Arama

Popüler aramalar

‘’Ağlatan veda...‘’

İlk yarı o kadar sıkıcıydı ki, sadece 3-5 şut. Üçünü Almanya kullanmış, birinde de İtalya isabet bulamamış. İkinci yarı tempo biraz arttı. Ama bu 45 dakikada da yarı finale yakışır bir mücadele izlediğimizi malesef söyleyemem. Mart ayında Almanya, İtalya ile bir hazırlık maçı yapmıştı. Panzerler o maçta çok iyi oynamış ancak İtalya’ya 4-1 mağlup olmuştu. Klinsmann galiba öğrencilerine, “Bu maçta iyi oynamanızı istemiyorum sadece Berlin biletini alın, nasıl alırsanız alın” demişti herhalde.Uzatmalara gelince; İkisi Almanlar’ın kalesinde biri de Materazzi’nin kafasında patlayan şutlar vardı. Arjantin’i penaltılarla eleyerek yarı finale gelen Panzerler, bu maçta da kalecisi Lehmann’a güvenerek aynı şeyi yapmayı düşünüyordu ama bunu pahalıya ödedi. Uzatmaların sonlarında sahneye çıkan Grosso ve Del Piero son sözü söyledi. Ev sahibinde çıkana kadar Lahm ve Schneider, İtalya’da ise defansta görev yapan Materazzi ile golleri atan Grosso ve Del Piero sivrilen isimlerdi. Tribünde de güzel şeyler vardı. İnanmış ve tribünleri doldurmuş Alman seyirciler maç boyunca hiç susmadı. Gecenin en güzel anı da elenen Almanlar’ın, Liverpool ile özdeşleşmiş, “You will never walk alone”, (Asla yalnız yürümeyeceksin) şarkısıyla taraftarlarıyla vedalaşması oldu.

05 Temmuz 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Deja-ve‘’

Kadrolara kağıt üzerinde bakıldığında İngiltere’nin ağır bastığını düşünüyordum. Deco ve Costinha gibi iki önemli futbolcusundan yoksun sahaya çıkan Portekiz bizi şaşırttı. Scolari’nin öğrencileri mücadeleci tavrını 120 dakika boyunca sürdürdü.İlk yarıda fazla pozisyon, heyecan yoktu. İkinci 45 dakikada golleri beklerken İngiltere Beckham’ın sakatlığıyla sarsıldı. Kaptan ağlayarak sahayı terketti ancak Beckham’ın yerine oyuna giren Lennon’ın da Real Madridli yıldız kadar başarılı olduğunu söyleyebilirim. Asıl maçın tadını kaçıran Rooney’nin yerdeki Carvalho’ya attığı tekme oldu. Rooney kırmızı kartı görüp takımını 10 kişi bırakırken İngiltere’yi de kendi yarı alanına hapsetti. Teknik direktör Eriksson, Rooney atılınca Crouch’u oyuna alarak büyük bir yanlışa imza attı. Portekiz yarı alanında tek başına kalan 2 metrelik golcü bir türlü kaleyi göremedi. Crouch fizik yapısı olarak çok özel bir futbolcu ve şans verilmesini doğal sayılabilir. Ancak bu taktik anlayış içerisinde Crouch İngiltere’yi 9 kişi bırakmaktan başka bir işe yaramadı... Portekiz ise İngiliz duvarını bir türlü aşamadı; Cristiano Ronaldo, Maniche, Simao gibi sonuca etki edebilecek futbolcular ceza alanına bile giremedi. Bir kez altıpasın üzerinde topla buluşan ve golü atan Postiga da ofsayttaydı!EURO 2004’te de iki takımın karşılaşmasında eşitlik bozulmamış, penaltı vuruşlarına gidilmiş ve Portekiz, kalecisi Ricardo’nun golüyle Adalılar’ı elemişti. Almanya’da da sanki deja-vu gördük... Ricardo İngiltere’nin attığı 4 penaltıda da köşeyi doğru tahmin etti, 3’ünü de kurtardı ve İngiltere’yi yıkan adam oldu. 120 dakika büyük mücadele sergileyen İngiltere’ye yazık oldu ancak Ricardo da yarı finali haketti.

02 Temmuz 2006, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İtalya coştu!‘’

Demek ki cebi, pardon FIFA’nın kasası doluyor. Almanya 2006’nın mimarı Beckenbauer dahil herkes mutlu oluyor. Kimseden çıt yok. Alman TV’si RTL’nin yaptığı bir araştırmaya göre zaten tribünlere gidenlerin çoğu fanatik değil. Biletler sponsordan, eğlence olsun diye vakit geçirmek amaç. Abartmıyorum, önceden hangi ülkeleri izleyeceğini bilmeyenler var. Durum böyle olunca, diğerlerinden ayırdığımız evsahibinin de dünkü gibi kötü futbol sergileme hakkı var. Dönelim dün gecenin diğer çeyrek final mücadelesine; İtalya-Ukrayna. Açık belirtmeliyim bu iki ekibin maçın başından beri golü düşünmesi, izleyenleri az da olsa keyiflendirdi karşılaşmanın başlarında. Zaten Çizme’nın Zambrotta ile erken bulduğu gol, Blokhin’in öğrencilerini hücuma mecbur etti. Schevchenko ve arkadaşları toparlanıp iyi pas yapsa da ilk şutu ancak yarım saatten sonra kullandı. 1-0 önde olan İtalya Totti, Camoronese, Zambrotta ve Luca Toni ile bindirmelerini sürdürüyor, oyunun hakimiyetini rakibine kaptırmak istemiyordu. İlk yarının sonlarında Rusol’un sakatlanarak oyundan çıkması, Blokhin’i zorda bıraktı.İkinci yarıya İtalya daha temkinli başladı. İlerde Luca Toni tek başına kalırken, onun hemen arkasında Totti kontrataklarla pozisyon bulmaya çalışıyordu, bu ikiliyi zaman zaman Camoronese ve Zambrotta destekliyordu. Lippi’nin isteği üzerini ise kalabalık defans Ukrayna’ya fırsat tanımıyordu. Rus ekolün temsilcisi bastırıyordu, çok önemli gol fırsatları da yakalıyordu ama beraberlik golü bir türlü gelmiyordu. İtalyan oyuncuları böyle izlerken, kahramanca savaşmalarına tanık olurken aklıma hemen Güney Kore’li futbolcular geldi. Başarılı oldukları taktirde askerlikten muaf olacaklardı. Yoksa İtalya şampiyon olduğu taktirde Juventus ve Milan kimlikli yıldızlar “Temizeller operasyonundan” etkilenmeyecek miydi? O yüzden mi, canla başla mücadele ediyorlardı. Evet bence bu yüzden, çünkü İtalya coşmuştu bir kere. Luca Toni’nin arda arda gelen golleri tribünlerdeki taraftarları da coşturdu.Evet, İtalya evsahibi Almanya’nın rakibi olmuştu yarı finalde. Hem de 22 maçtır yenilmiyordu, bu şampiyonada da sadece 1 gol yemişti! Umarız bol gollü, bol pozisyonlu ve bol aksiyonlu bir mücadele izleriz.Bu arada iki önemli detayı da sizlere aktarmadan edemeyeceğim. Birincisi herkesin sessiz, uyumlu, kaliteli ve karakterli olarak tanıdığı Schevchenko’yla ilgili. Karakteri konusunda fazla bilgi veremeyeceğim ünlü golcünün Ukrayna takımında pek sevilmediği kesin. Fenerbahçe filelelerine Şampiyonlar Ligi’nde toplam 5 gol gönderen, İstanbul’da attığı 4 golle tarihe geçen kahramanımız, dün İtalya karşısında sefilleri oynadı. Bencil davranışları, pas alamadığı zaman takım arkadaşlarını azarlayışı ve teknik heyet ile iletişim bozukluğu Schevchenko’yu adeta sıradan bir golcü haline getirdi, onu efendi bilenleri hayal kırıklığına uğrattı.İkinci olay ise maçın hakemi de Bleeckere ile ilgili. Belçikalı “dostumuz” bilindiği gibi İstanbul’daki, tarihe geçen Türkiye - İsviçre maçını idare etmişti. Herkes iyi hatırlar, 90 dakika sonra hocamız Fatih Terim, de Bleeckere için “Hırsız” deyimini kullanmıştı. Adamı izliyoruz. Mükemmel maç yönetiyor. Grup maçlarında yönetti. Şimdi bu çeyrek finali. Demek ki Belçikalı gerçek bir profesyonel hırsız.

01 Temmuz 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aranan yıldıza ulaşılamıyor!‘’

Dünya Kupası’nda bol hakem hatalarının olduğu, Gana’nın da son Afrika Aslanı unvanıyla turnuvaya veda edişine tanık olduk, ikinci tur karşılaşmalarında. Ve bir ilk gerçekleşti... İki günlük bir ara. Bu arada takımlar kendilerine çeki düzen verecek, sakatlar iyileşecek, teknik direktörler çeyrek final öncesi çalışmalarını hızlandıracak. Bu şampiyonada benim dikkatimi çeken en önemli konu şu ana kadar hiçbir yıldızın ön plana çıkmaması. Gerçi Brezilyalı Ronaldo attığı gollerle tarih yazdı ancak futbol dünyası onu zaten tanıyor. Benim demek istediğim, bir Rooney, bir Messi bir Torres bir Robben ne bileyim bir Afrikalı genç süperstarın futbolseverleri büyülemesi... Tıpkı, 94’te Romario, 98’de Zidane ve 2002’de mesela bir İlhan Mansız’ın insanların hafızalarına damgasını vurması gibi. Belki çeyrek final ve finale kadar bir kahraman ortaya çıkacak ancak, şampiyonanın iddialı takımlarının futboluna baktığımızda bunun gerçekleşebileceğine inanmıyorum.En iyilerin yolu kesiştiEvet, oynanan futboldan söz etmişken seyircileri hop oturtup hop kaldıran cinsten mücadele de izleyemedik pek. Çeyrek finale kalan takımları şöyle bir analiz ettiğimizde maalesef turnuvanın en iyi futbol sergileyen iki takımının birbiriyle eşleştiğini görüyoruz. Klinsmann’ın öğrencilerine şampiyona öncesi fazla şans tanınmıyordu. Ancak Panzerler her şeye rağmen pozitif oyun anlayışı ve kazanma arzularıyla bir çok karşılaşmayı söküp aldılar. Rakip Arjantin’e gelince; Tangocular’ın grubundaki son Hollanda mücadelesi dışında futbol otoritelerini tatmin ettiği kanaatindeyim. Bu mücadeleden galip gelen tarafın finale kadar uzanacağını düşünüyorum. Ayrıca karşılaşma yıldızların kapışması olarak da tarihe geçecek. Bir tarafta Ballack, Klose ve Podolski diğer tarafta ise Crespo, Messi, Tevez ve Riquelme.Güzel futbol ölüyorDiğer çeyrek finalistlere baktığımızda bu ekiplerin bizi futbol adına pek doyurmadıklarını açık olarak söyleyebilirim. Brezilya zaman zaman samba yapsa da, bireysel futbolcuların gayreti ile sonuca gittiğini görüyoruz. Düşünün tecrübeli ekip, Gana’yı 3 (biri ofsayttan) golle geçiyor ancak futboluyla maalesef tatmin etmiyor. Tıpkı İngiltere, Portekiz, İtalya, Ukrayna ve Fransa’nın performanslarının ortalamanın altında olduğu gibi. Nedenine gelince, galiba takımlar artık seyircileri, futbolseverleri tatmin etmek yerine kendilerine tatmin etmek istiyor. Kimsel güzel futbol oynama yolunu seçmiyor. Yani güzel futbol ölüyor ve herkes sonuca giden yolu seçiyor. Bunun en iyi örneğini Yunanistan’ın 2004’te uygulayıp Avrupa Şampiyonu olduğunu da gözününde bulundurursak, bu yöntemin her zaman başarı getirmediğini ve biraz da tesadüf olduğunu görürüz... Çünkü Avrupa şampiyonu apoletli ‘Komşu’ Dünya Kupası Finalleri’nde yok...Crouch ile çok zorEşleşmelere gelince; daha önce de belirttiğim gibi en çekişmeli mücadelenin evsahibi Almanya ile Arjantin arasında geçeceğini düşünüyorum. İtalya, Ukrayna karşısında daha ağır basıyor. Futbola ihanet eden İsviçre ve Ukrayna arasındaki karşılaşmayı izledikten sonra Shevchenko ve arkadaşlarının artık eve dönmesi gerektiğini düşünüyorum! İngiltere-Portekiz ise en ilginç eşleşme olarak göze batıyor. Adalılar forvet sıkıntısını son maçta Beckham’ın şahane füzesiyle ile giderdiler. Acaba kapalı defans yapan Portekiz karşısında Rooney beklenen patlamayı yapabilecek mi? Yaparsa İngiltere’nın şansı olur, yoksa Crouch ile bu işe yürümez. Bu nedenle Portekiz’in yarı final şansı bana göre daha fazla.Kabus final ihtimali korkutuyorŞampiyon adayı Brezilya kağıt üzerinde Fransa önünde favori. Ancak her maç sonunda eski kimliğini daha da yaklaşan Horozlar’ın, Zidane önderliğinde Sambacılar’a kafa tutabilecek bir kadroya sahip olduklarını unutmamak gerek. Hele Ribery’nin müthiş yükselen grafiğini de gözününde bulundurursak bir sürprizin gerçekleşmemesi imkansız değil.İmkansız değil ancak turnuvada kötü futbol ve inanılmaz hakem hatalarını bir kez daha gündeme getirirsek, Berlin’de hiç beklemediğimiz bir finali görme ihtimalimiz de var. Mesela Portekiz Ukrayna. Aman Allahım! Tanrı bizi korusun.

29 Haziran 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ivanov'un babası!‘’

İtalya-Avustralya maçı kağıt üzerinde zor çözülecek bir karşılaşma değil. İtalyanlar tam 22 maçtır (normal süre ve uzatmalar dahil, penaltılar hariç) yenilmezliklerini sürdürüyor. Avustralya’nın ise ikinci katılımı ve ilk kez 2. tur heyecanı...Mücadelenin diğer bir ilginç notu ise, İtalya’nın kabusu Guus Hiddink’in yine Çizme’nin karşına çıkması. Trinidad Tobago, Güney Kore ve Portakallar’ın da elenmesinden sonra Hollanda’yı temsilen tek başına kalmıştı tecrübeli çalıştırıcı. İtalya, Hiddink ilişkisi bilindiği gibi 2002’ye dayanıyordu. Hollandalı teknik adam, o dönem Güney Kore ile şov yapmış, bir kısım futbol otoritesine göre İtalya’yı bileğinin hakkıyla ikinci turda safdışı bırakmış, bir kısım Çizme medyasının haberlerine göre ise bunu ev sahibi olmanın avantajıyla ve hakem yardımıyla gerçekleştirmişti. Öyle ya da böyle, Hiddink, İtalyan futbol tarihine ‘istenmeyen adam’ olarak geçmişti. Sanki yine büyük bir sürpriz gerçekleşecek gibi bir hava vardı maçın başında. İtalyanlar daha temkinli, Avustralya ise ilk yarı boyunca topa daha çok hakim olan taraftı. Önceki gün hoca kararıyla van Nistelrooy kulübedeydi, dün de süperstar Totti ilk yarı boyunca takım arkadaşlarını kenardan izledi. Luca Toni ve Del Piero’nun bu kadar etkisiz olacağını herhalde Lippi bile tahmin edememişti.İkinci devre, sanki ilk yarının kopyasıydı. Gol pozisyonları vardı ancak iki takım da temkinli bir şekilde birbirlerini yokluyordu. Sonra İtalya’yı kötü bir sürpriz bekliyordu. Çek maçının kahramanı Materazzi bu defa kendisini kurban ederek hocası Lippi’yi çaresiz, takımını da 10 kişi bırakıyordu. İşte bu, Kangurular için büyük bir fırsattı ama saatler 90 dakikayı gösterdiğinde Dünya Kupası’nda ilk büyük skandal Avustralya aleyhine gerçekleşti. Çizme’nin 3 numarası Grosso bir kontratakta rakip ceza sahasına girdi, topu söktü ancak yerde yatan bir Avustralyalı’nın üzerinden geçip kendini yere attı; Karar penaltı. Pozisyonun tekrarını defalarca izledikten sonra, Avustralya’nın feryadını değil, basın tribünündeki meslektaşlarımın ‘skandal’ çığlıklarını duyuyurdum sadece. Kimse uzatmada ülkesini çeyrek finale taşıyan penaltıyı gole çeviren Totti’den değil, hakem Medina’dan bahsediyordu. Hani şu Trabzon’da Gürcistan ile 1-1 berabere kaldığımız maçın hakemi İspanyol Medina. Bakalım futbolun patronu Blatter bu konuyu nasıl değerlendirecek. Daha dün Rus Ivanov için dünyadan özür dileyen ünlü futbol adamı, bakalım şimdi ne yapacak?Portekiz-Hollanda maçını berbat eden, 16 sarı ve 4 kırmızı kart gösteren Rus IvanovAa bir tek babası Valentin (Rus Milli TakımıInın eski oyuncusu) sahip çıkmıştı. Valentin Ivanov “Bence oğlum çok iyi bir maç yönetti. Sarı kartları çıkarmamış olsaydı, oyunu kontrol altına alamazdı, asıl kavga o zaman çıkardı” demiş. İnanın Grosso’nun pozisyonunu ben değil bütün dünya gördü. İddia ediyorum, Medina’yı artık babası bile kurtaramayacak!

27 Haziran 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Büyü bozuldu‘’

Stuttgart Daimler-Benz Stadı tıklım tıklım dolu. 31 derecelik sıcaklıkta yaklaşık 50 bin İngiliz seyirci içerde, 60 bini ise dışarıda. Sahada ise bir tanıdık; hakem Bleeckere. Mükemmel bir maç yönettiğini söylemeliyim.Sahada temkinli iki takım. İngilizler kendilerine özgü bol aksiyonlu, hızlı futbolu bir kenara bırakmış, sonuca gitmek için garanti oyunu tercih ediyorlar. Bu nedenle Crouch, Owen’ın yokluğunda kenarda, ilerde ise Rooney tek başına. 9 yaşında Everton antrenörü Bob Pendleton tarafından Coplehouse formasını giyerken keşfedilen yıldız oyuncuya sanki haksızlık yapılıyor. Ciddi bir sakatlık geçiren, spagetti düşkünü Rooney, Ekvador boğazında çırpındı durdu. Rooney’i izleyen hemen fark edebiliyor. Bu çocuk henüz 90 dakikayı kaldıramaz. Bence yedek kulübesinde başlayıp, Eminem ve Kanye West parçalarını dinlemeliydi. Gerektiğinde ikinci yarı oyuna alınmalıydı. Dedik ya, ilk yarı boyunca iki takım da birbirinin üzerine fazla gitmedi. Adalılar böylece şimdiye dek oynadıkları maçlarda ilk yarıda kalelerinde hiç gol görmemiş oldu. Sadece Adalılar’ın kesicisi Terry 2-3 pozisyonda heyecanlandı, birinde inanılmaz bir hata yaparak Tenorio kardeşlerinden Carlos’u kaleci Robinson ile karşı karşıya bıraktı; Ashley Cole yetişmese Ekvador büyüsü gerçekleşmiş olacaktı...Turnuva boyunca mavi adidas kramponlarıyla 2-3 muz ortanın dışında hiç ortalıkta gözükmeyen David Beckham’ın bu kritik sınavda başrol oynayacağını söyleseler inanmazdım. Zaten Beckham’ın son şansıydı bu 90 dakika. ‘Teknik Direktör Eriksson’daki kredisi tükenecek’ derken birden çıkıverdi ortaya ve büyüyü bozdu. Ekvador teknik ekibi kaleci Mora’yı Beckham frikikleri konusunda uyarmış olması gerekirdi. Zaten şut fazla süratli de değildi. Keşke Güney Amerika temsilcisinin sağlık ekibi, Augistin Delgado’ya verdikleri köpekbalığı kıkırdağından elde edilen performans yükseltici ilaçlardan kalecilerine de vermiş olsalardı.Maçtan önce Ivan Kaviedes ilginç açıklamalar yapmıştı bu kritik sınavla ilgili. Grupta attığı bir golden sonra maskesini takarak Dünya Şampiyonası’nde ilginç sevinç gösterilerine birisini daha ekleyen Evkavdorlu süperstar “Bu bizim için ölüm kalım maçı olacak. Dünyanın en çok hatırlayacağı mücadelelerden biri. Zaten İngiltere şu an pek formda değil. Emin olun tarih yazacağız” sözleriyle ülkesinin cesur futbol oynayacağının sinyalini vermişti. Kaviedes’in maça yedek kulübesinde başlaması belki bunu engelledi. Forma giydiği 18 dakikada sözlerinin arkasında nasıl durabilirdi ki...Evet, Eriksson’un öğrencileri yoluna devam ediyor. Gelsenkirchen’de futbolseverleri müthiş bir çeyrek final bekliyor. Görüşmek üzere.

26 Haziran 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çocuklar inanmış...‘’

Güçlü İsveç karşısına çıktıklarında da favori kuşkusuz Almanya’ydı ancak ilk 10 dakikanın böyle geçeceğini beklemiyorduk. Turnuvanın açılış maçında Münih’te daha önce Kosta Rika’ya 4 gol atan Almanya bu stadın yabancısı olmadığını İsveçliler’e de kanıtladı. Allianz Arena’daki ilk 12 dakika Polonya asıllı Klose ve Podolski’nin şovuna sahne oldu. İki golcünün ceza alanı içerisindeki becerisi ve anlaşması, skora 2 gol olarak yansıdı. Özellikle ikinci golde Klose’nin hakkını teslim etmek gerekir.Güçlü fizik yapısına karşın oyun kurmaya yatkın ayaklara sahip olan Michael Ballack ve Bastian Schweinsteiger de skorun ve oyunun ibresini ev sahibine çevirdi. Lucic’in oyundan atılmasıyla İsveç de ister istemez yelkenleri suya indirdi. Belki de İngiltere karşısında gösterdikleri direnci gösterememelerinin nedeni buydu. Ayrıca sahada yürüyen Zlatan’ın da aklı galiba küme düşürülmesi beklenen Juventus’taydı. Oyunda kaldığı süre içerisinde hiçbir varlık gösteremeyen İbrahimoviç’in Juventus’u düşünmesi için önünde oldukça uzun bir süre var!Almanya tribünlerinin yarattığı ortam ve takımının sergilediği güzel oyunla Brezilya kadar heyecan veriyor. Burada taraflı tarafsız herkes bu konuda hem fikir... Sambacılar’la 2002 Dünya Kupası’nda final oynayan Panzerler’in yolu belki de yine finalde buluşabilir... Ancak bu kez yine Brezilya galip gelir mi bilemem!

25 Haziran 2006, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beklenen oldu‘’

Grup maçlarını izledikten sonra, şampiyonada fazla sürprizin gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Tıpkı Almanya’da 2-3 ufak olayın dışında, holiganizmin yaşanmadığı gibi. Alman polisi işi iyice kontrol altına almış, maç öncesi ve sonrası stat çevresinde olay çıkmaması için olağanüstü hal ilan etmiş. 1998 Dünya Kupası ve Euro 2000’nde yaşanan olaylar aklıma geldikçe Almanya’daki organizasyonun başarılı geçtiğini söyleyebiliriz. Burada daha önemli bir konuya değinmek istiyorum. O da 32 milletten turnuvaya gelen insanların (Hatta ülkeleri şampiyonaya katılmayan futbolseverler de Almanya’ya akın etmişti) birbiriyle mükemmel bir şekilde kaynaşması. Sizlere Brezilya-Japonya maçında yaşadıklarımı aktarmak istiyorum. Stada geldiğimde gerçekten de müthiş bir atmosfer vardı. Herkes karşılaşmanın havasına girmiş, eğleniyordu. Taraftar manzaraları şahaneydi. İşte ben burada Brezilya forması giymiş Brezilyalılar’a, Japon forması giymiş Japonlar’a değil, Brezilya forması giymiş Japonlar’a şaştım kaldım. Sonuçta ortada bir mücadele var ama galiba yaşadığımız şu global dünyada bazıları kafasına göre takılıyor. Düşünebiliyor musunuz, Japonya Brezilya ile tamam mı devam mı maçına çıkıyor, vatandaşları Samba yapıyor...Bir de sizlere hayatım boyuncu unutamayacağı bir tren yolculuğunu aktarmak istiyorum. Dortmund’da “Gerçek Samba”yı izledikten sonra Düsseldorf’a dönüyorum. Saat 00.30 olmasına rağmen o kadar büyük bir kalabalık var ki... Trendeki yerimizi aldıktan sonra inanılmaz bir yolculuk yaşadım... Kahramanlar 3 İskoç futbolsever. Aslında İskoçya’dan geldiklerini sonradan fark ettik çünkü üzerlerinde Avustralya, Hırvatistan ve Real Madrid formaları vardı. Onlar için önemli olan bir ülkeyi desteklemek değil, futbolu sevmekti. Trene bindikten sonra bu üçlü, 3 Amerikalı ve bendenizin katılımıyla hiç susmadı. Bu üçlünün ellerinde 5 Euroluk kırmızı şarap ve kendi deyimleriyle ekmek arası “Kebap”, adeta bir orkestra şefi gibi bizleri şarkılarla yönlendiriyordı. Benim Türkiye’den geldiğimi öğrendikten sonra “Souuuuuuuuness, Souuuuuuness” diye de bağırdılar.Tam futbolun sadece futbol olması gerektiğini düşünürken birden aklıma İstanbul yapımı korku filmi “Tünel” geldi. Kendi kendime “Burada olabilirdik ancak olmadı. Hayat devam ediyor, futbol da, ama futbolu futbol gibi yaşamayı artık öğrenmeliyiz” dedim.Futbol yazarken, bazen maçı unutuyoruz. Ama futbol sadece futbol değildir ki...Son grup maçları dün oynandı ve sürpriz olmadı. İspanya, Suudi Arabistan’ı da mağlup ederek, Almanya ve Brezilya ile birlikte 3’de 3 yapan 3. takım oldu. Diğer ilginç mücadelede ise Ukrayna, Tunus’u tek golle geçip ‘Yola devam’ dedi.

24 Haziran 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI