Arama

Popüler aramalar

‘’Gerçekler acı(d)tır‘’

Gazetemizin önceki günkü 1. sayfa manşetini ben verdim. Bunun üzerine Galatasaray Spor Kulübü’nün resmi internet sitesi hem benim, hem de çalışma arkadaşlarımın namusunu sorgulamış. Öncelikle şunu belirteyim ki, beni yakından tanıyan arkadaşlarım (bunların arasında Galatasaray Yönetimi’nin çok yakınları da var) namusum için yaşadığımı çok iyi bilirler. Sevgili Başkan’ım ve yönetim kurulundaki arkadaşları küçük bir araştırmayla bu bilgiye ulaşabilirler.

Bunların hangisi yalan
Gelelim “NAMUSSUZCA” yaptığım habere; futbolcular arasındaki kamplaşma mı yalan, Florya’daki binanın lobisindeki Haldun Üstünel-Arda Turan münakaşası mı yalan, Elano Blumer ve Giovani dos Santos’un Galatasaray’a bir şey veremedikleri mi yalan, Cassio Lincoln ve Jo Alves’in Galatasaray’a yakışmayan davranışlar içinde bulundukları mı yalan, Adnan Sezgin ile Haldun Üstünel ve Murat Yalçındağ arasındaki soğukluk mu yalan, Sezgin’in Ersun Yanal’la görüşmesi mi yalan, sayın Başkan Adnan Polat’ın sık sık Florya’da takıma destek vermek için bulunduğu mu yalan!

Gelelim seçim çalışmalarına; bizzat sayın Başkan’ın bulunduğu bir ortamda, “Bir oyum var, onu da Adnan Öztürk’e atacağım” diyen bir insanın dürüstlüğünü ve namusunu sorguluyorsunuz... “Size oy kullanacağım” deseydim mi, namuslu olacaktım?

Herkes işini yapmalı!
Gelelim fotoğrafa; kamuya mal olmuş kişilerin bu tür fotoğrafları hep kullanılmıştır ve kullanılmaya da devam edecektir. Bu fotoğrafları çeken foto muhabiri arkadaşlarımız da ödüllendirilir. Kimse işimizi nasıl yapacağımız bize öğretmeye kalkmasın. Bunlarla uğraşacağınıza, lütfen şampanya banyosu yapan futbolcularınızı dizginleyiniz.

10 Nisan 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir efsanenin ardından...‘’

“Tanrı sevdiklerini çabucak yanına alırmış”. Tamam anladık da bizim günahımız neydi. Seni çok ama çok özleyeceğiz Özhan Ağabey...

Aslında bugünün geleceğini hepimiz biliyorduk ama konduramıyorduk. Maalesef Özhan Ağabey’imizi kaybettik. Evet kaybettik, tüm Türkiye, tüm spor camiası, tüm iyi insanlar kaybetti.

Onu Galatasaray’ın yöneticisi, daha sonra da başkanı olarak tanıdık. Tanıdıkça sevdik, sevdikçe daha iyi tanıdık. Bir Fenerbahçe-Galatasaray maçında; ki, tarihe geçen maçlardan biri oldu bu karşılaşma ve Galatasaray ezeli rakibine tam 6-0 yenilirken her golden sonra rakip takımın başkanı Aziz Yıldırım’ın elini sıkarken tanıdık. Centilmenlik denince ilk akla gelen isim oldu Türkiye’de. Kendisini en çok eleştirenleri bile inanılmaz kişiliğiyle canlı yayında ağlatırken tanıdık. Kulüple ilgili bir toplantıda, “Başarımın sırrı bire bir, yüz yüze insanlarla konuşmaktır. Şu salonda şu anda en azından 500 kişi var. Herkesle en azından bir kere yüz yüze konuşmuş ve fikirlerini dinlemişimdir” derken tanıdık.

Galatasaray sevgisini aşılıyordu
Sert görüntüsünün ardında yufka gibi bir yürek bulmak her zaman için mümkündür. Eğer sınırlarına uymayan bir davranışta bulunursanız vay halinize. Üç cümleyle dünyayı başınıza yıkar. Kendi kendinize, “Bir daha Özhan Ağabey benimle konuşmaz” dersiniz fakat 10 dakika sonra başka üç cümleyle öyle bir gönlünüzü alır ki, “En çok beni seviyor” diye düşünürsünüz.

Kendisi hiç sevmezdi böyle konuları ama yardımseverlikte yanına yaklaşabilecek biri zor bulunur. Her sene sadece hastanede zor durumdakilere yardım etmek için ayrı bir bütçe oluştururdu. Fabrikasında çalışan binden fazla işçisinin neredeyse tamamıyla isimleriyle konuşuyordu. Fabrikasının bulunduğu yerde bir ilkokul yaptırmasına rağmen fabrika içinde de okul öncesi çocuklar için okul kıvamında bir kreş açtırmıştı. Zaman zaman buralarda dolaşarak minik çocukların hepsinin Galatasaraylı olmaları için tatlı bir uğraş veriyordu.

Altınoluk günlerinden hoş bir anı
Aile ise Özhan Ağabey’in Galatasaray sevdası için birçok fedakarlık yapmış, senelerce “Özhansız” yaşamak zorunda kalmışlar. Özhan Ağabey’in bir kızı ve bir oğlu var. Kızı Zeynep, oğlu Murat. Murat aynı zamanda Galatasaray Lisesi’nden dönem arkadaşım. Zaman zaman babasını başka bir aileye kaptırmış gibi konuşur, “Birçok şeyini verdi Galatasaray’a ama en önemlisi sağlığını verdi” diye sitemde bulunurdu. Eşi Asuman Hanım ise hepimizin bildiği bir anne. Hayatım boyunca unutmayacağım... Özhan Ağabey’yi zar zor ikna etmişiz. Kulağımıza gelmiş. Başkanlığı bıraktığı ilk günlerde Altınoluk’taki yazlığında bisikletiyle dolaşıyor, oksijen yüklemesi yapıyor. Ellinci ricamızdan sonra, “Gel bakalım ama fotoğrafı sen buradayken konuşuruz” dedi. Foto muhabiri arkadaşım Erol Demirkol ve gazetenin ulaştırma görevlisi Cengiz Bey’le yola çıktık. Tüm yol boyunca, “Acaba izin verir mi?” diye konuşuyoruz. Neticede gittik, fotoğrafları da çektik, çok güzel röportajımızı da yaptık. Ama yaptığımız güzel röportajdan çok, orada yaşadıklarımız etkiledi üçümüzü de. Mütevazı bir apartman dairesi, elde yapılmış sigara börekleri, taze demlenmiş çay, daha sonra meyve servisi ve bunları bize servis eden Asuman Hanım. Canaydın Ailesi’nin milyonda biri olmayan insanları görüyoruz, yaşıyoruz. Basına karşı, daha doğrusu insanlara karşı olan tavırlarını. Bir de bizim gördüğümüz muameleye bakın. Ağızlarımızın kenarları kulağımıza kadar geliyor. Hele sigara böreklerini ikişer ikişer mideye indiren Cengiz Bey’inkiler ensesinde birleşiyor. Özhan Ağabey böreklerin bittiğini görerek, “Asuman biraz daha börek kızartın, çocuklar açmış” diyor ve yeni börekler geliyor. Akşamına, “Bir yere söz vermeyin, sizi harika bir yere götüreceğim. Saat 20.00’de hazır olun otelinize geleceğim” diyor. Kendi kullandığı arabasıyla alıyor bizi götürüyor, cennetten bir köşeye. Tüm çevredeki insanlar hemen yanında Özhan Ağabey’in. Sanki hepsinin babası. Ulaştırma görevlisi Cengiz Bey, “Tüm arkadaşlara dönünce hava atacağım, Özhan Bey benim şoförlüğümü yaptı” diyerek keyfine keyif katıyor. Sonra bizi otelimize geri getiriyor. Bir baba gibi, “Çocuklar geceleri buralar biraz serin olur üzerinizi iyice örtün” diyerek karanlığın içinde kayboluyor.

Keşke stadın açılışını da görseydin
Seyrantepe’yi, Aslantepe’ye çevirmek için ne kadar uğraştığını en iyi yakınlarındakiler bilir. Artık her şey bitmiş, stadın imar planları izinleri çıkmış. Birkaç ay sonra temel atılacak. Özhan Ağabeyi bilen bilir. Her yaptığını, yapılanı arşivler, dosyaları vardır. Bir gün Mecidiyeköy’deki kulüp binasına çağırıyor beni, sıkı sıkı tembihliyor, “Gazeteci olarak değil, bir kardeşim olarak burada bulunuyorsun” diyerek elimizi ayağımızı bağlıyor. “Bak Serdar bunlar Ankara-İstanbul gidiş dönüş biletleri. 200’den fazla gittim geldim Ankara’ya bu izinleri alabilmek için. Ama bitti işte en sonunda göreceğim bu stadın yapıldığını” diyor. Tamam be ağabey, yapıldığını gördün de bir de açılışını görseydin, ne kadar yakışıklı bir gün olurdu o. Ama merak etme bizim ömrümüz olursa sana söz o günün bir tek senin için düzenlendiğini düşüneceğim. Eminim seni bir aralar çok üzen Galatasaray taraftarları da burun direkleri sızlayarak sana yakışır tezahüratlarını yapacaklardır.

Kısaca derler ya, “Tanrı sevdiklerini çabucak yanına alırmış”. Tamam anladık da bizim günahımız neydi. Seni çok ama çok özleyeceğiz Özhan Ağabey.

24 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yiğit Şardan nereden nereye‘’

Yiğit Şardan Galatasaray’ın karıştığı basketbol skandalının ilk kurbanı oldu. Başkanlık düşünceleriyle çıktığı yol şimdilik istifayla sona erdi. 2001-02 yılında başladığı yöneticilik hayatı çok talihsiz bir olayla 2009 yılında ve kendi isteğiyle bitti. Bundan sonra tekrar yöneticilik yapabilir çünkü Galatasaray’ın tüzüğünde böyle bir madde yok.

Yani başka bir dönemde yine yöneticiliğe ya da 2006 yılında olduğu gibi başkanlığa adaylığını koyabilir.

Şardan’ın yöneticilik hayatını mercek altına aldığımızda fazla konuşmayı sevmeyen ve gerektiğinde medyanın karşısına çıkan bir yönetici olarak görünüyor. Ancak Şardan’ın çok iyi bir Galatasaraylı olduğu, maçları Ali Sami Yen Stadı’ndaki özel locasında seyrettiği de herkes tarafından bilinmekte.

Canaydın’la yıldızı barışmadı
1963 doğumlu olan Yiğit Şardan’ın ilk olarak yönetime girmesine Mehmet Cansun, Fatih Altaylı ve Eren Talu’nun önayak oldular. 8 ay süren Cansun başkanlığındaki ilk yöneticilik tecrübesinde ismi pek fazla duyulmadı.

Daha sonra başkan seçilen Özhan Canaydın’la yıldızı hiç barışmadı. 2006 yılında da Canaydın’ın karşısına başkan adayı olarak çıktı. 1615 oy alan Canaydın’ın karşısında 1331 oy alarak kimilerine göre başarılı kimilerine göre de başarısız oldu.

Çünkü o zamanlar Özhan Canaydın çok eleştiriliyor ve karşısındaki adayın mutlaka başkan seçileceği düşünülüyordu.

Ancak Şardan, Özhan Canaydın’ı geçemedi. Fakat aldığı 1331 oyun da hiçbir zaman yabana atılacak bir isim olmadığının kanıtı oldu. Bu seçim sürecinde hafızalara kazınan ve kimilerini kızdıran, kimilerinin de hoşuna giden söylemleri oldu.

Mesela bir röportajındaki ifade şuydu, “Özhan Canaydın, Galatasaray Başkanı olma gururunu dört yıl yaşadı.

Ama yanlış tercihlerle sportif başarıyı bir türlü elde edemedi.

Transferde çıkmazlara girdi; para ödemelerinde skandalların kahramanı oldu.

Süper insan olabilir. Ama beceriksizlik onu bitirdi.

Görüyorum ki hâlâ başkanlığa talip. İşte ben buna anlam veremiyorum. Yitirdiği prestij ve aldığı eleştirilere ondan çok ben üzülüyorum. ‘Artık yokum’ diyerek ayrılmalı; biz de onu elini öperek uğurlamalıyız”. Bir başkana “Skandalların kahramanı oldu” demesi camiadan büyük tepkiler de aldı, destek de... Ve ne kadar manidardır ki bir skandalın arkasından günümüzde istifa etmek zorunda kaldı.

Bir daha geri dönecek mi?

Her ne kadar aksini iddia etse de yöneticilikle taraftarlığı çoğu zaman birbirine karıştırdığı yakın çevresi tarafından gözlemlendi.

Geçen seneki Galatasaray-Fenerbahçe maçı öncesi Galatasaray Adası’ndaki yemekte koro halinde Fenerbahçe aleyhine onun bulunduğu masada küfürler edilmesi. 2008 yılında şampiyonluğu getiren maç olarak görülen Sivas deplasmanı dönüşü uçakta herkes şampiyonluk şarkıları söylüyordu.
Şardan bu kez de elindeki bagetle bir orkestra şefi titizliğiyle futbolcu ve taraftarlara Fenerbahçe aleyhinde küfürler ettiriyordu. 8 ay Mehmet Cansun dönemi, 20 ay da Adnan Polat dönemi olmak üzere toplam 28 aylık yöneticilik hayatını bitiren istifa kararı ise camia tarafından takdirle karşılandı.

Birçok duayen, “Gereğini yaptı, kalsaydı çok yıpranırdı” diyerek Şardan’ın bu kararına saygı gösterdiler.

Neticede bir zamanların başkan adayı, kendisine ait basketbol şubesinin büyük bir skandala karışmasıyla istifa etmek zorunda kaldı. Suçu var ya da yok, çok kısa bir sürede anormal yıprandı ya da yıpratıldı. Bu talihsiz olaydan sonra bir daha yönetici olmak isteyecek mi, onu da zaman gösterecek.

22 Kasım 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hatalar‘’

Adnan Polat’a: Galatasaray’ın başarılarından sonra her yerde boy gösteren ve neşeli açıklamalar yapan Sayın Başkan mağlubiyetler sonrasında da aynı tavrı sergilemeli. Ortadan kaybolmak kısa vadede bir çözüm gibi görülebilir, ama camia daha tuttuğunu koparan bir başkan hayal ediyor. Kaçmakla, yakalanmamak farklı şeyler. İlk sınav bu Ocak’ta, Tüzük Tadil Kongresi’nde verilecek. “Rakibim yok”, bir başkanın en son sığınacağı liman olmalı.
Yönetime: Derbiye kaybolmadan gidebilmek için ya daha iyi bir rehber ya da daha iyi bir GPS cihazı bulunmalı. Hepsi bir şakaysa da evden daha erken çıkılmalı. En azından futbolcularla aynı zamanda stada girmek yönetimin görevlerinden biri olmalı.

Haldun Üstünel’e: Ceza açıklandıktan sonra basın toplantısı düzenleyip şikayet etmenin tek sonucu Ali Sami Yen’deki Fenerbahçe maçında daha büyük olaylara yol açmaktır. Maçtan hemen sonra futbol şubesiyle, başkanıyla, tüm camiasıyla ortalık yakılmalıydı gönüllerdeki karar için. Teknik yönetime: Türkiye şartları biraz daha iyi öğrenilmeli. Türk futbolcusunun vücudundan önce kafasının idmanlı olması gerektiği göz ardı edilmemeli.

Futbolculara: Uzakdoğu sporlarının sadece vurdu-kırdı bölümleri değil, temsil ettiği zihinsel sakinliği de sindirilmeli. “Başaramam” diyen yabancısı Kewell’a, yerlisi Sabri’ye gitsin. Sabri ki, ‘istenirse olur’a en iyi örnektir. Tebrikler onun için, umarım nazar değmez. Taraftara: Tamam, tepki hepinizin hakkı. Ama o renkleri bu sene, o futbolcular temsil edecek. Biraz daha sabırlı olmanın tam zamanı. Sonra sezon sonunda sevinmek gerekirse ayıp olur çocuklara, nasıl bağrınıza basacaksınız kırdığınız kalpleri?

Florya personeline: Daha fazla konsantrasyon, bir de maç öncesi kamplar için yatakları havalandırın bence. Uzun geceler geri gelecek galiba. Hükümete: Açılımı böyle yapacaksanız olmaz. Derbi öncesi onlarca taraftarın arasında muhabbetteydim. Herkes maçı bırakmış otobüsün üzerindekilerini konuşuyor. Biri, “Abi getiriyorlar bari göstermeden salsınlar. Valla kanımıza dokunuyor.” Eğer derbi günü taraftar maçı bırakıp açılımı konuşuyorsa Şükrü Saracoğlu’nun gölgesinde; işler vahimin de ötesinde bence.

31 Ekim 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’2 yakanın hikayesi‘’

İstanbul’un iki takımının taraftarları bazen birbirlerine karşı öyle sevgisiz olurlar ki rakiplerinin adını ağızlarına almamak için, ‘’Suyun diğer yakasındakiler’’ diyerek tavırlarını belli ederler. İki yaka deyince aklımıza klasiklerin usta yazarı Charles Dickens’ın ‘’İki Şehrin Hikayesi’’ adlı eseri geldi. Hikayede kısaca; sevdiği için kendisine fizik olarak ikizi kadar benzeyen ama bambaşka karakterli, pek de hoşlanmadığı bir adamın yerine giyotine gidebilen bir adamın onur hikayesi anlatılır.

Ne alakası var diyeceksiniz şimdi. Galatasaray ve Fenerbahçe birbirlerine ikiz kadar benzerler bazılarına göre. Ama işin aslı asla öyle değildir. Ne kulüp yönetim şekilleri ne de futbol mantaliteleri birbirlerine benzemez. Bir taraf cumhuriyetle yönetilir, kendilerini ‘’Cumhuriyet’’ ilan edenler ise krallıkla. Bir taraf her zaman yurt dışında başarı peşinde, takım oyunu oynayabilen bir ekip kurma mücadelesi yapar, öbür tarafın derdi ise maçlarda ve lig yarışında suyun diğer yakasındaki rakibinin üzerinde olabilmektir. Bir taraf maratonların sonucuna sevinir, öbür taraf günlük başarılarla halay çeker. Fazla uzatmayalım.

Bu sezon birbirlerine benzemeyen ikizler yollarına firesiz devam ediyor. İkisi de 6’da 6 yaptı, rakip dayanmıyor kendilerine. İyi de kötü de oynasalar kazanmasını biliyorlar. Ama yine bir farklılık var aralarında. Son hafta maçlarından sonra 2 takımın teknik direktörleri taraftarlarına mesaj veriyorlar, artık yorumu size bırakıyorum.

Fenerbahçe’ninki: 6’da 6’yı ne zaman bir arada gördünüz.

Galatasaray’ınki: Rekorlara fazla takılmam, taraftar memnunsa sorun yok.

23 Eylül 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Liseli, lisesiz‘’

Galatasaray’da liseli, lisesiz tartışması olmadan gün geçmiyor. En son da Divan Kurulu Başkanı İrfan Aktar’ın anlaşılamaz kişisel ısrarıyla oluşturulan komisyon, Sicil Kurulu’nun yıllardır titizlikle kurduğu dengenin bozulmasına yol açtı. Yönetim de bu kararın destekçisi oldu.
Galatasaray’ın tüzüğünde şöyle bir madde var; “Derneğe her yıl alınacak asli üye sayısı, kaydı açık asli üye sayısı toplamının yüzde 3’ünü aşamaz. Yönetim Kurulu, 31 Aralık gününe kadar saptayacağı, alınacak asli üye sayısını Sicil Kuruluna bildirir.” Bu da ne demek; Galatasaray mayıs döneminde kulübe sadece 212 yeni üye alabilecek, ki geçen dönem bu rakam 522 idi. Son kez bu ne demek diyelim; Galatasaray’ın tüzüğü hayırlı bir iş için 20 yıldır deliniyordu demek.
Galatasaray’a üye kabulü sırasıyla A, B ve C grubunun kabulüyle gerçekleşiyor.
A Grubu: Liseliler.
B Grubu: Üye eş ve çocuğu.
C Grubu: Bunlar dışındaki başvurular.
Bu dönem liseli başvuru sayısı 223, yani diğerlerine hiç bakılmadan 212 liseli üye kabul edilecek. 11 en genç liseli ve B ile C grubu başvuruların tamamı kibar bir mektup eşliğinde reddedilecek.
Oysa ki geçtiğimiz yıllarda Sicil Kurulu liseli başvurularını yüzde 3’ün dışında tutuyor, B ve C Grubu başvurularına da yüzde 3’lük kontenjanı uyguluyordu. Her şey alışıldığı gibi devam ettirilseydi, bu dönem Galatasaray’a 435 (223+212) yeni üye kabul edilecek ve en azından 2 milyon 120 bin lira daha fazla gelir elde edilecekti. Bir başka deyişle de 212 lise kökenli olmayan müracaat sahibi mağdur edilmemiş olacaktı.
Dünkü Divan’da bu konu uzun süre tartışıldı. Hatta geçen dönem 192 kişinin giriş ücretlerini tek bir hesaptan verdiği bile söylendi. Daha sonra bu konu yönetim kuruluna sunuldu. Sicil Kurulu Başkanı Celal Açar’ın bu olumsuz durumu çözebilmek için çabaları yetersiz kaldı. Şimdi tek çare olarak ekim ya da kasım ayında Galatasaray’ı bir Tüzük Tadil Kongresi bekliyor.

14 Mayıs 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şeytan ve kalp‘’

Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’de vermeye çalıştığı mesaj kendi üslubu ile şöyledir: Şeytan, Tanrı’yla boy ölçüşmek ve savaşmak için insan kalbini seçmiştir.
“Yöneticiler böyle yaparsa” başlıklı manşet haberimizi yalanlarken doğrulayan Galatasaray Kulübü İletişim Koordinatörlüğü’ne teşekkür ederim. Tabii ki Ebru Köksal ve Mümtaz Tahincioğlu, yabancı stat ortaklarıyla yaptıkları toplantıda formalarını giyip tezahüratlar yapmamışlardır, misafirler gittikten sonra Yiğit Şardan’ın da Ada’ya gelmesiyle beraber 40-50 kişilik masaya dahil olmuşlardır. Söylemeye çalıştığımız şey de o masanın coşkusuyla alakası yoktur. Dünyanın her yerinde takıma gönül vermiş insanlar maçlardan önce yemek yer, coşar. Ama hiç birinin yanlarında takımlarının gönüllü ve profesyonel yöneticileri yoktur.
Kendini aklama adına da herkese “Yalancı” demek işin kolayı olsa gerek. Ada’da yöneticiler Galatasaray forması da mı giymedi, rakip takıma küfürlü tezahürat da mı yapılmadı? Yoksa başka bir tarihte Ali Sami Yen Stadı’nın karşısındaki otoparkın en üst katı kulüp yönetim odası mı sanılmadı? Geçen sene Galatasaray, Sivasspor’u deplasmanda 5-3 yenerek büyük ölçüde şampiyonluğunu ilan ettiği maçtan sonra bir orkestra şefi gibi tüm uçağı rakip takıma küfür mü ettirmedi sayın 2. Başkan! Hem de çok özel taraftarların önünde.
Bilin bakalım Şeytan kimin kalbinde!

19 Nisan 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nush, tekdir ve kötek...‘’

Nush (nasihat) ile uslanmayanı etmeli tekdir (azarlama), tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir (dayak).
Çok sevdiğim bir laftır. Yanlışta ısrar edenler için söylenmiştir.
Galatasaray’ın bugünkü durumuna da son derece uygundur.
Geçen sezon hocasız kalan takım Cevat Güler ve arkadaşlarına emanet edilmiş ve mutlu sona ulaşılmıştır. Teknik kadronun ve futbolcuların bu şampiyonlukta büyük emekleri vardır. Ancak ortaya çıkan her aksilikte (futbolcunun oturduğu apartman yöneticisinin şikayetlerinden tutun, kız arkadaşıyla arası bozulan futbolcunun dert ortağı olmak) ortaya çıkıp problemi çözen Mustafa Turgun’un da bir o kadar payı vardır.
Florya’nın efendilerini bir kez olsun dinlemeden Başkan Adnan Polat’ın Florya’nın ağabeyini devreye sokması çözümlerin en basitidir. Bülent Korkmaz ağabey olarak gelmedi Florya’ya, teknik direktör olarak geldi. Ağabeyliği de ağabey yapsın Florya’da. Geçen sezon 6 final vardı travmalı takımda. Bu sezon 9 final var, daha ağır travmalı takımda. Bu kötü gidiş sürerse, 2010’daki seçimde uzun süreli yönetime geldikleri her icraatlarından belli olan Adnan Polat ve ekibine Galatasaray’ın genel kurul üyeleri sandıkta kötek atmaları kaçınılmazdır.
Basit bir soru ile bitirelim. Turgun görevde olsaydı; sizce Lincoln Brezilya’da mı olurdu, Florya’da mı?

27 Mart 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI