‘’En durgun Galatasaray‘’
Kupada 3 büyüklerden sadece Galatasaray var. Onlar da sakatlar ve cezalılar nedeniyle yarım takım. Kenarda teknik direktörleri, sahada golcüleri yok. Çift ayaklı maçın ilk ayağını kazasız atlatmak istiyorlar. Hedeflerini maçın başındaki diziliş bile ele veriyor. Geri dörtlü çıkmadan oynuyor. Mehmet Güven ve Ayhan çift stoper. Nonda, Arda ile orta sahada ve tek forvet Serkan Çalık. Oyun alanının tamamında ise Gençlerbirliği çok kalabalık.
Oyunun kalitesi yarı finale yakışmadı. Gençlerbirliği üstünlüğü sağladı. Biraz akıllı olsa üç yapar, 2. ayağı formalite haline bile getirebilirdi.
Tuna’nın ceza alanı içindeki ekstra mücadelesi ile Burhan’ın ayağından ancak bir gol bulabildi.
Kupanın final öncesindeki en önemli maçında, lig dahil bu sezonun en etkisiz Galatasaray’ını seyrettik. Hücuma çıkamaması bir yana, üç pası bile doğru düzgün yapamadı. Maçın bazı bölümünde Gençlerbirliği oyuncuları da onlara ayak uydurdu. Kısır mücadelede ne kaleciler kalesinde devleşebildi, ne hücumcular görevlerini yapabildi. Gözler Ümit Karan ve Hakan Şükür’ü fazlasıyla aradı.
Galatasaray çaresizlik içinde tüm sezonda ancak bir dakika forma şansı bulabilen Okan’a, sonrasında biraz kilo aldığı gözden kaçmayan Hasan Şaş’a forma şansı verdi.
Gençlerbirliği zor girdiği gol pozisyonlarını kolay harcadı. Turu getirebilecek ikinci golü bulamadı. Oysa, yakalayacağı en zayıf Galatasaray kadrosunu ve oyun şeklini bulmuştu ama bundan yararlanamadı. Galatasaray, yenilmesine rağmen ikinci maç için avantajlı sayılabilecek sonuçla sahadan ayrıldı.
‘’Ümit'le devam...‘’
Maç, dengeleri tam anlamıyla bozmasa bile, teknik direktörleri ürküten üç eşleşme ile başladı. Galatasaray sağ beki Sabri’nin üzerinde Tita çok etkili olup, her pozisyonda rakibini ekarte ederken, diğer tarafta Arda da, sakatlanıp oyundan çıkana kadar Brezilyalı sağ bek Hamilton üzerinde üstünlük kurdu. Ahmet Akçan, hemen önlemini aldı ve Servet’i, Sabri’ye yakın oynatıp, bu gediği tıkadı. Ama, Ankaraspor’un yumuşak karnına önlem gelmeyince, Ümit Karan da bu bölgeyi deşmeye başladı.
Üçüncü eşleşme ise Lincoln ile Hürriyet arasındaydı... Hürriyet, henüz 1. dakikada Lincoln’un ayak bileğini yoklayarak, “buralara gelme” mesajını çok açık bir şekilde verdi. Lincoln de mesajı almış olacak ki, oyunda fazla kıpırdayamadı, ayağını topa cesaretle sokmadı.
Bunlar oyunun başlangıcındaki görüntüydü ama, bir başka görüntü vardı ki, iki teknik adam da bu görüntüye önlem alamazdı.
Hakem Yunus Yıldırım, maçın 3. dakikasında takıldı. Bu dakikada De Nigris ceza alanı içinde kaleci Aykut’u geçtikten sonra kendini yerde buldu. Aykut’un müdahalesi varsa karar penaltı olmalıydı. Yoksa, De Nigris sarı kart görmeliydi. Yıldırım pozisyonu süzemeyip, bu iki karardan birini veremeyince konsantrasyonunu daha maçın başında kaybetti. Sonrasında oyunun sertliğine izin verip, Galatasaray’ın iki penaltı pozisyonu es geçti ve kendince ödeştirdi.
Maçın tek golü Ankaraspor’un yumuşak karnından geldi. Hamilton’u keşfeden Ümit de Arda’ya yaklaşınca, Nonda’nın ara pası Ümit’e bomboş pozisyonda golü getirdi.
Galatasaray’da Ümit, mükemmel oynadı. Her pozisyonda topu olumlu kullandı. İkinci gole yaklaştı, ama direği geçemedi.
Çok sayıda faulün her iki takım adına da değer kazanmadığı, kötü yönetilen karşılaşmayı kazanan Galatasaray, Ümit Karan’ın güzel futboluyla yoluna devam etti.
‘’Hayat öpücüğü‘’
Beşiktaş lider geldiği Ankara’da, çoğu bölümde oyun içindeki liderini bulamadı. Sistemini kuramadı. Oyun kurucularını topla buluşturamadı. Velhasıl lider takım gibi oynamadı, oynayamadı. Üstünlüğü çok erken Gençlerbirliği’ne bırakmak zorunda kaldı. Ankara takımının baskısını kabullendi. Çözümü, 52’inci dakikada Delgado’nun direkten dönen vuruşuna kadar gol yememekte aradı.
Oysa Beşiktaş maça iki büyük tehlike yaratarak başlamıştı. Delgado’nun kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonu, kaleci Recep ceza alanı dışında ayağıyla önledi. Tello’nun korneri ise üst direkten geri geldi.
Beşiktaş bu iki ataktan sonra Gençlerbirliği tarafından kendi kalesine adeta hapsedildi. Burhan’ın sağdan, Mehmet’in soldan ortaları, vızır vızır ceza alanına düşmeye başladı.
Beşiktaş, defansında kestiği topları dengesiz şekilde ileri vurarak maçtaki en büyük hatayı yaptı. İbrahim Toroman savunmada, Holosko forvette kayboldu. Nobre ve Holosko, yüksek topları El Saka ve Traore’nin markajında kontrol etmekte zorlandı. İleri vurulan her top, birkaç saniye sonra yeni bir kanat ortası olarak geri geldi. Beşiktaş orta sahası, başlarının üzerinden geçen yüksek topları ancak gözleriyle izleyebildi. Sonuçta topla buluşamadan yorulundu.
Beşiktaş’ın ilk organize atağını gerçekleştirmesi için 52 dakika beklendi ve bu atakta Delgado’nun vuruşu direkte patladı. Bu gol Beşiktaş’ın uyanışının işaretiydi. Siyah-Beyazlılar, uzun topları bırakıp, orta sahasını oyuna soktu. Gençlerbirliği’nin baskısını kırdı, forvetlerini canlandırdı. Geliyorum diye bağıran golü aramaya başladı. Beş dakikalık baskı beraberinde golü de getirdi. Sonra yine oyunun başındaki kimliğine döndü ve golü yedi. Son dakikaları yangın gibi geçen maçta Bobo, Beşiktaş’a hayat öpücüğü veren golü atan ve takımının liderliğini sürdürmesini sağlayan isim oldu. 85 dakika mahkum oynayan Beşiktaş, ligde en zorlandığı maçı böylece kazandı.
‘’Elden avuçtan‘’
Fenerbahçe’nin bunca kadro eksikliğine, iki yama da Zico yaptı ve Aurelio ile Deivid’i yedekler arasına alıp, tercihini Kemal ve Kazım’dan yana kullandı. Oysa aynı ikili, Bursaspor yenilgisinde, tartışılanlar arasındaydı.
Kadro yetersizliği Fenerbahçe’nin bildik oyununa set çekti. Özellikle defansta yaşanan top kayıpları ve bunun getirdiği güvensizlik, orta alana, oradan da forvete yansıdı. Fener defansının topu oyuna olumlu sokamamasının, Ankaragücü’nün yaptığı yalancı pres ile hiç ilgisi yoktu. İbrahim Ege, Alex’i iyi kontrol edince, Fenerbahçe’nin yetersiz kadrosu için oyunu rakip sahaya taşıyamama sıkıntısı başladı. Alex, top alabilmek için savunmasına yakın oynamaya çalıştı. Ama İbrahim Ege, Alex’i soyunma odasına kadar takip etme emri almıştı. Sonuçta Fenerbahçe’nin bu maçtaki en değerli oyuncusu olan Alex, erken yoruldu ve oyundan düştü.
Fenerbahçe ısrarla Kazım’ın bulunduğu sağ kanadı kullandı. Kezman ve Kemal de Kazım’a yakın oynadı. Fenerbahçe’nin bu düşüncesinin anlamı açıktı. Oyunun sıkıştığı bu bölgeden çıkacak faul atışlarını, Alex kale alanı içine gol pası olarak gönderecekti. Bu düşünce ilk yarıda iki kez semeresini verdi ve bunlar da ilk 45 dakikanın Fenerbahçe adına en ciddi pozisyonları oldu.
Ama sonuçta her iki takım da ilk yarıyı çerçeveyi bulan şut atamadan bitirdiler.
Zico, takımı ileriye itmeye yönelik ilk hamlesini, Kemal’in yerine oyuna soktuğu İlhan’ı ikinci santrfor olarak forvete alarak yaptı. Ama bu hamle ile zaten iyi çalışmayan orta alanı iyice kaybetti. Ankaragücü’nün artan baskısı Fenerbahçe’yi zor durumlara düşürdü. Bebbe ve Gökhan’ın, kaleciyle karşı karşıya kaldıkları iki gol pozisyonunu birkaç dakika ara ile değerlendirememeleri Fenerbahçe için şans oldu.
Bu şans Fenerbahçe’ye bir puan getirirken, sonuç her iki takımı da mutlu etmedi.
‘’Galatasaray sıradanlaşıyor‘’
Ilk kez dün akşam maça gelen birisine, oynanan futbola bakıp, hangi takımın Galatasaray olduğu sorulsa, büyük bir ihtimalle Oftaş takımını işaret ederdi.
İki takımın bütçeleri karşılaştırıldığında arada uçurumlar var. İki takımın şimdiye kadar kazandıkları başarıları kıyaslamak ise kimsenin haddi değil. Ama sahadaki gerçekler tam tersi yönde. Mücadele eden, baskı kuran ve iyi futbol oynamaya çalışan takım, Gençlerbirliği’nin altyapısı olarak kurulan ve büyük bir sürpriz yaparak lige çıkan Oftaş takımı...
Oftaşlılar, Galatasaray’ın pahalı ayaklardan oluşan futbolcularının bir adım önünde oynadılar karşılaşmayı. Sadece futbol oynayarak sahada kalmayı düşündüler. Üstelik, futbolu çirkinleştirmeden...
Dünya devlerinden sayılabilecek Galatasaray, giderek sıradan bir takıma dönüşüyor. Sabri, Arda, Servet, Hakan Balta gibi milli takım oyuncularını, Hakan Şükür, Nonda gibi kendilerini fazlasıyla ispatlamış dünya oyuncularını, Oftaş’ın genç yeteneklerinden farklı kılacak özellikler, bu oyun anlayışı ile her geçen gün kayboluyor. Yani özetle Galatasaray değer yitiriyor. Adeta sıradanlaşıyor. Bu Galatasaray için çok tehlikeli bir gelişme. Futbolumuzun sıkıntılı günler yaşadığı, tribündeki seyircilerin her geçen hafta biraz daha azaldığı ligimizde, rekabetin oluşabilmesi, heyecanın tükenmemesi için iyi bir Galatasaray’a her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Galatasaray lokomotif takım özelliklerini taşıyacak. Futbolcuları yıldızlaşacak, yetişecek yeni gençlere örnek olacak. İşte bunların hiçbirini göremedik dün gece. Ve Oftaş’a alkış tuttuk...
‘’Karanlıktan aydınlığa‘’
Gençlerbirliği’nin dört forvetle oynayarak defansa uyguladığı yalancı baskı, Fenerbahçe’nin oyun düzeninin yanında, oyun kurucuların da sinir sistemini bozdu. Defansı ile orta sahası arasında pas bağlantısı, forvet baskısı ile kesilen Fenerbahçe, topu rakip ceza alanına taşıyamadı. Uzun toplarla çıkışta ise baskıyı koruyacak oyuncu kalabalığını sağlayamadı. Gençlerbirliği’nin bu dizilişi ile Fenerbahçe’nin oyundaki tüm elektriği kesildi. Alex, Semih, Uğur ve Kazım devre dışı kaldı. Selçuk ve Mehmet’in ikinci bölgeyi kullanmasını engelledi. Fenerbahçe’nin, rakip ceza alanındaki boğucu baskısı bir türlü oluşmadı. Rakip defansı ceza alanı içinde hataya zorlayarak gol bulabilen Fenerbahçe için, skor bulmak mucizelere kalmıştı ki, kapanan yolları Semih açtı.
Belki de kendisinin bile beklemediği bir goldü bu. Böyle bir golü sol ayaklı Alex atsa şapka çıkartılırdı. Ama, sol ayağıyla 35 metreden fileleri bulan oyuncu Semih olunca, şapka bile çıkartmak yeterli olmamalı bence. Mükemmel gol, Fenerbahçe’ye yeniden elektrik verdi. Kararan sahayı aydınlattı. Galibiyeti getiren gol ise topu Semih ile en uygun noktada buluşturan Alex’in, duran top klasiğiydi.
Aslında hakem Yunus Yıldırım, ilk yarının son dakikalarındaki pozisyonu iyi çözebilse, Tuna’nın topa ceza alanı içindeki elle müdahalesini penaltıyla cezalandırsa, Fenerbahçe bu kadar sıkıntı çekmeyebilirdi.
Gençlerbirliği’nin oynadığı futbol, Fenerbahçe ile nasıl oynayacaklarını düşünen takımlar için ders niteliğindeydi. Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi’ndeki maçları kadar zorlandığı çok önemli bir karşılaşmayı kazandı dün gece.
‘’Moral maçı‘’
Beşiktaş hâlâ 8-0’ın şokunu yaşıyor. Üstelik, Avrupa kupaları ve milli maçlardaki sakatlıklar, takımın oyuncu kapasitesini de fazlasıyla düşürmüş durumda. Bu maç bir anlamda moral maçıydı ve lige devam anlamı taşıyordu. Zor da olsa kazanıldı ve camia biraz olsun nefes aldı. Oyuncu eksikliği nedeniyle defansın ortası Koray ve Baki’ye emanet. Böyle olunca Cisse’nin sorumlulukları elbette artıyor. Fransız oyuncu orta saha görevini tam yapamadı. Defansın arasında emniyet sübabı olarak çıkmadan oynadı. Dolayısıyla Siyah-Beyazlılar, beşli savunma ile mücadele etmek zorunda kaldı. Orta sahadaki bir kişilik eksik nedeniyle Serdar ve Delgado her topa yetişmek için çabaladı. Higuain de yüzünü orta sahaya çevirince ister istemez tek forvetli düzene dönüldü. Bir süre sonra Higuain, yerine gerçek orta saha oyuncusu Ricardinho’ya bıraktı. Bu doğru bir tercihti.
Orta sahada Oftaş daha hakim gözüktü Ancak onlarda da son pası doğru kullanma becerisi yoktu. Bu nedenle Ankara takımı gol bölgelerinde fazla etkili olamadı.
Besiktaş, Oftaşlı Giray’ın pası, kaleci Recep’in de ıskasıyla maçtaki tek golü buldu. Bu gol, ilk yarıda hiç pozisyonu olmayan Beşiktaş’a Amerikan yardımı gibi geldi. Çünkü atan kendisiydi ama hazırlayanlar başkalarıydı. İlk tehlikeli atağı ise 50’de Delgado yaptı.
Oftaş belli bir disiplin içinde oynuyor. Golü yedikten sonra da oyun anlayışlarını değiştirme gereği duymadılar. Futbolun gereklerini yerine getirip, Beşiktaş’ın yapacağı defans hatalarını beklediler. Son 10 dakikada baskıyı biraz daha arttırdılar. Ancak bitirici noktalarda topu buluşturma skıntısı yaşadılar. Özveriyle oynamak güzel ama Oftaş’ın en az iki kaliteli oyuncuya daha ihtiyacı var. Uzun lig maratonunda şimdilik iyi durumdalar ama, ligin sonu ne getirir henüz hiçbir şey belli değil.
‘’Karanlıkta kalan sır‘’
Düşünün, bir milli takım Dünya Şampiyonası’na gidiyor ve malzeme bulamadığı için yarışmadan geri dönüyor. Olur mu, olur! İşte botsuz, küreksiz raftingçiler
Birkaç hafta önce, bir pazar günüydü. TRT 2’yi izliyordum.. Muhabir Yağmur Atacan, elinde mikrofon, Antalya’daki rafting merkezi Köprülü Kanyon’u anlatıyordu.
Atacan, her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin uğrak yeri olan bu doğa harikası nehirde, rafting yapanlarla birlikte botlara biniyor, onlarla konuşuyor, çeşitli sorular soruyordu.
Yabancılar hayranlıklarını ifade ediyorlardı her seferinde. İlk kez rafting yapanların heyecanları yüzlerinden belli oluyordu, suyun kayaların üzerinden aştığı rapit adı verilen dar geçiş noktalarında.
Röportaj sırası bot rehberlerine gelmişti.
Yağmur Atacan mikrofonu ona uzattı ve sordu.
-Bu spor tehlikeli mi?
- “Hayır” diye cevap verdi bot rehberi ve şöyle devam etti:
“Biz buralarda doğduk, bu nehrin her kıvrımını çok iyi biliriz. Ben ayrıca Rafting Milli Takımı sporcusuyum..”
-”Milli takımla nerelerde yarıştınız, derece aldınız mı?” dedi bu kez Yağmur Atacan..
Ne bot var, ne de kürek!..
Rehber anlatmaya başladı:
“Milli takımla 2006 yılında Avusturya’da düzenlenen Dünya Şampiyonası’na katıldık. Bot ve küreklerimizi oradan temin edecektik. Yarışma gününe kadar federasyon yetkilileri yarışacağımız bot ve kürekleri oradan temin edemediler. Yarışma sırası geldiğinde biz hâlâ karadaydık. Hakem, bizim için son 60 saniyeyi geriye doğru sayarken, bir başka ülke sporcularından botu bulduk ve suya indirdik. Biz de bota çıktık. Ama küreklerimiz yoktu. Botu verenlerden küreklerini de istediğimiz de yarışın başlaması için son 10 saniyeye girilmişti. Ama botu verenler, kürekleri vermediler. Bize işaretlerle (elinizle çekin) dediler. Ardından kahkahalarla güldüler... Yarışamadan geri döndük.”
Yağmur Atacan, gazeteci olmadan mikrofonu eline aldığı için, yakaladığı haberin farkında olamadan bir başkasıyla röportaja başladı. Bu gezinin karanlıkta kalan diğer noktalarına ulaşılamadı.
Yine de, bu röportaj sayesinde, Türk sporunda yaşanan bir skandal ortaya çıktı.
Yabancı sporcular dalga geçmiş
Kim biliyordu ki, 2006 yılında Avusturya’ya kadar gidip, yarışamadan geri döndüğümüzü.
Hem de o gencecik sporcularımızın kahkahalarla ülkelerine uğurlandığını.
İşin ilginç yanı, tüm bu anlattıklarım bir tatil programında yayınlandı.
Gelelim bugüne.
Kano ve Rafting Federasyonu, rafting sporunu bünyesinden çıkartmış ve adını “Türkiye Kano Federasyonu” olarak değiştirmiş.
Rafting ise yeni kurulan “Gelişmekte Olan Spor Dalları Federasyonu” bünyesine bağlanmış... Bu federasyonun bünyesinde 4-5 spor dalı olduğu söyleniyor. Öğrendiğim kadarıyla, henüz başkanı da yokmuş.
Türkiye’de çoğu yabancı her yıl yaklaşık 1 milyon kişi rafting yapıyor. Ülkemizin önemli turizm gelir kalemlerinden birisini rafting turları oluşturuyor. Antalya’da, Dalaman’da ve Artvin’de dünya harikası nehirlerimiz var. Yabancılar, bu nehirlerde rafting yapabilmek için can atıyor.
Ama kendi ülkemizde raftingi
nedense beceremiyoruz.