Arama

Popüler aramalar

‘’2000'i andıran transferler‘’

Adnan Polat’la futbol kurmayları Haldun Üstünel, Murat Yalçındağ ve Adnan Sezgin’in gerçekleştirdiği nokta transferler, 2000 zaferiyle sonuçlanan yolu andırıyor. Taffarel, Popescu, Hagi ve Hakan Şükür’den oluşan sağlam omurganın bir benzeri yeniden sahneye konuyor sanki.
Fernando Meira, bu amaç doğrultusunda atılmış önemli bir adım. 1.90’lık boyu, güçlü fiziği, hava topu hakimiyeti, geriden oyun kurma becerisi ve sakinliğiyle sadece savunma güvenliğine değil, hücuma da önemli katkılar sağlayacaktır. Üstelik bir lider. Boşuna ‘yeni Popescu’ yakıştırması yapılmadı yani. 1.91’lik Servet Çetin’le birlikte havadan kolay kolay geçit vermeyeceklerdir. Duran toplarda da rakibin korkulu rüyası olacak, Sarı-Kırmızılılar’a Hakan Şükür’ün yokluğunu aratmayacaktır!
Bu kadronun Hagi’si yok, Hagi’mtrakları var, Arda Turan gibi, Harry Kewell gibi, Cassio Lincoln gibi... Üçü bir Hagi eder ancak, bu bir gerçek. Ama ‘trak’ düzeyinde de kalsa, sakatlık ve ceza durumlarında bile sahadaki 11 hiçbir zaman Hagi’siz kalmayacak. Önemli olan bu.
2000’i yakalayabilme yolunda atılması gereken sadece iki adım kaldı. Biri Taffarel, diğeri Hakan Şükür! Uluslararası deneyimi fazla bir kaleci alınacağı, çalışmaların bu yönde yoğunlaşmasından net olarak anlaşılıyor.
Ya omurganın en ucu! Hakan Şükür tipinde forveti ara ki bulasın... Dünyada nesli tükendi çünkü. O zaman, alınırsa mecburen farklı özellikte forvet alınacak. Bu kadro ve geçen sezondan temeli atılmaya başlanan sistemin beklentisi, sürekli gezinen, topla barışık, süratli, aralara sızan, şut atan ve ‘arsızca’ rakibin üzerine giden bir forvet. Kewell bu rolü üstlenebilir mi, tartışılır. Çünkü son yıllarını sürekli sakatlıklarla boğuşarak geçirmiş. Nonda, geçen sezon zaman zaman bu yönde ışıklar saçsa da, devamlılık gösteremedi. En azından fizik olarak yeterli değildi. Ya Ümit Karan... Bakıldığında onun başaramayacağı hiçbir şey yokmuş gibi geliyor. Jeneriklik gollerini kimse küçümseyemez. Sadece ona özgü vuruşları ve gollerinin çok örneğini yaşattı hepimize. Ve geçen sezon Kalli, Ümit Karan’ı kanatlara çekme denemeleri yaptı, bundan da verim aldı. Polat ve kurmayları sadece kaleci alarak transferi kapatırsa, Ümit Karan bu görevi pekala başarıyla yerine getirir. Bakarsınız, gençlerden biri sürpriz yapar. Aslında hiç de sürpriz sayılmaz böyle bir gelişme. Göreceğiz.

24 Temmuz 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fantastik!‘’

Galatasaray’ın geçen sezonun sonlarına doğru bazen ‘mecburiyetten’, bazen ise ‘onsuz günlere’ hazırlık olarak ‘bir bakalım nasıl olacak’ merakı kaynaklı ‘4-6-0’ı andıran’ denemeleri devamlılık kazanamamıştı. Buna Hakan Şükür faktörü engeldi. Çünkü elinizde Hakan Şükür özelliklerine sahip bir kozunuz varsa kullanmamak ‘delilikti’, hatta ‘delilikten öte bir sorununuz var mı’ diye araştırılması gerekirdi!
Kaldı ki, bazıların savunduğu “Gelişen futbolda artık Hakan Şükür tipi santrforlar demode oldu” düşüncesine katılmıyorum. Bence, artık onun gibi santrfor tipi yetişmediği için teknik adamlar son yıllarda ‘çaresizlikten’ farklı arayışlara girdi. 5 yaş genç bir Hakan Şükür’ü kabul etmeyecek bir teknik adam düşünen varsa, bunun altında sadece iflah olmaz bir ‘nefret’ ararım, futbol mantığı değil!
Kalli de zaman zaman Hakan Şükür’ü yok sayıp, Ümit Karan ya da Nonda’yı çizgilere çekerek, dolaşan forvet anlayışını uygulamaya çalıştı. Ama dedim ya, elinde Hakan Şükür gibi bir fenomen vardı ve yok sayamazdı, sayamadı da... Şimdi Hakan’la yollar ayrıldı, bu ikilem ortadan kaldırıldı (mı?)
Gözüken o ki, iç sahadaki zorluk derecesi düşük maçlarda 4-1-3-2, zorluk derecesi yüksek maçlarda ve deplasmanlarda ise 4-1-4-1 ya da 4-2-3-1 gibi bir diziliş söz konusu olacak. Top rakibe geçtiğinde 4-6-0 görüntüsü çıkacak, bu sistem bunu gerektiriyor, aksi takdirde çöker!
Son hazırlık maçında sahaya sürülen ‘ideale yakın’ kadro gösterdi ki, yönetimin arayışları ‘Avrupa kupası tecrübesine sahip’ bir kaleci ile Servet’in yanına, ‘oyun kurma becerisi de olan’, yüksek toplarda etkili bir stoper üzerine.
Sağbekte Sabri’ye güvenmeyenler var, sadece eksilerine bakarsanız bu yaklaşım doğru. Ama bir de anlık patlamalarını ve hem takıma, hem de skora ekstra katkılarını, daha da ötesi çok yönlü kullanabilme avantajını düşünürsek!
Mehmet Topal ve Linderoth’un mevcut kadro içinden alternatifleri var zaten. Lincoln, hem beyin, hem de sürekli oyunun içinde olma arzusuyla geçen sezonki ‘çıtkırıldım’ havasından sıyrılma sinyali veriyor. Sağlam bir Kewell ve güçlü bir Arda ile birlikte önemli vurucu güce sahip olacak Galatasaray. Hatta, ‘böylesine isimler varken, ayrıca bir forvete ne gerek var’ bile denebilir, öylesine fantastik yani. Özetle, heyecan uyandıran bir oluşumun ayak seslerini duyuluyor.

21 Temmuz 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fener'i bırak...‘’

Galatasaray, ‘kariyer’ sahibi tek transfer olarak Kewell’ı renklerine kattı. Yeterli mi, kesinlikle hayır. Ben, hala ‘libero özelliği taşıyan bir kaleci, oyun kurma becerisi olan bir stoper ve Mevlüt tarzında bir forvet alınmalı’ görüşündeyim.
Cim Bom’un sezona başlarken en büyük artısı, geçen yıl temeli atılan genç ve yetenekli kadrosunun bir yıl tecrübe kazanmış olması ve aralarına aynı kalitede yenilerinin katılması. Bir de, geride bırakılan yılda ‘hesapta olmayan’ şampiyonluğun kazanılmış olması tabii. Bunun verdiği özgüven ve bir anlamda da ‘rahatlık’, futbolcuların ve yönetimin üzerinde stresi olabildiğince azaltacaktır.
Bu psikolojik üstünlük, taraftarlar arasında daha Güiza ve Kewell transferlerinde kendini açıkça göstermiştir. Fenerbahçeliler İspanya gol kralını ‘sıradan’ bir transfer olarak görürken, Galatasaraylılar ise, son 3 yılını neredeyse sakatlıklarla geçirmiş ve ne vereceği soru işareti olan Kewell’a ‘prens’ muamelesi yapıyor, rahatlığa bakar mısınız?
Özellikle son 3 yılın 2’sinde ezeli rakibe kaptırılan şampiyonluk, Fenerbahçeliler üzerinde derin travma yaratmıştır. Bunun etkilerini Aziz Yıldırım’ın her fırsatta pireyi deve yapan tavırlarından ve yazarlarının çaresizlik içindeki gel-gitlerinden, birbirlerine düşmelerinden gözlemleyebiliyoruz. Emre Belözoğlu’nun alınması da ters tepmiştir. Buna bir de Kalli’nin yaşı ile geçilen nice dalgadan sonra neredeyse onun yaşındaki Aragones ile anlaşma, mevkiinin en iyi ismi Aurelio’dan yenen sille ve Deivid’in sakatlığı da eklenince, düşünün Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu ruh ve beden halini! Bu nedenle, diğer 3 rakibinin pek çok yönden yerlerde süründüğü son 3 sezonu tek şampiyonlukla geçiren Fenerbahçe’nin, yeni sezonda 3 güçlenmiş ve bilenmiş rakiple başa çıkabilmesi, buradan bakınca çok zor görünüyor.
Galatasaray’ın en büyük rakibi, gözlerden uzakta, geçen yıldan bu yana bazı temeller atan, tabii en önemlisi de ‘birileriyle hala bazı hesapları olan Ersun Yanal’ yönetimindeki başarıya aç Trabzonspor olur. Beşiktaş mı? Herşey, yine her zamanki gibi taraftarına bağlı. Ama yönetimi, menaceri ve teknik kadrosuna güvenin olmadığını ben bile görebiliyorum! Geçen sezon yaşanan Sivas sürprizinin bir benzeri için ise, aradan en az 10 yıl geçmesi gerekiyor!

17 Temmuz 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Terim'i seven öne çıksın!‘’

Galatasaray’ın yeni sezondaki en büyük şansı, iki yumuşak karnı olan Karl Heinz Feldkamp ve Hakan Şükür’den kurtulmasıdır kuşkusuz. ‘Kurtulmak’ derken bu ikiliye hakaret etmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Hatta kimin kimden kurtulduğu tartışılabilir. Ama eleştirilerin neredeyse tamamını oluşturan bu iki unsurun artık olmaması, takımın ve kulübü yönetenlerin tümü üzerindeki baskıyı önemli ölçüde azaltacaktır.
Takımına olan sevgisi ve hizmeti, ezeli rakibine duyduğu nefretle orantılı olanların saldırmak, yıpratmak, değersizleştirmek için bahanesi hiç eksilmez kuşkusuz. Onlar iflah olmaz birer zararlıdır ve bu düzende imhaları da çok zordur. Çünkü bağışıklık sistemleri o kadar güçlüdür ki, her değişime anında uyum sağlama gibi bir imkansızı başarabilmektedirler, ahbap-çavuş ilişkilerinden ötürü. Ama gerçek anlamdaki spor yazarında bile zaman zaman görülen sapmaların nedenlerinin ortadan kaldırılması bakımından önemlidir Kalli ve Hakan Şükür hamlesi. Artık en azından okunmaya ve izlenmeye değerlerin, belki sanal, ama kesinlikle subjektif ağırlıklı bu konulara sapmasının önüne geçilmiştir. Onların da artık bu konulara bulaşma mazeretleri ve endişeleri ortadan kalkmıştır.
Bunları birkaç hamleyle ya da el ele vererek aşmak mümkün mutlaka... Bir de ne kadar çabalasan da kaçamayacağın olaylar vardır ki, Fatih Terim vakası bunların başında gelmektedir. Yaptıkları ve söyledikleri bir yana, sadece jest ve mimikleri dahi, başlı başına tahrik unsurudur, ortalama bir vatansever için bile! Düşünebiliyor musunuz, bu ülkenin Milli Takımı’nı öyle bir sahipleniyor ki, bir yanda onu ve seçtiklerini destekleyenler, yani biat edenler var, diğer yanda ise ‘düşmanlar.’ Başka bir şans bırakmıyor insanlara... Eh, böyle olunca da bir anlık gaflet sonucu bazıları “Bu benim ülkemin değil, Terim’in takımı” derecesine umursamaz olabiliyor takımına da, futbola da karşı. En azından, 2000’de Galatasaray için sokaklara aktığı coşkuyu hissedemiyor, ‘yine haksız yere kendine yontacak birileri’ kaygısıyla!
Aslında bu vakanın geçmişini, daha ilk baştan yolununnasıl ve kimler tarafından temizlendiğini bilmeyenler kolayı seçip Terim’e kızıyor. Asıl kızılması gerekenler başkalarıdır! Çünkü o başkalarının işaret ettiği her ölümlü, ölümsüzlük iksirini içtiğine inanır bir süre sonra!

19 Haziran 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Polat'ın zor sınavı‘’

Sayın Adnan Polat, 3 tecrübeli ve kaliteli isim alacaklarını söyledi. Taraftarlar açısından ‘müjde’ olarak değerlendirilebilecek bu açıklama ‘Polat’ı fena halde bağlar ve zorlar.’ Zamanında Sayın Özhan Canaydın da bazı sözler vermiş, ancak yerine getiremeyince “Bundan sonra ‘Allah bir’ dese, inanmayız” şeklinde taraftar tepkileri almıştı. Polat’ın ‘bulunduğu mevkiinin ağırlığı nedeniyle’ artık ne yapıp edip verdiği sözü yerine getirmesi gerekir.
Sarı-Kırmızılı ekip, altyapısından yeterince kalitede ve ümit vaat eden isim geldiği için rakiplerine oranla çok şanslı. Ancak 3 kulvarda ve güçlü rakiplerle mücadele etmek için, devamlılığı olan tecrübeli isimlere gereksinim duyulur. Geçen sezon başlatılan yeniden yapılanmaya ilave olarak bir kaleci, bir stoper ve bir de forvet alınması zorunlu gibi gözüküyor. Takımın oyun karakteri nedeniyle alınacak kaleci ‘libero’ özelliklerini de taşımalı. Stoperin oyun kurma becerisine de sahip, forvetin ise çok yönlü olması elzemdir. Sırf almış olmak ve taraftarın gözünü boyamak için transfer yapılacaksa, istemez kalsın.
Sezgin’in suçu büyük!
Galatasaray Futbol A.Ş’nin başındaki Sayın Adnan Sezgin’in, futbol dışında bir konuyla ilgili söylemine ya da eylemine rastlayan oldu mu bugüne kadar? Herhalde olmamıştır ve bu da çok doğaldır, çünkü uzmanlık ve yetki alanı değil futbol harici konular. Ve deniyor ki, ‘Adnan Sezgin’in istemediği isimler birer birer uzaklaştırılıyor.’ Nereden, futbol takımının çevresinden, içinden! Futbol A.Ş’nin başındaki bir insanın istemediği isimlerle çalışması mı normaldir, çalışmaması mı? Futboldan sorumlu, futbol dışında bir şeye karışmıyor, futbolun her şeyine karışıyor. Bundan doğal olan ne, ben de bunu anlamıyorum. Haaa, çıkıp da dobra dobra “Adnan Sezgin’e kişisel gıcığım var” ya da “Bana VIP muamelesi yapmayanı, içeriden bilgi sızdırmayanı orada bir saniye rahat bırakmam” derler, alınlarından öperim o zaman dürüstlüklerinden ötürü. Ama ipe sapa gelmez bahanelerle saldırmak hiç yakışık almıyor, kim tarafından, kime karşı olursa olsun.

12 Haziran 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fener kışkırtması‘’

Fenerbahçeli yöneticilerin, Adnan Polat’a “Arda Turan’ı satmayı düşünürseniz biz talibiz” gibisinden ‘profesyonelce ve psikolojik temelli’ yaklaşımına şaşırmadım.
Bir takım, ezeli rakibinin simgesi haline gelmiş yıldızına, ‘hatta bir anlamda geleceğine’ talip olabiliyorsa, bu tamamen ‘ekonomi kaynaklı psikolojik bir hamledir’ başka bir şey değil. İki kulübün maddi olanakları arasındaki uçurumun açık bir kanıtıdır aynı zamanda. Böyle bir teklif olmuş veya yakıştırılmış, hiç önemli değil. İnsanların böyle bir olayı düşünmeye başlaması bile yeterlidir bir başına. Ve kesinlikle Fenerbahçe’nin cüreti olarak algılanmamalı Arda’yı alma girişimi ya da yakıştırması. Bu, dışarıdan bakıldığında Galatasaray’ın nasıl göründüğünün de belgesidir bir anlamda.
Yoksa Fenerbahçeli yöneticiler bilmiyor mu, Galatasaray’ın Arda’yı asla kendilerine satmayacağını... Satarlarsa kulübün başlarına yıkılacağını! Ama dedim ya, bu bir psikolojik saldırıdır. Yönetenler belki fazla etkilenmez bu gibi psikolojik oyunlardan, ama ya kitleler! Kombineleri de, resmi ürünleri de alan onlar değil mi sonuçta? Bir küsmeye görsünler, hele karamsarlığa kapılmasınlar. İşte o zaman tükeniştir her bakımdan! Özetle Fenerbahçe’yi yönetenlerin asıl amacı, Galatasaraylılar’ı psikolojik bakımdan dibe vurdurmaktır. Arda araç yani. Sonuçta hazmedemedikleri bir şampiyonluğun rövanşı söz konusu! Kazanma adına çalışmalara şimdiden ve her yönden başlamakta yarar var! Önce Emre hamlesi, ardından Arda... Hakan Şükür’ü alırlarsa da kimse şaşırmasın, sırf Galatasaray taraftarını ikiye bölme adına... Demedi demeyin sonra!
Onun için de yıllardır dilimde tüy bitti, “Ekonomik özgürlük olmadan hiç bir özgürlük olmaz. Şu borçları makul düzeye indirmeden bu kulüp geçmişteki görkemli anılarıyla avunur” diye... Radikal önlemler almayıp çareler üretmezseniz, tam aksine popülist uygulamalara devam ederseniz olacağı budur. Boşuna dememişler, ‘boş kalan aslan yatağında tilkiler kuyruk sallar’ diye... Galatasaray’ın bugünkü durumu da o hesap. Yakında Kuruçeşme’deki Ada’na da talip olurlar, hatta Riva’daki arsana inşaat yapıp gelirine ortak olurlar.

07 Haziran 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gündem yine Hakan Şükür‘’

Hakan Şükür her zamanki gibi yine gündemin ilk maddesi. Golcülüğüne diyecek yok. Asıl önemli yanı, arkadaşlarına sahada yarattığı boş alanlar ve saha dışındaki ağabeyliği. Galatasaray’a ve futbolumuza büyük katkıları oldu. Ama artık yolun sonu. Herkes biliyor ki, bunun iki ana nedeni var. İlki yaşı, bu beni fazla ilgilendirmiyor, kulübün devam eden yenilenme projesi var. İkincisi, yıllardır bir an bile dinmeyen takım içinde yürüttüğü iddia edilen faaliyetler. Bu doğruysa, geç bile kalınmış demektir. Yok, böyle bir şey söz konusu değil de yakıştırmadan ibaretse, ayıp!

Neden olmasın!
Böylesine büyük organizasyonların düzenlendiği yıllarda transfer adımı atmak zordur. Çünkü, kaliteli isimler Euro 2008’de iyi bir performans gösterip, değerini artırmak istiyor. Ancak bunun hayırlı sonuçları da olur bazen, Simoviç örneği gibi... 1984 Avrupa Şampiyonası’nda Yugoslavya kalesini koruyan dönemin gözde file bekçisi Simoviç, Platini’den bir maçta 3 gol yiyince, önce kendisini almak isteyen Liverpool’un gözünden düşmüş, ardından ‘outlet’ raflarından alınıp Florya’ya getirilmişti! Bakarsınız yine aynısı olur!

Yula ve Bilgiç
Kalamış, Kalamış olalı böyle zulüm görmemiştir sanırım. Tarihi Kalamış ve tarihi fener, kişisel çıkarlara/kinlere alet ediliyor son zamanlarda.
Rahat bırakın garibim feneri. O, yıllardır insanlığa yararlı hizmet ediyor en azından. Yok orası Fenerbahçe Muhtarlığı’ymış da, yok efendim Galatasaray, ‘Fenerbahçe kompleksi nedeniyle’ oradaki tesisine Galatasaray Kalamış Tesisleri diyormuş da (Eniştesi ve ablasından ötürü Dr. Selçuk Yula!), yok Fenerbahçe’nin kalbinde şampiyonluk mu kutlanırmış da, rakip tahrik ediliyormuş da (Gökmen Özdemir üzerinden yanıt veren Köprücü Gürcan Bilgiç Paşa!)... Kalamış’ın ve fenerin tarihine bir bakın, nezaket ile yasallığı iyi irdeleyin, sonra bu iddialarda bulunun derim, ben. Kalamış Marina ve Kalamış Todori Tesisleri de mi bir kompleksin eseridir. Ve, kaybedenleri kazanan rakibini alkışlamaya davet etmek ayrı (bu kültür sorunudur), insanların canına kast edilmesi ayrıdır (bu yasadışılıktır.) Nasıl birbirine karıştırılıyor bunlar, hayret!

29 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu kadarı da ayıp artık!‘’

Gürcan Bilgiç, Galatasaray Yönetimi’ne şöyle sesleniyor yazısında; “23 Mayıs’ta Kalamış’taki tesislerinizde düzenleyeceğiniz şampiyonluk kutlamasından vazgeçin. Bunu kışkırtıcı bulan bazı Fenerliler aynı akşam toplanıp bayraklarla, marşlarla Kalamış’a yürüyecek. İstenmeyen olaylar yaşanabilir!”
Gürcan şunu demeye getiriyor aslında, “Bağdat Caddesi’nden sonra Galatasaray’ın Kalamış Tesisleri’ne de Taksim Meydanı muamelesi yapılsın.” Ha 1 Mayıs, ha 23 Mayıs, mantık aynı yani! Tedavisi zor olan bu hastalığın adı da, ‘mayıs alerjisi!’
2006’nın 14 Mayısı’nda Denizli’de yaşanan şoktan tahrik ol, 2000’in 17 Mayısı’nda Kopenhag’da kazanılan UEFA Kupası’ndan tahrik ol, nereye kadar! Her yıl mayısta biri şampiyon oluyor bu ülkede, birileri kaybediyor, böyle de devam edecek.
Sonra ne olacak ki 23 Mayıs gecesi Kalamış tesislerinde... Birkaç marş çalınacak, birkaç slogan atılacak, belki ‘nispet olsun’ diye havai fişek gösterisi yapılacak, o kadar. Benim çevremde bundan tahrik olacak Fenerbahçeli yok açıkçası.
Gürcan’ın bu mantığı ile hareket edilirse, ileride olayın boyutları ‘Kadıköy’de, İstanbul’un tamamında, tüm il, ilçe, köy ve mezralarda, KKTC’de, Türki cumhuriyetlerde Galatasaraylılar’ın mayıs ayı boyunca sokağa çıkması ve kırmızı giyilmesi yasaktır’a kadar gidecek!
Üstelik böyle düşünen ve hareket etmeye hazırlanan kişileri sağduyuya, hoşgörüye davet etmek varken, asıl bu yasakçı anlayışı savunmak kışkırtma etkisi yapabilir. Çünkü bir de karşı taraf var. İşte bu gerçek hep ıskalanıyor maalesef.
Samandıra’da futbolcuların arabaları yumruklandı. Volkan, Lincoln’e saldırdı. Aziz Yıldırım, konuk takım yöneticilerini bir çocuk gibi azarladı. Bağdat Caddesi’nde kırmızı avına çıkıldı, şimdi hedef Kalamış kalesi! Soruyorum o zaman, bu mu küfretmeyen, kavga çıkarmayan taraftar? Ve Samandıra’da futbolculara saldıranları anında ‘aforoz edenler’, Bağdat Caddesi kahramanları için neden ses çıkarmadı, neden?

22 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI