40 dakika içinde uyanabiliriz. Bu dakikadan sonra hiçbir şeyin telafisi yok, ya tamam, ya devam.
Turnuva şimdi başlıyor.
Sevgiler
twitter.com/ahmetmsubasi
‘’Biraz tempo...‘’
Lakin henüz hala topu dikmek için çok erken. Şu aşamada yapılacak en iyi şey; pozitif veya negatif tüm tespitlerimizi dile getirerek 'daha iyi bir milli takım' projeksiyonu oluşturmaktan başka bir şey değil.
Sergiy Gladyr'den yoksun Ukrayna'ya yenilmekle hanemize bir yenilgi eklemekle kalmadık, ikili averajda da geri düştük. Grup ikinciliğinde hala gözümüz var ise bugün Finlandiya'yı en az 8 sayı farkla yenmemiz gerekecek.
Neleri iyi, neleri kötü yapıyoruz? Aslında her şey ortada, eminim teknik ekip bunların üzerine titizlikle eğilecektir. Ancak gözümüze gözümüze batan bazı şeyleri de dile getirmekte fayda var.
* Hazırlık sürecinden beri en büyük eksikliğimiz hücumda. Set hücumunda, özellikle bugünkü gibi şut yüzdemizin düşük olduğu dönemlerde facia skorlara imza atıyoruz. Bu şartlarda ne kadar iyi savunma yaparsanız yapın, ne kadar ribaund toplarsanız toplayın, 64 sayıda tuttuğunuz bir rakibi bile yenemiyorsunuz. Hele ki rakip, son periyotta biraz ritim bulup ilahi yardım alıyorsa sonuç böyle oluyor.
* Duygusal ve kırılgan mental yapımız, Edirne'den ötede başımıza iş açmaya devam ediyor. Takımın 30 yaş üstü iki oyun kurucusu, toplamda 13'te 4 şut isabetiyle oynuyor, bomboş şutları kaçırıyor. Bir, iki, üç tane değil, bir araba boş şut kaçırdık. Ender, Emir ve Cenk'in toplam şut isabet yüzdesi 26'da 8. Hızlı hücumlardan yalnızca iki sayı bulabildik.
Hal böyle olunca Koç Ataman'a dönük ''Takıma ritim ve moral kazandıracak, üst üste 2-3 hücumdan basket çıkaracak oyun çizemedi mi?'' sorusunu sormak yersiz oluyor.
* Göze batan bir diğer konu ise Oğuz Savaş dışında elini taşın altına koyan, sorumluluk ve risk alan, sivri bir oyuncumuzun olmayışı. Kullandığımız şutları hemen hepsi, 'formalite icabı' kullanılmış, ezber tadında hücumlar.
Şarkıda geçtiği gibi, 'sazı eline alan' biri yok takımda.
***
Bu denklemin x'inin bendeki cevabı tempo. Savunmadan daha çabuk toparlanıp çıkan, maçın belli bölümlerinde şut saatini 14 saniye olarak kabul eden bir milli takımın skor kıtlığı, özgüven ve ofansif sorumluluk dağılımı gibi yaraları sarabileceğini düşünüyorum.
‘’Özlenen Milli Takım...‘’
Kaybettik’ diyebilir miyiz şu maç için?
Haksızlık olur.
Son çeyrek dışında Rüya Takım’a turnuvanın ilk şokunu yaşattık. Dünya Kupası’nın en düşük yaş ortamalasına sahip takımı (24.25) olan ABD adına da, bizim adımıza da hayırlı bir maç oldu.
-Bizim açımızdan bakılacak olursa;
Güçlükle kazanabildiğimiz Yeni Zelanda maçında hırpalanan özgüvenimizi, NBA yıldızlarıyla dolu bir kadroya karşı üç çeyrek başa baş oynayışımızla geri kazandık. Böyle bir kadroyu hatrı sayılır bir süre boyunca hakemle tartışır, onlara itiraz eder hale getirmek, Coach K gibi bir basketbol dehasını molaya zorlamak, her babayiğidin harcı değil.
Bu açıdan her şeyin öncesinde bir ‘helal olsun’u hak etti 12 Dev Adam. Uzun zaman sonra, A Milli Takım’ı ‘taş gibi’ basketbol oynarken izledik. Bu manzarayı görmeyeli uzun zaman olmuştu. O günleri hatırlamaya hiç niyetimiz yok.
Nihayet ismimizin, FIBA sıralamamızın hakkını veren bir basketbol oynadık. Bu böyle devam etsin, bir önceki yazımda da dediğim gibi; ‘Yeniden şarkılar söyleyelim.’
Son parantezi Sinan Güler’e açmak gerek. Mücadelesiyle, azmiyle takımı ateşledi, başlarımızı dik tuttu. Ender’le basket faulü kutlamak üzere çarpışıp düşmeleri, bir galibiyete bedel bir tebessüm bıraktı yüzlerimizde.
Darısı diğer maçlarımıza…
***
-ABD açısından bakılacak olursa;
Turnuva öncesinde çarşaf çarşaf, sayfa sayfa yazılan handikaplarıyla ilk kez yüzleştiler. Kulağa tuhaf geliyor olabilir ancak Rüya Takım, beklendiği üzere set hücumu konusunda ciddi problemler yaşıyor. Turnuvanın en iyi hızlı hücum ve açık saha takımı oldukları kadar, ‘FIBA Basketbolu’nda da hayli tecrübesiz bir grafik çizdiler. Böyle bir Rüya Takım’ın İspanya’yı, İspanya’da yenebileceğini zannetmiyorum.
Kevin Durant’i çok ama çok aradılar. Zira ‘lider’ olarak sahaya sürülen James Harden, ilk ciddi sınavında ciddi patlak verdi. Kenneth Faried, Anthony Davis gibi oyuncuların fiziksel avantajlarıyla koparabildiler maçı. Ciddi dersler çıkarmaları gerekecek.
Bu ve bunun gibi birçok tespitle henüz grup aşamasındayken yüzleşmiş olmak, ABD takımı için son derece hayırlı bir şeydi. İlk badireyle eleme usulü oynanan bir maçta, dişli bir rakibe karşı yüzleşmiş olsalardı, her şey çok farklı olabilirdi...
‘’Yeniden şarkılar söyleyelim!‘’
Bunun başlıca sebebi, bu platformda izlemek istediğimiz birçok oyuncunun bu turnuvada takımlarını yalnız bırakıyor olmaları. Tabi bir de İtalya, Almanya, Polonya, Bosna Hersek gibi ülkelerin şampiyonaya katılamamış olmaları var ki bu da Gigi Datome, Dirk Nowitzki, Marcin Gortat ve Mirza Teletovic gibi isimlerden mahrum bırakıyor bizleri.
Bu eksikliğin en büyük mağdurlarından biri de Türkiye. Başta Ersan Ilyasova olmak üzere Enes Kanter, Kenan Sipahi, dünya ikincisi kadrodan Ömer Onan, Hidayet Türkoğlu gibi oyuncular bu yıl milli formayı giyemeyecek. Yine de Ergin Ataman ile yeni bir sayfa açıldı ve mütevazi bir kadro, mütevazi hedeflerle İspanya'nın yolunu tuttu.
Açıkçası Koç Ataman'ın gerçekçi yaklaşımını takdir ediyorum. Eksik bir kadroyla mücadele ediyor olmamız, beklentilerin düşük olması, üzerimizdeki başarı baskısını ciddi anlamda kaldırdı. Rahat ve moralli olmak, mental değerlerin son derece öne çıktığı bir takım için belirleyici bir faktör olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında iyi başlamak kritik önem taşıyor. Bence ilk maç olan Yeni Zelanda maçına kader maçı gözüyle bakmak gerek. Zira ikinci maçı ABD'ye karşı oynayacağız ve açıkçası Rüya Takım'a karşı şansımız son derece zayıf. Pazar gecesi başımızı yastığa 'ikide sıfır' yapmış olmanın baskısıyla koyarsak, yeni bir 'EuroBasket 2013 Kabusu'na yelken açmış olabiliriz.
Bu yüzden ilk maçtan ritm ve moral bulmak ve kazanmak önemli. Ataman'ın planları tutar ve grubu ilk ikide tamamlarsak, çapraz gruptan gelebilecek potansiyel rakipler (grubun ilk iki sırasında Litvanya ve Slovenya'nın yer alacağını varsayarsak Avusturalya veya Meksika, sürpriz ihtimalle de Kore veya Angola gelecektir) yenilmeyecek takımlar değil. Çeyrek final görebilir, yarı final umuduyla yeniden 12 Dev Adam şarkıları söyleyebiliriz.
Yeter ki elde var olan tüm değerlerden maksimum verim alabilelim. Bunun için de yüreğimizi sahaya koymamız ve asla omuzları düşürmememiz gerekiyor.
Turnuva genelinde ise favorim İspanya. ABD'yi set hücumuna zorlayıp yavaşlatabilirlerse, muhtemel bir finalde 2008 ve 2012'nin rövanşını almamaları için hiçbir sebep yok. Neticede tam kadrolar, kendi sahalarında oynuyor olacaklar ve karşılarında yakın tarihin en eksik ABD kadrosu yer alacak. Litvanya, Fransa, Yunanistan gibi ekiplerin eksiklerine değinmiyorum bile. Her şey Boğalar'ın lehine, bu fırsatı değerlendirmeliler.
Sürpriz yapabilecek takımlar arasında ise Avrupalılar öne çıkıyor. Kadroları ne kadar eksik olursa olsun Sırbistan, Yunanistan, Hırvatistan gibi ekipler turnuvaya tat verecek sürpriz çıkışlar yapabilirler. İspanya'ya 8 bin taraftarıyla gelen Finlandiya'nın yapacakları ise büyük merak konusu. Ama renk katacakları kesin.
Zafer bizimle olsun. İyi seyirler.
Ahmet Melik SUBAŞI
‘’Miami'de ince hesaplar‘’
Bu yıl NBA şampiyonluğunu San Antonio Spurs'e kaptıran Miami Heat'te LeBron James'in ardından Chris Bosh, Dwyane Wade ve Udonis Haslem de sözleşmelerindeki opsiyonu kullanmayarak serbest kalma kararı aldı. NBA kulislerini bir kez daha 'yoksa Büyük Üçlü dağılıyor mu?' şüphesine düşüren bu gelişme, korkulanın aksine Miami'ye bir NBA rekoru olan 55 milyon dolarlık salary cap boşluğu sağladı. Spurs karşısında alınan 4-1'lik hezimetin ardından kadrosunu elden geçirme kararı alan Heat, şimdi bu ekonomik esnekliği en iyi şekilde değerlendirerek gelecek yıl yeniden şampiyonluk kazanacak kadroyu kurmanın hesaplarını yapıyor. Heat ilk olarak James, Wade, Bosh ve Haslem ile yeniden anlaşmayı planlıyor. Şayet sözleşmelerinden çıkmamış olsalardı, önümüzdeki iki sezonda LeBron James 42.7, Dwyane Wade 41.8, Chris Bosh ise 42.6 milyon dolar kazanacaktı. İlk adımı daha önce Miami'de kalma kararı aldığını ve bunun için sözleşmesinden feragat etmeyi kabul edebileceğini açıklayan Chris Bosh'ın atması bekleniyor. All-Star forvet ile birlikte Udonis Haslem'in de daha düşük bir bedelle, uzun vadeli yeni bir sözleşmeyi imzalayacağı tahmin ediliyor.
Lowry aşkına
Adları maksimum kontratlarla anılan Wade ve James de sözleşme bedellerinde kesintiyi kabul ederse Heat, kadrosuna bir diğer yıldızı katabilecek ekonomik esnekliği elde edecek. Heat'in hedefindeki isim ise Toronto Raptors ile kariyerinin en parlak sezonunu geçiren Kyle Lowry. Plaseler arasında da Trevor Ariza, Marvin Williams, Marcin Gortat ve Jameer Nelson gibi isimler var. Heat, sözleşmesi sona eren Mario Chalmers'ın yanı sıra Norris Cole'u da takasla elden çıkarmak ve Lowry'i renklerine bağlayarak oyun kurucu dümenini emin ellere teslim etmek istiyor. Büyük Üçlü'nün bir araya geldiği 2010-11 sezonundan bu yana Doğu Konferansı şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan Kırmızı-Siyahlılar, geçtiğimiz hafta yapılan 2014 NBA Draftı'nda NCAA'de sezonu şampiyon olarak tamamlayan U'Conn'un yetenekli oyun kurucusu Shabazz Napier'i seçmişti.
Yine, yeniden...
NBA'e 2003 NBA Draftı ile adım atan Büyük Üçlü'nün yolları 2010 yazında kesişmişti. 2006'da sona eren çaylak kontratlarının ardından kulüplerinden gelen 5'er yıllık teklifleri reddeden James, Wade ve Bosh, 3 yıllık sözleşme imzalamış ve 2010'da serbest kalmıştı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Miami Heat, 2010 yazında Wade'i elinde tutup Chris Bosh'la anlaşmış ve LeBron James'e Büyük Üçlü'yü kurma teklifi sunmuştu. O dönemde kulübü Cleveland Cavaliers dahil 6 ayrı takımla görüşen James, hedeflediği şampiyonlukları Miami'de kazanabileceğine inandığı gerekçesiyle Heat'i seçmişti.
‘’Draft'ın kazananları ve kaybedenleri‘’
Ancak bir kez daha ve sonsuza dek, 'zaman' hepimizden daha haklı çıkacak. Burası kesin. Kanıt mı? Kwame Brown, Hasheem Thabeet gibi Draft fiyakoslarına düzülen methiyeler hala arşivlerdeki yerini koruyor. Merak edenler bu isimlerin yanına 'Draft Projection', 'Draft Comparison' ibarelerini ekleyip Google'layabilirler.
Demem o ki dün gece kafalarında takım kepleriyle sahneye çıkan bu çocuklar sahaya adım atıp bir şeyler yapmaya başlamadıkça hiçbirimiz, kimin neye dönüşeceğine dair pek de sağlam şeyler öne süremeyeceğiz. Ancak yine de bilinen veriler ışığında bir 'kazananlar ve kaybedenler' projeksiyonu yapmak mümkün.
Kazananlar
Gecenin ilk potansiyel soygununu Sixers yaptı. Evet, hem belinden hem de ayağından sakatlık yemiş bir uzun her zaman risklidir. Greg Oden örneği çok değil, 7 yıl uzaklıkta. Ancak bu badireden sağlam çıkmış bir Embiid, Sixers'ı tarihinin en parlak günlerine götürmeye yetecek. Çıkamaması durumunda soyulan taraf Sixers olacak.
Lakers'ın Randle, Celtics'in Smart, Jazz'in Exum seçimleri için ekstradan 'kazanan' parantezi açmaya gerek görmüyorum; isabetli demek kafi. 'Kazanan'dan kastım, steal yakalayabilen şanslı takımlar. Bunun bir diğer örneği Hornets'ti. Noah Vonleh'in ileriki yıllarda 9. sıra için 'fazla iyi' olması 'fazlasıyla' mümkün.
Nuggets'ın Bulls ile yaptığı takasın her iki tarafı da memnun ettiği kesin. Ancak ben Nuggets cephesini biraz daha şanslı gördüm. Jusuf Nurkic için biraz beklemek durumundalar. Ancak geçen hafta takasla geri getirdikleri Aaron Afflalo'yu yedekleyecek olan Gary Harris, 19 gibi düşük bir sıradan yapılabilecek en iyi atışlardan biri.
Heat işi basit tuttu. Draft'a girdi, istediğini (Shabazz Napier) aldı ve çıktı. Pat Riley'in işi sağlama almak adına yaptığı takas manevrası, Heat'in Napier'daki ısrarcılığını göstermesi açısından şıktı.
James Young (Celtics, 17), Rodney Hood (Jazz, 23), Kyle Anderson (Spurs 30) gibi isimlerin de ileride bize bugünü hatırlatabileceğini düşünüyorum. Young çok genç, ancak doğal bir skor üretme güdüsü var. Hood'un 23'e düşmesi birçoğu için sürprizdi. Anderson da çok yönlülüğüyle Spurs sistemine ideal bir point forvet olabilir.
Kaybedenler
Aaron Gordon kötü bir seçim sayılmaz; hatta Magic tam aradığı türde birini buldu, yanına da Elfrid Payton'u koyup geceyi kazanarak kapattı diyebiliriz. Ancak Gordon'un altındaki isimlerin birkaç yıl sonra imza atacakları kontratlarda onunkinden daha fazla sıfır olması hayli olası görünüyor.
Kings bence Stauskas'la hata yaptı. İçimden bir ses birkaç yıl sonra zamanı geri alıp farklı bir tercih yapmak üzerine iç geçireceklerini fısıldıyor. Raptors'un 20. sırada seçtiği Bruno Caboclo'nun yeteneğini geçtim, ismini duyan var mı? Umarım Masai Ujiri bize göründüğü gibi acı değil, aksine tatlı bir sürpriz yapmıştır.
Adreaine Payne, Atlanta Hawks'a 'acaba' dedirtecektir. Zira altta Rodney Hood, Gary Harris, James Young, Tyler Ennis gibi isimler var. Bana biraz cömert davrandılar gibi geliyor.
Ve kötü derecelerine rağmen geçmişte verdikler cömert kararlar yüzünden üst sıralardan seçim yapamayan takımlar... Özellikle New York Knicks, Detroit Pistons, New Orleans Pelicans... Bu takımlar, geçmişte yaptıkları akıl almaz takas hamleleriyle bugün altın değerindeki 2014 Draft seçim haklarını cömertçe feda etmişlerdi. Eminim hala tırnaklarını yiyorlardır.
Sevgiler.