‘’Frak, papyon, melon!‘’
Süper Kupa gibi bir futbol onur ödülü merasimine giderken frak, papyon, melon şapka mecburiyeti elbette yok. Yok ama mutlaka ve mutlaka adam olma, insan gibi davranma mecburiyeti var be birader! Beşiktaş otobüsüne saldıran şahısların start verdiği üzüntüme, gece de tribün mahcubiyeti eklendi. Bir yapı düşününüz, kalecisi Muslera’yı dahi yakma ihtimalinden çekinmeyen provokatör modeli, kulübünü yakmaz mı? Böylesi yapıyı barındıran Galatasaraylı olmaz, olamaz !
Transfer ettiği sporcuları hariçte bırakan teknik adamları, bayram günü bayramlıklarını giymemiş çocuklara benzetirim. Gözüm ana baba statüsündeki başkan ve yöneticilere takılır, alışverişi neden zamanında yapmadıklarını da düşünürüm. Avrupa’nın Nisan, bilemedin Mayıs’ta hallettiği transfer işini, aylar sonra ıskartalarla çözmek iş mi?
Muslera geceyi kurtardı
Futbolcular da menajerlerinin telaffuz ettiği çılgın rakamlar düzeyinde değil. Selçuk tırt, pırt, Sinan’dan gümüş beklerken, bronz dahi olamadı. Podolski sakatlandı gitti, zaten nafileydi! Linnes ve Carole’ün çoook çalışması lazım çok. Sneijder bildiğimiz gibi değil. Chedjou bildiniz gibi! Tolga gayretli iyi niyetli. Bruma her iki ceza alanında da çok tehlikeli! Arkadaşları hızına yetişemedi, yetiştiklerindeyse o arkadaşlarını gör(e)medi, bazen de Kalkavan ne olduğunu süzemedi! Muslera, Galatasaray’ın Balta’yla beraber en iş göreni oldu dün gece. Oyun uzadı! Balta da topa uzadı ve ağlara bıraktı 1-0 önde Galatasaray. Sonra sözde Galatasaraylı bir grup, Muslera’ya gol yedirtebilmek için çok efor harcadı ve başardı. Chedjou, kalecisini mandepsiye getirdi 1-1 Penaltılarda sıra şimdi! Muslera iyi ki Beşiktaşlı taraftarların bulunduğu yerdeydi, kurtardı kupayı ve geceyi...
‘’Devlerin aşkı!‘’
Demek ki boşuna söylememişler ‘devlerin aşkı, büyük olur’ diye. Dün gece de, aşk büyük oldu... Skor da tabii! Galatasaray ve Manchester United birlikte mükemmel futbol, lezzeti ve futbol estetiği içerikli şık görselli dersler sundu. Sarı- Kırmızılı ekibin savunma konsantrasyonunu pekiştirmesi, pas organizasyonlarını geliştirmesi olmazsa olmaz şart.
Takım savunması sırıtıyor...
Manchester United müsabakaya full otomatik Vabis hareketlilik, güç ve çabukluğunda başlarken, Galatasaray henüz ısınmamış kara şanzıman BMC’den farksız kaldı, adeta arkadan baktı! İngilizler mükemmel pas yapıyor, topu arzu ettiği gibi kullanıyor ve dakika 4’te İbrahimoviç şahane bir voleyle takımını 1-0 öne geçiriyor. Mou da rüyadan farksız kadrosuna bakıp, İsveçlinin golüne ‘ole’ çekiyor. Daha sonra Riekerink sözde çabuk ama arkasını koruma hevesi, hırsı ve bilgisi sıfır adamlardan oluşturduğu forvetiyle İngiliz’leri zorladı. Önce Sinan, ardından da Bruma birer gol attı ve ilk yarıyı 2-1 önde kapadı. Kapadı da takım savunması ve pas kurgu arızaları buram buram sırıttı.
Valencia tek başına dağıttı
Hele hele Valencia Galatasaray’ın sol kanadını küllüm etti. Küllüm sonrası Mata, Muta, Gardiyan, Felaketinni, Kolluk kuvveti, Muhtarinni, Roneyi derken, olta alanı ihtiyar heyeti gibi kıyaksaray dağıldı gitti, Muslera zaten izinliydi! Full otomatik son model Vabis karşısında, kara şanzıman emektar 140’lık BMC ne yapabilirse, Galatasaray da onu etti ve 2 gol atıp 5 tane de yedi. Burada futbolculardan önce irdelenmesi gereken mesele, mevcut yöneticilerle hâl ve gidiş şekli olmalı tabii.
