Arama

Popüler aramalar

‘’Hepsi ofsayt!‘’

Türk siyasetinin en çirkin yüzü ne? Milletvekillerine verilen ‘dokunulmazlık’ hakkı. Çünkü insan var, insan var! Kimi milletvekilleri sadece ülkesine hizmet için Meclis’e gelirken; kimileri de bu zırhı kullanıp ceylan derisi koltuklarda hanedanlık kuruyorlar.
Kaldırılsa ‘dokunulmazlık’, kaç milletvekili hakkında dava açılır sizce?
Ya da kaç milletvekili hakkında işlem yapılamayan bir çok dava sonuçlanır?

Sporla ne alâkası var diyeceksiniz?
Var efendim.
Geçelim futbola...
Mesela hakemler?
Kim dokunabiliyor onlara?
İşte Yılmaz Vural?
“Sen Allah mısın kardeşim” dedi, 3 hafta ceza aldı.
Şimdi belki Adnan Polat da ceza alacak, belki Şekip Mosturoğlu da, belki Umut Bulut da...
Ama ya hakemler?
Herkes suçlu onlar temiz mi sizce?
Onlar işledikleri suçların karşılığında ne cezalar alıyor?

Yüzüne top fırlatan Edu’yu kızartamıyorsan...
Yaklaşık 1 dakika sahanın ortasında sana rest çeken Arda’yı atamıyorsan...
El yardımıyla atılan golleri göremiyorsan (Örnek: Baros)...
Ofsayttan gelen golleri çözemiyorsan (Örnek: Youla)...
Saha içindeki topu dışarıya taşıyıp bir penaltıyı atlıyorsan (Örnek: Sabri Sarıoğlu-Tolga Zengin)...
Selçuk Şahin ve Hüseyin Çimşir’e hikayeden sarı kartlar gösterip cezalı duruma düşürüyorsan...
Nizami golü saymıyorsan, (Örnek: Nobre, Selçuk Şahin)
Sen ne iş yaparsın sevgili hakemim?

Ha milletvekili ha hakemlerimiz!
Birisine hakkınız yok, dokunamıyorsunuz.
Diğerine hakkınız var, dokunmuyorsunuz...
Bu yazı bunun için yazıldı işte, bir şeylere, birilerine dokunmak için...

Sezonun en gollü haftasını geride bıraktık. 9 maçta 34 gol atıldı. Yani maç başına 3.78 gol...
Sezonun en kartlı haftalarından birini daha geride bıraktık. 9 maçta 41 sarı, 2 kırmızı... Yani maç başına yaklaşık 5 kart...
Gol atınca sevinir ya insanlar, mutlu olur ya...
Kartlara bakılırsa, biz ya sevinmeyi bilmiyoruz ya da üzülmeyi...
Ya da birileri bizim sevinmemizi de istemiyor, üzülmemizi de...
Koyun gibi yani!

28 Ekim 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Teşekkürler Lincoln!‘’

Günlerdir gündemdeydi Galatasaray-Trabzonspor maçı... Beklemeye değmezmiş meğerse! Yıllardır ne olduysa aynısı oldu çünkü. Galatasaray kazandı, Trabzonspor kaybetti, hepsi bu! Ancak konuşacağımız konu bu değil elbette.
Lincoln var mesela... Golü atıyor, attıktan sonra Arda’nın ‘Samba’ ricasını kırmıyor! Alıyor köşe gönderini eline, esaslı bir Samba sunuyor. 4.hakem Tolga Özkalfa ile orta hakem Bünyamin Gezer uzun süre konuşuyor. Sonra bir yaptırım yok ve Trabzonspor 3.kez santra yapıyor. Çok değil, 1 dakika sonra Lincoln’ün eli topla buluşuyor. 1 dakika önce ‘muhabbet’e dalan ‘Gezer’ bu kez icraata geçiyor, Lincoln’ü atıyor.
***
Arda vuruyor, top taça giderken Servet’in eline çarpıyor ve gol oluyor. Bünyamin Gezer’in görme imkânı yok. Çünkü o an Sanctis haricinde herkes ceza alanında! Ancak ya yardımcısı... O da mı ‘uyur Gezer’ acaba!
Sonra Arda ile Servet yürüyor. Vücut dillerine bakılırsa muhabbet şu:
- Elime çarptı Arda...
- Harbiden mi? Çaktırma!
***
Bursa-Eskişehir maçındayız. 2-0 geriye düşen Bursaspor, Zuniga’yla farkı 1’e indiriyor. Öyle böyle değil, adam açık açık topu eliyle ağlara gönderiyor. Cüneyt Çakır görmüyor, yardımcısı uyuyor.
***
Sivasspor, Mehmet Yıldız önderliğinde yine ‘gönüllerin şampiyonu’ oluyor. Mehmet atıyor, Mehmet attırıyor. Kim mi bu Mehmet? Batuhan’ın 11’de forma giydiği Milli Takım’da 1 dakikası bile bulunmayan Mehmet var ya? O işte!
***
Fenerbahçe kazanıyor Kocaeli’de... Uğur Boral golü atar atmaz oyundan alınıyor. Zaten Aragones, Uğur’un golünü de görmüyor. Çünkü o an Deniz’e taktik vermekle meşgul. Deniz gösteriyor Dede’ye, “Hocam bak, gol attık!” Aragones Deniz’e bir bakış fırlatıyor: Sen taktiği dinle!
***
Antalyaspor ve Kocaelispor yeni geldiler Süper Lig’e. 7 haftada 1 puanları var. Hikmet Karaman, Jarabinsky, Engin İpekoğlu ve Yılmaz Vural’ın ‘yarım’ puanları var yani... Çanlar onlar için çalıyor, yönetimleri uyuyor.
***
Hakem uyuyor, teknik direktör uyuyor, yönetim uyuyor. ‘Uyku dolu bir haftayı’ daha geride bıraktık işte. Sonra Estonya’yla berabere kalıyoruz, Liverpool’dan fark yiyoruz, Steaua’ya eleniyoruz, Partizan’ı güçbela yeniyor, Arsenal’i endişeyle bekliyoruz ya?
Günaydın!

21 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Arda bunu yapma!‘’

Sakat sakat oynuyorsun, ‘Adam’ diyorlar... Futbol hayatın biterse bir gün, senesi dolmadan unuturlar. Amatör olma, kendini yakma.

Arda Turan... Henüz 21 yaşındasın. Buna karşın ‘Yıldızlar Kulübü’ndeki yerini çoktan aldın. Galatasaray’daki ilk profesyonel sezonunda 180 milyar kazandın. İyi oynadın, 350 milyara katladın. Muhteşem oynadın, yıllık gelirini 500 bin dolara çıkarttın.. Ve bu sezon başında 1 milyon Euro’luk yeni sözleşmeye imza attın.
Bellinzona maçında 3. dakikada sakatlandın. 31. dakikaya kadar dayandın ve en sonunda çıkmak zorunda kaldın.
Doktorlar, “En az 10 gün dinlenmeli” dedi, dinlemedin. Bursaspor karşısında, dakikalarca masaj ve 2 iğneyle oynadın.
Golünü attın, yüzüne baktım; tebessüm etmiyordun, ağlayacaktın.
..Ve Galatasaray 2-1 kaybetti.

Gökhan Gönül... Henüz 23 yaşındasın. Buna karşın ‘Yıldızlar Kulübü’ndeki yerini çoktan aldın. Futbola, Bursa Yolspor’da başladın, Gençlerbirliği-Oftaş arasında tam 10 kez gidip geldikten sonra Fenerbahçe’ye transfer oldun. Kazıya kazıya geldin Kadıköy’e, ilk yılında gönüllerde taht kurdun.
Geçen sezonun ikinci yarısında hep sakattın, ama hep oynadın. Sonrasında Milli Takım’ın Euro 2008 kadrosuna katılamadın. Kariyerinde çok önemli bir adım atacaktın, atamadın.
Kayserispor maçı sonrası Fatih Terim konuştu: “Gökhan Gönül’ün durumu zaten iyi değildi, bunu biliyordum” dedi. Bu bir itiraftı. Yani sen, Kayserispor maçına da sağlık sorunlarını hiçe sayıp çıkmıştın.

Türkiye kahraman üretmeye bayılır. Kolunu sarıp maça devam edersen, “İşte adam” derler sana... İki gün sonra kolunu kesseler, iki gün daha konuşulursun ve unutulur gidersin bu düzende.
Futbol profesyonel bir iştir. Hayattaki diğer tüm işler gibi.
Akıl hocalarınız, abileriniz, ablalarınız, yöneticileriniz ya da hocalarınız ‘oyna’ diyecektir size sakat olsanız bile.
Oynamayın...
Çünkü sadece Bursaspor, sadece Kayserispor maçında lazım değilsiniz siz.
Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin ve en önemlisi Türkiye’nin size ihtiyacı var.
Amatör olmayın...
Kendinizi yakmayın...
Ve şu soruyu mutlaka kendinize sorun:
“Ben Bursa’da oynarken, Harry Kewell neredeydi?”
“Ben Kayserispor maçında oynarken, Alex neredeydi?”
Cevaplarınızı verdiğiniz anda şunu düşünün:
Ne Kewell kötü niyetli ne de Alex... Onlar sadece birer profesyonel.
Hayatınız boyunca kazanmak istiyorsanız, siz de öyle olun.

07 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ah enişte vah dede!‘’

Almanlar’ı Dünya Kupası’na götür, Galatasaray’a 5 at! İspanya’yı Avrupa Şampiyonu yap, FIFA’nın Onur Konuğu ol, yetmez! Türkiye’de ‘iyi teknik adam’ olmak, bu başarılardan geçmez.

Süper Lig’in 5. haftası geride kaldı; Galatasaray, ezeli rakibi Fenerbahçe’ye 5 haftada 5 puan fark attı... Hâl böyleyken, neler konuşuluyor şimdilerde, bakalım...

Kim Galatasaray’ın teknik direktörü; Michael Skibbe. Ne deniyor Enişte’ye? Galatasaray’a bir gömlek küçük geliyor.

Kim Fenerbahçe’nin teknik direktörü; Luis Aragones. Ne deniyor Dede’ye? Fenerbahçe’yi iyi yönetemiyor.

Arkadaşlar...
Almanlar, 2002 Dünya Kupası’nda Milli Takımı’nı kime teslim etmişti Rudi Völler ile birlikte? Michael Skibbe...
Almanya’da henüz 32 yaşındayken Borussia Dortmund’un başına kim getirildi?
Michael Skibbe...
Bayer Leverkusen’in başında, Galatasaray’a 5 gol atan kimdi? Michael Skibbe...
İspanya, 2004 ile 2008 arası Milli Takımı’nı kime teslim etti? Luis Aragones...
İspanya’yı 44 yıl aradan sonra kim Avrupa Şampiyonu yaptı? Luis Aragones...
Atletico Madrid’de 10 yıl futbolculuk, 14 yıl teknik direktörlük... Kime ait bu kariyer?
Luis Aragones’e...

Shakthar Donetsk, Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk maçında Basel’i deplasmanda yendi. Kim hocası? Beşiktaş’ın kovduğu Mircea Lucescu...
Marsilya, geçen sezon devirdiği Liverpool’a 15 gün önce yine kök söktürdü, bir penaltıya teslim oldu. Kim hocası? Galatasaray’ın kovduğu Eric Gerets...
Alman Milli Takımı’nın başında kim var?
Fenerbahçe’nin kovduğu Joachim Löw...
İspanya Milli Takımı’nın başında kim var? Beşiktaş’ın kovduğu Del Bosque...
Rus Milli Takımı’nın başında kim var?
Fenerbahçe’nin kovduğu Guus Hiddink...

Sen Aragones’i al, Skibbe’yi al, Carlos’u, Kewell’ı, Baros’u, Delgado’yu, Oghawowa’yı, Meira’yı, Güiza’yı, Tello’yu, Isaac’i al; ne yazar? Kamil Abitoğlu gelir, gollerini saymaz; Yunus Yıldırım gelir, penaltını, faulünü çalmaz; Cüneyt Çakır gelir, penaltı dağıtır, kart saçar; Bünyamin Gezer gelir, üstüne bir de fırça atar! Başkan gelir soyunma odasına taktik verir, menacer gelir idman sahasına olay çıkartır. Bir bakan konuşur sonra; “Öyle ya da böyle, bu takım üst lige çıkacak” der; kimsenin sesi çıkmaz! Milyon dolarlar döner piyasada ve en sonunda hep, teknik adam gönderilir. Bu kadar basit işte! Raşit Çetiner gitti, Engin İpekoğlu gitti. Peki, sıra kimde?

Son sözümüz, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkese; Şeker Bayramınız kutlu olsun...

30 Eylül 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Silin de görelim!‘’

Geçen sezon Beşiktaş’ın 3 puanını silemeyen, Sivasspor’un 3.’lüğüne malolan skandalı sümenaltı edenler hâlâ görevde. Şimdi onlar, Sivasspor’un 3 puanını silebilirler mi sizce!
Tarih 20 Ekim 2007... Avni Aker’de dev bir maç oynandı. Beşiktaş, kalecisi Rüştü haksız yere atılmasına karşın, Trabzonspor’u 3-2 yenmeyi başardı.
Tarih 14 Eylül 2008... 4 Eylül Stadı’nda bir Anadolu Derbisi oynandı. Sivasspor, Bursaspor’u 3-1 yenmeyi başardı, geçen yıl olduğu gibi bu sezon da zirvenin ortağı olacağını kanıtladı.
İki maç arasında tam 329 gün var. Peki neden birarada yazıyoruz, hem de 2008-2009 sezonunun 4. haftası geride kalmışken.
‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ diyebilirsiniz. Demeyin, dinleyin!

Trabzon-Beşiktaş maçının üzerinden 1 yıl geçtikten sonra bir skandal patlak verdi. Beşiktaş, ‘alt yapıdan 1985 doğumlu bir oyuncu bulundurma’ kuralını ihlal etmişti. Normal şartlarda ‘hükmen mağlup’ sayılmalıydı Beşiktaş. Ancak skandal, 2007-2008 sezonu tescil edildikten sonra ortaya çıktı. Geri dönüşü zor, hatta imkânsızdı. Çünkü sezonun son haftası ‘üçlü averajla’ Beşiktaş’ın gerisinde kalan Sivasspor, İntertoto Kupası’nda maç bile oynamıştı.

Sivas-Bursaspor maçından 1 hafta sonra aynı senaryo yaşanıyor şimdi. Sivas, ‘altyapıdan 1986 doğumlu bir oyuncu bulundurma’ kuralını ihmal etmiş. Konu bugün ya da perşembe karara bağlanacak. Sivasspor’un hükmen yenik sayılması gündemde. Bu gerçekleşirse puan cetveli değişecek. Şu an 9 puanla 3. sırada olan Bursaspor 12 puanla liderliğe yükselecek, 8 puanla 5. sırada yer alan Sivas ise 5 puana düşecek ve 11. sıraya gerileyecek.

Haluk Ulusoy başkanlığındaki Futbol Federasyonu, 2001-2002 sezonunda, Beşiktaş’ın başvurusunu kabul etti ve 1959’dan önceki 2 şampiyonluğunu kabul ederek ‘İADE-İ İTİBAR’ı teslim etti.
Haluk Ulusoy başkanlığındaki Futbol Federasyonu, 2007-2008 sezonunda, Trabzonspor-Beşiktaş maçında yaşanan skandalı sümenaltı etti. Sivasspor, tarihinde ilk kez UEFA’ya katılma şansını kaybetti.
Mahmut Özgener başkanlığındaki Futbol Federasyonu, şimdi Sivasspor’u hükmen mağlup edebilecek mi?

Sivasspor Başkanı Mecnun Odyakmaz, “Olan oldu artık. Ancak biz en azından ‘İADE-İ İTİBAR’ımızın teslim edilmesini isteriz” demişti.
Edilmedi...
Şimdi Sivasspor’un
3 puanı silinir mi?
Silin de görelim hadi!

23 Eylül 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Annemizin ligi!‘’

Geçtiğimiz hafta Türk Futbolu annelere emanet edildi! Herkes birbirinin annesini sordu nedense. Koca koca adamların bir bildiği vardır herhalde!

Recep Tayyip Erdoğan kim? Başbakan... Ne dedi vatandaşa; “Ananı da al git.” Fatih Terim kim? Milli Takımlar Teknik Direktörü...
Ne dedi Tanburacı’ya; “Senin ananı avradını...”
Hıncal Uluç kim? Yorumcu...
Ne dedi Emre’ye? “Ben böyle karakterdeki bir adamı, Milli Takım’a bile çağırmam...”
N’oldu sonra? Emre’nin annesi hastaneye kaldırıldı.

Geçtiğimiz haftadan kendi adıma çıkarttığım en önemli detay şu: Bu ülkede Başbakan, Milli Takımlar Teknik Direktörü, birçoklarının biat ettiği bir köşe yazarı, Milli Takım Kaptanı veya yeniden çok okunan bir yazar olmak istiyorsan; hayatının temel ilkeleri arasında mutlaka ‘kavga’ olmak zorunda... Bu ‘kavga’nın içine bir de ‘anne’ katabiliyorsan, harika!

Peki ne olacak şimdi?
Sayın Erdoğan yine Başbakan, Sayın Terim yine Milli Takım Teknik Direktörü, Sayın Uluç yine yorumcu, Sevgili Emre yine Milli Takım Kaptanı, Sayın Tanburacı bu kez daha çok okunan bir yazar olarak kalacak.
Peki ya anneler?
Onlar, böylesi ‘ucuz polemikler’le anılmaktan dolayı için için ağlayacak? Ama kan kusacak, kızılcık şerbeti içtim diyecekler.

Volkan Demirel, “Gördün mü hocam, yukarıda Allah var” dedi, atıldı.
Ömer Çatkıç, annesine edilen küfürleri ‘bodyguard duruşu’yla protesto etti, kızardı.
Hasagiç, penaltıya giden adamı engelledi sarı, itiraz etti ikinci sarı ve oyun dışı.
Bu hafta 3’ü kaleci olmak üzere tam 9 futbolcu kırmızı kart gördü. Maç başına 1 kırmızı...
Anlaşılan o ki, ulusça gerdiler bizi!

İyi şeyler yok mu peki?
Var... Sivasspor var. ‘Tesadüf’ diyenlere inat, yine yüksekten uçuyorlar.
Gaziantepspor var. 3. haftada 7 puanı buldular, zirveye ortaklar.
Kayserispor var. Süper Lig’de gol yemeyen tek takım, onlar.
Gençlerbirliği’nden Mustafa Pektemek var, Kayserispor’dan Abdullah var, Hacettepe’den İbrahim Şahin var vs... vs...
Her şeyden daha önemlisi; ligin en tepesinde Bülent Uygun var...
Altında Ertuğrul Sağlam,
Altında Nurullah Sağlam,
Altında Ersun Yanal,
Altında Samet Aybaba var.

Ancak...
Bir de hakemler var.
Yine ‘garipleşme’ye başladılar.

16 Eylül 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gelmeyin Başbakan!‘’

Çarşamba günü saat 20.00 civarı... Kadıköy’de, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda basın tribünü girişinin önündeyiz. Eşim ve kızım da yanımda. Belçika maçında ‘Çılgın Türkler’e destek vereceğiz.
Bir anda ortalık karıştı. Üzerinde mavi ışıklı, onlarca araba... İçlerinde full güvenlik. Küçük bir ordu geliyor karşıdan.
Polisler yolu trafiğe kapatıyor. Vatandaşlar, önce “orada durma, burada durma” uyarılarıyla karşılaşıyor. Sonra itekleniyorlar, ne olduğunu anlamadan yerlerde sürünenler bile var.
Garip bir keşmekeş. Acaba diyorum, darbe mi oldu?
Sonra öğreniyoruz ki; Başbakan geliyormuş.
* * *
Ardından aynı sirenler, aynı polisler, aynı muameleler... Bu kez gelen, İstanbul Emniyet Amiri Celalettin Cerrah...
Sonra siren yok ama, polis ve muamele aynı. Kalabalık yarılıyor resmen, korumaların darbeleriyle. İnsanlar itekleniyor yine, düşüyorlar. Yürüyerek geliyor ve yanımızdan geçiyor Doğruyol Partisi eski başkanlarından Mehmet Ağar...
Bu ülkenin Başbakanı, Emniyet Müdürü, eski bir siyasi liderinin maça gelişi, bu ülkenin vatandaşları için işkence halini alıyor.
* * *
Kızımın adı Eylül; eylül ayında böyle bir Türkiye manzarasıyla karşılaşıyor ve eylül ayında, sizleri hiç tanımadan ‘bunlar kötü insanlar mı baba’ diye soruyor.
Oldu mu Sayın Başbakan, oldu mu Sayın Emniyet Amiri, oldu mu siyaset büyükleri...
* * *
Belki de bunları bilmiyor Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Mehmet Ağar, Sayın Celalettin Cerrah...
Ama okurlarsa, ya da yakınlarındakiler bu cümleleri onlara aktarırsa; belki biter bu ıstırap...
Bitmeyecekse ve böyle devam edecekse de; gelmeyin Sayın Büyüklerim...
Çünkü vatandaşlarınız, yani bizler, bunları hak etmiyoruz.
* * *
Bir babanın düşünceleri önemliyse sizce eğer; bilgilerinize...

13 Eylül 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ölümün daniskası!‘’

Ümit yığılıyor yere, binlerce Alman ağlıyor. Yattara sakatlanıyor sentetik çimde, bir yetkilinin sesi çıkmıyor... Hayat, Almanya-Türkiye hattında anlam değiştiriyor... Ne diyelim, gömün gitsin!


Türkiye macerasına Beşiktaş ile başlamış, sonrasında Fenerbahçe’de de görev yapmış Alman bir teknik adam; Christoph Daum...
Yıllarca Süper Lig’de forma giymiş, adı Galatasaray ile özdeşleşmiş Kolombiyalı bir kaleci; Ali Faryd Mondragon...
Türkiye’de Anadolu kulüplerinde hak ettiği ilgiyi göremeyen, ancak Fenerbahçe’ye geldikten sonra kaptanlığa kadar yükselen bir değer; Ümit Özat...
Oynanan bir Bundesliga maçı; Karlsruhe-FC Köln... Ümit Özat yere yığıldığında, Alman hakem maçı tatil etmek için karar verme aşamasında... Daum ağlıyor, Mondragon ağlıyor, tribündeki binlerce Alman futbolsever ağlıyor.
Ardından Ümit’in iyi olduğu haberi geliyor. Acilen gözyaşları siliniyor, yüzler gülmeye başlıyor.
Elbette acı bir tecrübe bu Ümit Özat için... Ancak sonuçlarına bakıldığında ‘değermiş’ diyor insan.
Artık sıradan bir lejyoner değil o Türkiye için. Artık “Türkiye’yi dışarıda tanıtan değerlerin daniskasıdır” o...
Geçmiş olsun, helal olsun...

Antalya’nın patates tarlasına benzeyen stadına değinmiştik geçtiğimiz hafta... Bu hafta; 4 takımla Süper Lig’de temsil edilen Başkentimiz’in meşhur, sentetik 19 Mayıs Stadı’ndayız. Ziraat mühendisleri araştırmış ve şu raporu yazmış:
“UEFA, sentetik futbol sahalarında oyuncu, hakem veya yardımcıların ister ulusal, isterse uluslararası karşılaşmalarda, yaralanma ve sakatlanmalarında yetki ve sorumluluk kabul etmiyor. Bu tür sahalarda şu an için 3. kuşak çimler kullanılıyor. İlk 2 kuşak sentetik çim sahalar üzerinde yürütülen araştırmalar, bu sahalardaki sakatlanma oranlarının doğal çimlere göre yüzde 32 daha fazla olduğunu göstermiştir. Yapımı daha pahalı olan sentetik sahalarda, yazın sulanmamış suni çim yüzey sıcaklığı 72 dereceyi bile bulabilmektedir.”
Yattara, Ankaragücü maçında sakatlanıp çıktı oyundan. Tahlillerin ardından iyi olduğu açıklandı. Ya tersi olsaydı...

Futbol, spor, yarış ya da rekabet değil bu yazının özü aslında. İki ülke ve iki olaydan bahsediyoruz. İki farklı kültürden, iki farklı yaklaşımdan...
“Dünyayı güzellik kurtaracak,
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyor ya ünlü ozan...
Bizim tek derdimiz bu...

02 Eylül 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI