‘’Karaveli ile devam eder mi?‘’
Her halinden belli oluyor, kafası karışık Beşiktaş’ın. Örneğin yöneticiler, olası durumu öngöremedikleri için ‘’Hoca kim olacak?’’ öylece ortada duruyor! Sahadaki durum daha da karışık. Temel savunma prensiplerine sadık kalan tüm takımlar karşısında bocalıyor futbolcular. Bireysel marifet organizasyon duvarına çarpınca bir takımın gerçek gücü olan ‘’oyuncular arasındaki görünmez bağlar’’ da kopuveriyor. ‘’Belki her an bir şey yaparlar’’ diye umulan Ghezzal, Batshuayi, Pjanic işin savunma tarafıyla ilgilenmeyince Atiba, Can, Rıdvan gibi oyuncuların yükü de katlanarak artıyor. Hal böyle olunca hücuma efektif katılımları da mümkün olmuyor. Elbette bu maç için bir ‘’Vida sorunu’’ tespit etmeden olmaz.
Macera aramaya çıkması
İki golde de yönetmesi beklenen defans hattını terk edip macera aramaya çıkması başta 18 yaşındaki Serdar olmak üzere tüm savunma bandını perişan etti. Kayseri neredeyse üç pozisyondan iki gol çıkarırken Beşiktaş ne yaptığını bilmez görüntüdeki hücumlarına Güven’in dikkatiyle son verip ‘’görünmez’’lerden Batshuayi ile bir kez daha beraberliği yakaladı. Yetmedi Güven taşıdığı topla ayakta kalarak bir önceki golde yapılanı yine yaptırıp Batshuayi’yi takıma, kafası karışık takımını da lige çekti Yine yetmedi, aldı Batshuayi’den bir tane de kendi attı…
Kazanılmış olur...
Ülke vasatındaki maçın yazısını bir öneriyle bitireyim. ‘’Şaşkın Beşiktaş yönetimi’’ gençlerle çalışma bilgisi yüksek Önder Karaveli ile çalışmayı düşünür mü acaba? Bu sayede hem ‘’şöhretli marifetliler’’le ‘’marifetli gençler’’in doğru harmanlanması sağlanır hem de gelecek sezona birkaç genç oyuncuyu parlatılır… Böylece ‘’kayıp gibi duran sezon’’ kazanılmış olur… Ne dersiniz? Kulağa fena gelmiyor değil mi?
‘’Sadece çırpınış‘’
Sorunları tespit edilemediği için kaynağa inerek çözüm üretilemeyen Beşiktaş’ın ligdeki durumunu anlamayı kolaylaştıran bir ilk devre izledik! Beşiktaş, bir futbol maçında olan biteni anlamamıza yardım edecek tüm istatistiklerde sıfır çekmişti. Karşı kaleyi öyle ya da böyle görecek bir düzen tutturamadığı gibi kalesini koruyacak bir organizasyonu da yoktu. Sadece çırpınış! Tüm takım savunmadayken yenilen üçüncü gol maçı anlatan Melih Gümüşbıçak’ın "halı saha" benzetmesinden daha dramatikti. Beşiktaş çalışmadığı bir derste sözlüye kaldırılmış öğrenci gibi çaresiz, mecalsiz ve şaşkındı. "Sıfır!"larla başladığı maçı "sıfıra yakın"larla tamamladı. Şimdi, tıpkı Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi bahsini sıfır puanla kapatması gibi birkaç soruyla kapatalım bu bahsi.
'Tecrübe kazandık' avuntusu
Ligimizin son şampiyonu neden çalışmamış görünüyordu? Yoksa acaba gerçekten yeterince çalışmıyor muydu? Borusia Dortmund da sakatlıklar ciddi sorundu ama oyun kurgusu açısından sorun var gibi miydi? Peki, bizde sıklıkla kullanılan "Bu seviye bambaşka bir seviye" diye başlayan onca anlatının içine serpiştirilen "Tecrübe kazandık" avuntusu yetiyor mu hepimize? Kazanılan onca "tecrübe" ne işe yaradı bunca yıldır? Evet, Şampiyonlar Ligi başka bir seviye ancak bu bahaneyle saçılan onca para da bizim için bambaşka bir seviye değil mi? Ne dersiniz, bu gidişe ülkedeki her takım düzeyinde "dur" demek gerekmez mi? Yoksa daha da sürdürmek mi gerek bu hiçbir işe yaramaz politikaları? Bu ve benzeri onca maç bize tüm bu soruların yanıtlarına dair ipucu vermiyorsa işimiz gerçekten "zor"dan da öte demektir.
‘’Kazanan ‘sıradanlık'‘’
Beşiktaş’ın sorunu görünürdü; sürekli maç kaybetmek. Ancak çözümü bir türlü bulunamıyor ve teknik ekip ne yapıp ettiyse sorunun kaynaklarına inemiyordu. Teknik direktörü de çaresiz ve kaygılı bir dille durumu anlayamadıklarını dile getiriyordu. Bu tedirginlikle çıktıkları Kasımpaşa maçında ilk devre oyun mekaniği vasat, mücadele gücü ülke ortalamasının bir gıdım üzerindeydi. Bu da anlaşılır! Josef / Atiba orta sahaydı. Dahası öncelikle ve özellikle Can Bozdoğan ile iki kenar Rıdvan/Rosier onlara destek verince Kasımpaşa sadece Yusuf Erdoğan üzerinden o da kontrolü kolay hücumlara mahkum edildi. Ancak ikinci yarı Beşiktaş anlaşılmaz -belki de anlaşılır (!) - biçimde oyundan çekildi! Josef / Atiba direnç hattı düşünce kolay çıkışlar bulan Kasımpaşa rakibini geri koşturup durdu. Ancak orta yapma hastalığını tedavi edemedikleri için onlar da çoğunlukla nafile hücumlarla oyalandı! Yine de Beşiktaş ceza sahası önüne büzüşmekten vazgeçmediği için ‘’Ha attı ha atacak’’ oyununu sürdürüp nihayet 82’de attılar da…
Tesadüfi olamaz
Şimdi Beşiktaş için skor ve dahası oyun sorunu sürerken, soru şu! Beşiktaş için maçın ‘’en özel oyuncuları’’ Ersin, Rıdvan ve Can’dı kuşkusuz. Mevkilerindeki ‘’isim sahibi’’ oyuncular sakat, cezalı ya da huzursuzluk çıkarmadığı sürece Rıdvan ya da Can gibi oyuncular ilk on bir yüzü göremiyor. İki oyuncunun bu performansı da tesadüfi olamaz. Nasıl olurda bu durum antrenmanlarda tespit edilemez? Keza Batshuayi idmanlarda uçuyor (!) Güven Yalçın da ‘’uyuyor’’ olmalı ki formayı bir türlü alamıyor. Acaba orada da bir ‘’performans değerlendirme’’, ‘’bildik isimlere sabitlenme’’ sorunu olabilir mi? Bu da bizi ülkedeki bir diğer soruna taşıyor. Vasat teknik direktörlükler birbirlerini besliyor! Ve kazanan bilgi ve gelişim değil hep ‘’sıradanlık’’ oluyor.
‘’Kredinin tamamı tükendi‘’
Stres, kimi zaman faydalıysa da çoğu zaman ‘’tüketir’’. Faydalı görünen zamanlarında ise esas olan stresin yönetimidir. Gereksiz ama görünen o ki Beşiktaş ağır stres altında. Kolayca yapabildiği çoğu şeyi ‘’kazanma baskısı’’nın aceleciliğiyle zorlaştıran bir tutumdaydı dün akşam. İlk devre rakip kaleye neredeyse tek şut atan Giresun, ‘’yarım hücum’’la bulduğu penaltı sayesinde devreyi önde kapadı. Stresin yoğunluğunun göstergesi de çoğu durumda sakin kalmayı beceren Necip’in sınırlarını zorlayarak kırmızı kartla oyun dışı kalışıydı sanırım. Eksik kalan Beşiktaş oyun ritmini belirleme konusunda çaresiz kalınca ikinci devre oyun durağana döndü.
Mecalsiz görünen Beşiktaş...
Giresun için maç baştan beri ‘’fırsat kollama’’ biçiminde planlanmıştı belli ki. O fırsatın ikincisini bir uzun topta Mert Günok verince konu kapandı. Böylece zaten epeydir mecalsiz görünen Beşiktaş, şampiyonlukla elde ettiği kredinin tamamını da tüketmiş oldu! İlk 20-25 dakika dışında hücum edemediği gibi savunmada da benzer savrukluk içinde görününce ‘’Düşer mi düşmez mi?’’ bahislerine konu olan Giresun aldı başını gitti!
Sade oyunla kazandılar
Futbol her oyun gibi hayatı öğreten bir oyun... Kaybettiğiniz maçları ‘’şanssızlık’’ ile açıklamaya çalışınca yapılamayanı tedavi etmek de güçleşiyor. Geriye kalan, taraftar duygusunu tatmin etmek oluyor ki, bu en zoru! Çoğumuz biliriz ki, kaybedilen periyodların bir yerinde o yere göğe koyulamayan taraftar umudu kırıldığı için takımın en büyük ‘’dağıtıcısı’’ oluyor. Giresun gayet basit bir plan ve sade bir oyunla kazandı. Peki, Beşiktaş’ta kim, neyi, neden yapamadı? Bu soruların peşine düşmek iyileşmenin ön koşuludur.
‘’Pas oyunuyla çözüldüler‘’
Depresyon sınırına dayanmış Beşiktaş’ın 'Ayağa kalkma maçı' olarak görülen karşılaşmanın ilk yarısı esasen beklenenden iyi geçti. İlk 15’te Rosier/Ghezzal, devamında Umut/N’Koudou hatları iyi işledi. Tabii ki tüm bunlar, Mehmet Topal’ın kapattığı alanlarda kapılan topların Pjanic’in tarafından yönlendirilmesiyle mümkün oldu. Özellikle 30. dakikada topuk pasıyla başlattığı atak; 'Hücum ederken alan kullanımı nasıl olmalı?’ sorusunun yanıtı gibiydi. İlk kornerin penaltı olmasının ötesinde Larin’in bitiricilik yüzdesi biraz yüksek olabilse ikinci devreye daha güvenli bir skorla çıkabilirlerdi ama olmadı. Karşı tarafta Ajax, neredeyse tüm hücumları gerek örgütleyip gerekse sonuçlandırmaya çalışırken, pas bağlarından asla vazgeçmez tutumuyla hayli öğreticiydi. Devre boyunca sakin bir kurgusallığın ön planda olduğu tarzda oynayıp durdular. Bir iki isabetli dışında bizim ülkede o çok sevilen ortaları yapmadılar. Beşiktaş ise tersine orta yapmaya uğraştığı anların çoğunda topu savunma oyuncularına nişanlayıp durdu. İkinci devre Ajax’ın ilk devre işlettiği yıpratıcı pas oyununa dayanamadı Beşiktaş, çözüldü.
Karar çoktan belli!
Kenardan gelenlerin de oyuna katkısı olmayınca maç önü tahmin edilenler gerçekleşti ve onca harcamanın gerekçesi olan Şampiyonlar Ligi’nde puansızlık durumu sürdü. Görüldü ki, futbol satın alınan ya da kiralanan yeteneklerle oynanabildiği gibi 'Yetiştirme’, 'Üretim’, ‘Gelişim’ ile de oynanıyor. Vermemiz gereken karar çoktan belli ama onu yönetecek ne irade ne bilgi ne de donanım var. Aynı ırmağa girip duruyoruz ama yıkanmak yerine sadece ıslandığımızı fark etmiyoruz maalesef!
‘’Müthiş ikili...‘’
Başta merak konusu olan, Fenerbahçe sahaya üçlü mü dörtlü mü ve de Mesut’la mı çıkacaktı. Ve tam da kulüp başkanının zımnen işaret ettiği gibi sahadaydılar; dörtlü ve Mesut ile... Başta şaşkındılar, Feghouli benzer koşularla iki kez dörtlü savunmayı dağıttı! Biri de gol oldu... Peki, savunma dörtlü olmasına dörtlüydü de böylesi önemli bir maçta stoper tandeminde neden Avrupa’ya transferi konuşulan Szalai değil de geçen sezonun tartışmalı ismi Tisserand vardı acaba? İlginç değil mi? Fenerbahçe için maçın ilk yarıdaki en iyisi İrfan Can rakip alandaki defans arkası boşluğu iyi gözleyince maçın tamamında vasatı aşamayan Mesut Özil golü yaptı.
Kim en iyisiydi
Akabinde ‘’Nerede bu derbi gerilimi?’’ beklentisinde olanlar için gösteri başladı ve ortalık yok yere karıştı. Peki neden? Çünkü burası Türkiye ve burada futbol, oynamaktan çok bir biçimde rakibi oynatmamaktan geçiyor! Sonuçta bir takım yener ya da yenilir ama faturayı ödeyecek olan her daim hakemdir değil mi! Galatasaray, Kerem’in hız ve seriliğini kullanma konusunda oyununu her hafta geliştiriyorsa da takımın yardımı şart. Karşı tarafta ise Kim gerek bireysel savunmada gerekse defanstan çıkışların örgütlenmesinde takımının en iyisiydi. Elbette Berke Özer’i maçtaki oyuncuların en önüne koymak gerek. Kim ile takımını maçta tutan oydu.
Sorular yanıt bekliyor
Tisserand’ın kırmızı kartının ardından stoper bölgesinden gelen ve VAR iptaline uzanan pozisyonun sabaha kadar ülkeyi meşgul edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Eksik rakibinden gelen uzun topu Marcao’yla karşılayan ancak Taylan’ın alanı boşaltmasıyla gelen golün ortalığı karıştıracağı kesindi, karıştırdı da. Ummadığı bir galibiyet alan Fenerbahçe maçı kazandı ama üçlü mü dörtlü mü ya da Mesut Özil sahada mı olacak soruları hala yanıt bekliyor. Galatasaray mı? Maçı kaybettiler ama onların cebinde iki yıl yapılanma payı var.
‘’Vasatın altı‘’
Beşiktaş maçların ilk yarılarında genellikle topla oynayan taraf olsa da kapanan savunmaları açmaya muvaffak olamıyor. Bu durumda mecburen öne gelen savunmanın arkada bıraktığı boşluklar da rakiplerin gözlerini diktiği alanlar oluyor. Çünkü Beşiktaş savunma hattı hızlı çıkışlara yakalandığında dağılıyor. Dün ilk devre Alanya kalesinde tehlike yaratamadan biri gol, biri ofsayt biri de kaleci Ersin’de kalan üç rakip hücumunda savunma bloğu benzeri dağılmalar yaşadı.
Alanya ritmi belirledi
İkinci devre gelen Sergen Yalçın değişiklikleriyle hareketlenir gibi oldu Beşiktaş. Ama yine fırsatları yaratıp, kullanamayan Alanya'ydı. Ardından ikinci bölgesinin başına kümelenen Alanya maçın ritmini belirleyince bir ara parlar gibi olan maç da genel durağan haline döndü. Fırsat kollayan Alanya son dakika golüyle maçı kazanmayı bildi.
Peki ya, bunca gösterişli oyuncu transfer edip ülke vasatının bile altında kalan Beşiktaş? Hani Milli Takım arası çalışmak için fırsattı ve dinlenmiş, yenilenmiş olarak dönecekti takım? Olmadı demek ki!
Harcama sıradanlık için mi?
Sonuçta ülke ortalamasına selam duran, tempo varmış gibi yapmaya çalışan iki takımın maçını izledik. Sezon içinde bunlardan onlarca izliyoruz. Bu kadar harcama, bu antrenmanlar bu plansızlık bu sıradanlık için mi?
Ve sonsöz… Konu ne olursa olsun hakeme itiraz etmenin 'Ata sporu' olduğu ülkemizin kısa bir özetini izledik dün akşam! Her oyuncu her durumda lehine ya da aleyhinde, hakemi çevreledi! Yetmedi, ilk devre sonu saha içine girdi Bülent Korkmaz. Ve sarı kartı aldı. İtiraz sonuç veriyorsa ya da sonuna kadar haklı olduğunu düşünüyorsa itirazını neden sürdürmedi acaba?
‘’Sempatik milli takımın dönüşü‘’
Sadece grubun değil Avrupa’nın en zayıf takımlarından birine karşı gereksiz bir acelecilik, telaşla başlandı maça. Sanırım 'Bol gollü galibiyet beklentisi’ydi baştaki telaşın nedeni. Maçın ilk devresi de gösterdi ki, Cebelitarık gibi en zayıf bellenen takım bile ceza sahası önü ve içinde savunma yapma konusunda 'Tutarlı’ olabiliyor. Öne gidecek fikir ve pratikleri olmadığından bu keşif savunma ezberinin 10 ya da 11 kişi olmasının önemi yok. Ancak bizim açımızdan sorun şuydu ki; rakibin savunma merkezinden atacağımız goller için ortalayıp, durduk ilk devre boyu ilk gole ve kırmızı karta kadar. Sonra 'Hayat doğru yolu gösterdi' ve merkezden yapmamız gerekenleri yaptık ve maçı rahatlattık. Bu grupta daha rahat ilerleyebilirdik ama bu da iyidir. Şimdi gruptan çıkmak için kaldık son maçlara.
Şimdi gelin bu sıkıntılı serüvenin son maçı öncesi hep birlikte düşünelim. Acaba bazı 'Gedikli oyuncular’ olmaksızın farklı bir oyun oynayarak, bu grupta kendi göbeğimizi kendimiz kesemez miydik? Görülüyor ki, kesebilirmişiz. Ve buna bağlı olarak Mircea Lucescu döneminde 24.5 yaş ortalamasına düşürülen sempatik takımın neyi vardı ki, yaş ortalamasını yükselterek hem sempatiyi kaybettik hem de hedeflere ulaşmakta zorlanır olduk.