Ahbap-çavuş ilişkisi!
Mekteb-i Sultaniye ahbapçavuş ilişkileriyle, hayata devam ettikçe de, yaşananlar ve şahit olunanlar hiç kimsenin garibine gitmemeli... Bitti. Point yani!
‘’2008'deki prim meselesi‘’
Pepe ve Meireles’in Portekiz adına attığı 2 gol değil, sahneye konan futbol değerleri de Ay-Yıldızlı ekibimizle ilgili beklenti ve morallerimizi yerle bir etmişti. Cenevre gölü kıyısında mekanı cennet olsun Hasan Doğan’la, adeta cezaevindeymiş gibi sıkıntılı voltalıyoruz. TFF Başkanı, ‘Oğuz bey sıkıntım çok büyük, bu iş böyle giderse Tayyip beye ne diyeceğimi inan bilemem!’ dedi. Belçika-Hollanda ve Kore- Japonya geçmiş sıkıntıları geldi aklıma. Haluk Ulusoy ve Ata Aksu’nun nasıl çareler üretip, zerre toz kaldırmadıkları da!
Bir formül önerdim
Hasan beycim; ‘Haluk Ulusoy çizmeleri giydi’ dediklerinde, ‘Ne düşünüyordun, harbiden körüklü efe çizmeleri giydiğini mi?’ Gülümsedik ikimiz de ve dedim ki ‘Ben sana bir formül önereceğim. Bir prim tespit edecek ve kadroda bulunan her futbolcuya oynasa da, oynamasa da verilmesini temin edeceksin.’ Doğan, ‘Oynamayana neden prim?’ dedi. Cevapladım, ‘Futbolcu primi çok sever, bir ince sakatlık veya sıkıntısı olsa dahi oynadığında kazanacağı olası primi almak ister ve ‘Nasılsa arada idare ederim’ der. Ama primin oynayana oynamayana eşit olarak verileceği belirlenirse, iş çok farklı yere gelir!’ ‘Nasıl yani?’ dedi, rahmetli. Cevap verdim ‘futbolcu kendi yerinde daha fazla süt verebilecek adamı da bilir, hatta teknik direktörden daha iyi bilir! Hoca ilk 11’e koysa dahi, “Kasığım çekti, oynamasam, yerime Abuziddin’i koysan sanki daha iyi olur hocam’ diye bir fikri dahi beyan edebilir. Unutma takım için duygusal anlamda da, birlik olmak ve kazanmak çoook mühimdir!’ Uzun geceyi şu sözlerle noktaladım, ‘Sevgili Başkan söylediklerim senin için yanlış tespit olabilir, benim yanlışlarımdan kendi doğrularını bulabilir, takımda huzur ve performans sağlayacak formülü üretebilirsin.’
Ortalığa saçılmamalı
Sabah rahmetli Hasan Doğan’la beraber Lutfi Arıboğan ve Levent Kızıl’ın kampa gittiklerini biliyorum. Fatih Terim’le ne konuşup, nasıl bir formül ürettiklerini bilmiyorum. Ama sonrasında İsviçre, Çek, Hırvat’ın darmadağın edilip, Almanya’nın dahi Türk Milli Takımı’nın elinden zor kurtulduğunu biliyorum. Uzun sözün kısası iç işleri bu denli ortalığa saçılmamalı, bir kısım TFF leşkeri asli işlerinin Arjantin dogosu gibi ortalarda dolaşıp, negatif elektrik üretmek olmadığını anlamalıydı! Yönetmeyi bilmeyen yöneticilerin posteridir, yaşanan son haller elbette vaziyetler. Zavallı Türkiye...
‘’Mavilim mavişelim !‘’
Ay Yıldızlı ekibimiz karakter zafiyetli formalarına, asla mutluluk zerk etmeyen futbol anlayışını da kattı. İlk yarıyı 1-0 önde kapatmak, skor olarak hoş ama gerisi futbol adına boş! O boşlukta mırıldanmaktan kendimi alamadım 'mavilim mavişelim, Mor sabide buluşalım!' Savunmamızdan dönen top Mor'a geçti yırttık...
Geçemedi yandık! Alayımız külliyen prozaklık! Ben diyeyim 3, siz deyin 5, Pavel Vrba desin 7 inanınız hiç abartmıyorum. O kadar çok pozisyon buldu ki, Çek takımı. Tr futbol tedesi hesap sorulacaklar listesi notlarına, TFF malzeme sorumlusunu da eklesin. Babacan'ı şefkatle öpmeyi de ihmal etmesin. Bazı futbolcularımız krampon yerine patenle sahada yer almış sanki! Bu düzeyde bir müsabakada bu kadar da zaaf olur mu be birader? Haldir huldur gelen Çek'ler hava toplarına hakim, dönen toplara sahip, vızır vızır çalışıyor. Topal ve Balta'nın anası ağlıyor. Orta alan ve savunmamız dip depremi yemiş, grogi vaziyetteki kamu binası sanki...
Şükürler olsun kalecimiz Volkan asla babacanlık yapmayıp, onca pozisyona 'dur' dedi. Dakika 10'da Arda topu ustaca Mor'a attı, sabi pırrr gitti. Volkan Şen koşusuyla Çek savunmasını abondone etti Mor asisti ve Burak işi bitirdi 1-0 öndeyiz. İlk 45'te hücum adına gerisi ya fasa fiso, ya da Çekler adına mor, mosmor...
İkinci yarı yine Çek'ler oynuyor, biz salavat çekiyor, Gökhan'la kan döküyoruz. 65'te Collum ofsayt mı faul mü neyse bi şi çaldı.
Çok kızdık ama sonra bi baktık ki, iyi ki çaldı. Selçuk kaldırdı, Burak indirdi ve Ozan gümbür gümbür Ramazan davulu gibi çaktı, 2-0 öndeyiz. Bu kadar futboldan uzak olup da, böylesi net skor yakalamak her babayiğitin harcı olmaz ama Babacan ve mavililerin olabilirmiş. Prim meselesini doğru profilden halletmekte, çözüm üretebilirmiş! Gollerdeki Burak ve Arda etkinliklerini, bir kenara not alalım. Mavilim mavişelim, prim miktarlarında anlaşalım, inşallah Volkan gibi daim babacanlaşalım...
Helal olsun sana mütevazı adam, Çekleri harbiden ettin duman...
Sonuçta kadro doğrularında buluştukça, umarım daha da şık işler olur Fatih hoca... 11 paça pantolon şıklığı hariç tabii!
‘’Yananı Allah görür!‘’
Güneş'in karaborsa olduğu Nice'nin Promenade des Anglais Plajı'nda, hemen yol kenarındaki şezlonga iliştim. Hava futbol ortamımız gibi kesif bulutlu. Ama Whitesea'ya kadar gelmişken Akdeniz ortamı teneffüs edilmez mi? Nijer, Kongo, Mali kökenli bronz renkli Fransız'lar sağa sola uzanmış bulutlanıyor! Bu arada sanırım bizim sosyeteden bir futbolsever hanım da sesleniyor "Ayyy buradaki çakıllar arasında yılan gezer mi?" Acaba kim cevap verecek diye düşünürken, son 10 yılın fitbol uzmanı ve topseveri Nedim Badem seslendi "Kadeeer hiç güneş yok tatilden ak pak döneceksin, solaryuma gelsene" diye. Kader de cevap verdi: "Ben zaten doğuştan yanmışım canım." Nedim de kafiyeledi: "Yananı Allah görür!"
Morata 50'de neredeyse dördüncüyü atacakken düşündüm, yananı Allah görüyor da bizim milli takım cayır cayır yanarken neden görmüyor? Öyle ya, gazla mazla gidiyorduk ne güzel! Sezen Cumhur Önal, "Moda'dan Hale, Gaye... Bostancı'dan Selma, Belma" der programı bağlardı. Ama Terim Hindistan'dan Tuncay, Lig TV'den Tümer, İspanya'dan Nihat'la işi bağlayamadı!
Çünkü o podyumda olmayı çoktan anasının ak sütü gibi hak etmiş olanlar vardı! İki el yanımıza gelecek, Rabbimiz de elbette olan bitene göre cezasını kesecek. Hiç kimse hiçbir yanlışının, haksızlığının, günahının yanına kalacağını sanmasın. En tepeden en gariban nefere, mutlaka hesap sorulur biline. Neyse!
İspanyollar; Yeniköy kasabı, Morata, Nolito ve diğerleriyle bizi dümdüz etti. Semtin yerli ayısı da hiç ortalıkta gözükmedi! Sallayabildiğin kadar salla, nasılsa çene suyu çorba... Yaşam kriterlerine kestirmeden bakan bir yapım var benim. Yılışıklık, yalakalık, yandaşlıktan da nefret ederim. Forma karakterinizin olmadığı, zırt pırt değiştiği yerde futbol karakteriniz de olamaz. Bu arızalı karakterin üzerine anormal milyonluk Euro'lar ardından bir de kibir ve hazımsızlık eklerseniz, istediğiniz kadar 11 paça pantolon ve çorapsız makosen giyin.
Bir yerlerden mutlaka sırıtır hatta kahkahalarla güler 1 de 5 de yeme hakkı olan garip gurabalar. Hesabı da zaten muhterem hocaları verir ama vaazla! Fransa hikayesi ve İspanya karşısındaki umumi vaziyetimiz budur... M1M2M3 ve nokta. Haddini bilmezsen, Allah yananı da görmüyor maalesef...
‘’Futbolun akilleri !‘’
Çözümsüzlük sürecinde, Türkiye akillerden çok çekti. Şimdi de futbol işleri ve 2016 Avrupa şampiyonası-Fransa sürecinde de, futbol akillerinden çok çekecek belli! Bilgi, deneyim, kalite, güven elbette erdem gerektiren akil insan duruşu için, yanlış ve tutarsız beyinler seçerseniz mutlaka hüsran yaşarsınız. Eeeey sorumlu; üzüntüyü sadece kendin yaşasan, bedeli şahsen ödesen neyse de, milletin günahı ne be birader ?
Montenegro müsabakasında cıvatalardaki belirgin gevşekliği ve problemleri sizlerle paylaşmıştım. Aynı vaziyet gördükki devam etti ve Hırvatistan karşısında rakibe aklar-bize karalar belirdi. Akiller fuzuli işgalde bulunup, konuşulması şart doğruları Türkiye Td'siyle paylaşmayınca, üzeri örtülen sıkıntılar asla gündeme gelmedi. Bu kadronun stopersiz ve bu tür kurguyla olamayacağını, devşirme işlerin böylesi ciddi bir turnuvada bıkın sırıtmayı, kahkaha bile atacağını söylemek kimin göreviydi? Elbette futbol akillerinin. Akiller sustu, imparator bildiği gibi gitti ve şehirlerimizdeki bombalar gibi, Hırvat pozisyonları da. kalemizde gümbür gümbür patladı. Yüce Yaradan çoğundan korudu, ama göz göre göre önlem almadığımız için bi ince de payladı! Yenildik.
Fatih Terim ve akilleri şunu bilmeliydi oysa! Başarının kazanılması, Rabb'ımızın verdiği yeteneğe değil, sizin ne yaptığınıza bağlıdır. Hırvatlar doğru işler yaptılar ve kazandılar. Siz külliyen yanlışlara imza attınız ve ilk müsabakada tosladınız. Bundan sonra kenar zafiyetleriyle bekleri, orta alan ve zorlama stoper defolarıyla da külliyen Ay Yıldız'ı çözümsüzlüğe doğru iyice itmezsiniz inşallah.
Haminne'nin dahi otobüsünü solladığı, takım kaptanının bile tuvalette unutulduğu savruk ve gamsız Mili takım profili paralelinde bir yapıyı izlemek istemez bu millet... Her ne kadar ayakta uyuyup, otel parası vermeyen vaziyet ve rehavette yaşasa da ! Nokta.
‘’Borçlusun Obama!‘’
Demokrasinin beşiği namıyla maruf Amerika! İşte o sözde demokrasi yuvası ülke restoranlarında siyahi vatandaşlara yemek servisi yapılmayınca, bir olimpiyat şampiyonu altın madalyasını Ohio nehrine attı, ardına bile bakmadı! Yine o dönemde... Sözde barış ülkesi USA gençleri, Vietnam savaşına gönderilip, sıra sıra tabutlarda dönmeleri seyredilirken; Ali bu hale itiraz etti, ‘Benim Vietnamlılar’la sorunum yok ki’ dedi ve ünvanı gitti! Demokratik (!) şartlarda maddi manevi çoook eziyet çekti... 36 yaşına kadar number one olup 37’si nakavt, 56 müsabaka kazanan, Malcolm X’in yakın dostu Muhammed Ali ve benzerlerinin eşsiz mücadelesi, Obama’ya, ABD başkanlığı yolunu açtı. Zorlu mücadeleyi geçmiş zamanın, yiğit siyahi yürekleri çok şeyleri kaybetmeyi sineye çekerek kazandı... Bu nedenle ‘Borçlusun Obama...’
Floyd Patterson’dan sonra, unvanını yeniden elde eden ikinci boksör Muhammed Ali 1978’de boksa şampiyonluk apoletiyle veda etti. 17 ocak 1942 Kentucky-Luisville doğumlu eşsiz insan 1964-1978-1978 Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonluğu’nu 3 kez kazandı. Muhammed Ali unvanını 19 kez, insanlık değerlerini yaşamı boyunca korudu. 1984 senesinde parkinson hastalığına yakalanan Ali’ye, o haliyle kaybettiği 2 maç yaptıran şartları ve organizasyonu elbette tarih yargılayacak ve insafsızlığın hesabını umarım soracaktır! Muhammed Ali yaşam ebadı ringlerle sınırlı kalmayan bir renkti, 11 Eylül vakasında da susmadı, olaya girdi itfaiyeci kaskını giydi, ‘İslamiyet barış, dostluk, elbette doğru insanlıktır’ mesajıyla kandırılmak istenen halklara ve meczuplara, nakavt değerlerinde çakmayı bildi! Mekanı cennet, rahmeti çok olsun... Fatiha’larınızı esirgemeyiniz, eşsiz şampiyonumuza...
‘’Borçlusun Obama !‘’
Bir zamanlar demokrasinin beşiği namıyla maruf Amerika! İşte o sözde demokrasi ve insancıllık yuvası ülke restoranlarında siyahi vatandaşlara yemek servisi yapılmayınca, bir olimpiyat şampiyonu yumruklarıyla kazandığı altın madalyasını Ohio nehrine attı, ardına bile bakmadı! Yine o dönemde... Sözde barış ülkesi USA gençleri, Wietnam savaşına gönderilip, sıra sıra tabutlarda dönmeleri seyredilirken; şampiyon bu hale itiraz etti 'benim Wietnamlı'larla sorunum yok ki' dedi ve ünvanı anında gitti, pür demokratik(!) şartlarda maddi manevi çoook eziyet çekti... 36 yaşına kadar number one olan 37'si nakavt, 56 müsabaka kazanan, Malcolm X'le yakın dostluğu dikkat çeken Muhammed Ali ve benzerlerinin eşsiz mücadelesi, Obama'ya Başkan'lık yolunu açtı. Zor çok zor mücadeleyi geçmiş zamanın, yiğit siyahi yürekleri çok şeyleri kaybetmeyi sineye çekerek kazanmıştı... Bu nedenle 'borçlusun Obama ...'
Floyd Patterson'dan sonra, ünvanını yeniden elde eden ikinci boksör Muhammed Ali 1978'de boksa şampiyonluk apoletiyle veda etti. 17 ocak 1942 Kentucky-Luisville doğumlu eşsiz insan 1964-1978-1978 Dünya ağır siklet boks şampiyonluğu'nu 3 kez kazandı. Muhammed Ali ünvanını 19 kez, insanlık değerlerini yaşamı boyunca korudu. 1984 senesinde parkinson hastalığına yakalanan müslüman şampiyona, o haliyle kaybettiği 2 maç yaptıran şartları ve organizasyonu elbette tarih yargılayacak ve insafsızlığın hesabını umarım soracaktır !
Muhammed Ali yaşam ebadı ringlerle katiyen sınırlı kalmayan, dünya alemi külliyen saran mükemmellik destanı, güzel insanlığın rengidir. Siyahilerin ve müslümanların alnına çakılmak, boynuna takılmak istenilen onca hainliğin önünde durabilen, yere sermeyi de bilen Altın Yumruk, tabii ki eşsiz erdemdir... 11 Eylül vakası yaşandı ! Muhammed Ali susmadı, olaya girdi, itfaiyeci kaskını giydi , yardımını esirgemedi 'İslamiyet barış, dostluk, elbette doğru insanlıktır' mesajıyla kandırılmak istenen halklara ve meczuplara, adeta nakavt değerlerinde çakmayı da bildi!
Mekanı cennet, rahmeti çok olsun... Fatiha'larınızı esirgemeyiniz, eşsiz şampiyonumuza...