‘’İşin doğrusu‘’
Beşiktaş-Konyaspor müsabaka sonrasını yaşayan eski bir beden terbiyesi bölge müdürü olarak sadece “üzüldüm, hicap duydum” gibi yapmacık sözlerle yetinmeyip, ne oluyor, bu hadisenin başlangıç noktası nedir, Nasıl olmalıydı diyerek konuşmamızın şart olduğuna inandım. Esasen beni, bunları sizlerle paylaşmaya biraz da göreve yeni gelen Spor Bakanı teşvik etti. Şahsen inancım ve tecrübem o ki; nasıl olsa bu “düzenden istifade edenler” bu Bakan’ı da kendilerine uydurma çabasına girecek. Ve esasen kişiliğine inansak da, sayın Bakan’ın da buna direnemeyeceğini düşünerek henüz bu oyun gerçekleşmeden biz Spor Bakanımız’ı uyaralım. Bu vesile ile de birlikte bir hizmet edelim dedik. Ne de olsa eski Güreş Federasyonu Başkanı...
Denetim yok
Spordan ve sporcudan da anlar diye de müdahalenin tam zamanı olduğuna inandık. O nedenle efendim bir kere bu statların kulüplere devri sonrası denetim görevi esasen kendinde olan mal sahibi beden terbiyesinin devreden çıkartılması büyük hatadır. Denetimin olmadığı, sorumluluğun ortada bırakıldığı her işte olduğu gibi bir futbol müsabakası oynanıp tamamlanana kadar hadisenin hiçbir yerinde olmayan devletin spor teşkilatının başka bir örneğine hiçbir yerde rastlanmaz.
Ceza uygulanmıyor
Neden? Yahu neden olacak! Bir futbol müsabakası oynanıyor, Spor Bakanlığı’nın kanuni temsilcisi Gençlik ve Spor Teşkilatı’nın hiçbir konuda yetkisi yok. O halde sorumluluğu da olmayacak. Peki devleti? Efendim statların sahibi Bakanlığa bağlı Spor Teşkilatı’na gücümüz yetti. Onu devreden çıkarttık. Onun yerine denetim yetkisini TFF’ye ve kulübe verdik ve bir de yasa çıkardık, ‘işi çözdük mü’ diyorsunuz. Geçin beyler geçin bu popülizmden ve tribüne oynamaktan bir türlü vazgeçmedinız. Böyle yaptınız da ne oldu ? Sözde otorite oldunuz öyle mi? Peki hangi maça hazırlanmayan saha ile ilgili kime soru sorup, kime ceza verdiniz? Ya da ceza verilen kulüp başkan ve yöneticilerine bu cezayı uygulatabildiniz mi?
Yasa işletilmiyor
Tabi uygulatamazsınız. Zira hem federasyon bu işi takip etmez, hem de edemez. Çünkü federasyonu seçenler onlar. Siz spor müdürlüklerini devreden çıkararak statlarda beyliğinizi ilan ettiniz ama terörü de statlara bela ettiniz. Asayişsizliği zirveye çıkarttınız. Bize kimse efendim Türk sporuyla ilgili TBMM’den çıkan bir yasa var, bu yasada müsabakalara nasıl girilip çıkılacağı yazılı sakın demeyin. Zira o kanun işletilmiyor. Ve kanunu da işletmemek suç. Peki şimdiye kadar bu sorumluluk ortada kaldığından bu suçların işlenmesine devam ediliyor mu? Elbette ediliyor.Sadece Beşiktaş-Konya maçı değil, tüm maçları izleyin ve görün. Oysa statların denetimi devletin denetiminde olduğunda ceza alıp da maça giren bir kulüp başkanı var mıydı? Hee yoksa Devlet bunun için mi devreden çıkartıldı. Ne dersin sayın Bakan?
‘’Yeni Düzen yeni hoca‘’
Bu memleketin ihtisası spor olan bir evladı olarak hep hayal eden lakin hayalleri bir türlü gerçekleşmeyen ve niçin gerçekleşmediğine de hep şaştığım, Türk futbolundaki çarpıklığa yeniden ayna tutmak için yazmalıydım. Herkes de yazmalı. Ta ki problemi çözecek olanlar, “Bu benim işim değil teknik bir konudur” demeyene kadar. Ya da devletin görevlerine adam atama yetkisinde olanlar buralara, “Teknik konulardan” da anlayan adamları atayana kadar yazmalı ve söylemeliyiz. Ne kazandırır? Belki de bu yazı dolayısıyla birileri kırılır. Şahsen de bize kaybettirir.
Yenilere dair...
İyi de şahsen kaybetmeyelim diye toplumsal büyük kayıplara mani olmayalım mı! Şairin dediği gibi, “Yabanlar kıskanır diye destan da yazmayalım mı?”... O nedenle Türkiye’nin yeni futbol düzenini oluşturmak için yeni Spor Bakanlığı, yeni federasyon, yeni hoca konusu, federasyon ve milli takımla ilişiği kesilen Fatih hocayı yeniden yazıp nasıl olması gerektiğini ne pahasına olursa olsun haykırmalıyız.
Akılalmaz tazminat
Başlangıç noktamız da ‘Fukaralık asaleti bozar’ özdeyişi olmalıdır. Benim bildiğim Fatih hoca kendi kaderiyle ilgili konularda her kararı kendi verirken bu milli takımlar koordinatörlüğünden ayrılmasını niçin Yıldırım Demirören’in iki dudağı arasına bırakmıştır? Bu anlaşılır değil. Benim bildiğim Yıldırım Demirören federasyonla ilgili minik toplumsal ricalarımızı bile çok büyük abartırken ‘bedava ayrılayım’ diye teklifte bulunan Terim’e akılalmaz tazminatları üstlenecek şekilde ayrılmayı nasıl önerir?
Karizma çizildi!
İki anlaşılmaz koskoca soru ortada durur ve millet vicdanını da yaralarken, bu fakir ülkenin delikli kuruşundan sorumlu olanların hiç mi vicdanı sızlamaz, ‘ne oluyor demez. Burası hakim olanların dükkanıdır. Kuvvet, kudret, irade sahipleri bu tüyü bitmemiş yetimin hakkını sevdiklerine yedirir. Güneş balçıkla sıvanmaz. Yalnızca ‘fukaralık asaleti bozmazmış’ anlaşılan. Zenginlik de asaleti bozuyormuş. Bu vesileyle de karizma da böyle çiziliyormuş derim.
‘’Çok uyardık ama...‘’
Spor bakanı değişti... Peki, sen bundan mutlu musun, diye soruyorsanız, bunun cevabı, “Kahrolayım mutluysam” şeklindedir. Peki şimdi mi söylüyorsun bunu diye soracaksanız. Hayır be kardeşim. Defaten genç bakanımıza yazdık söyledik. Yapma sayın bakanım...
Millet senden Cumhuriyet döneminin spor müzesini kurmanı, bilgi bankasını oluşturmanı, çocuklarımızı spora yönlendirmeni, sporcu fabrikası kurmanı bekler. Taksim’deki müze binasını kendine ofis yapmanı değil. Protokol tribününe kimin girip çıkacağına bakmak bir bakanın işi değil dedik. Olaya daha büyük bak, dedik ama dinletemedik. Yapmadı. Yapmadığı gibi, “Bu ne anlar” dercesine de kibirle gülümsedi. Şimdi ise çekip aldılar ve yeni bakan atandı. Niye? Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu başarısızlığı gördü ve değiştirdi. Yeni spor bakanımız Osman Aşkın Bak beyin ise iyi hizmetler yapacağına inanıyorum. O niye mi? Çünkü kendisi de giden bakan dönemini gördü ve alacağı dersi aldı. Biz de kendisine bir spor sevdalısı olarak; aman sayın bakanım nefsini yen, enaniyete kapılma diyoruz. Zira kapatacağın çok mesafe var. Türk sporu sürünüyor ve ben başarılı olmanı diliyorum. Hayırlı olsun.
‘’İthal futbolcu‘’
Bugün Türk futbolu için birbiriyle çeliştiğini düşüneceğiniz konu var. Bunun temeli transfer. Bir kere bu sezon lig çok hareketli ve iddialı geçecek gibi gözüküyor. Zira zaten şampiyon Beşiktaş transferde iyiken, Fenerbahçe ve Galatasaray da iyi transferler peşinde. Hatta Antalya ve diğer anadolu takımları da bu hususta iddialı. Görüyorsunuz Antalya, Fransız Jeremy Menez’i aldı. Transferdeki bu hırs bu sürat bu alımın rekabeti, hatta müsabakalara gelmeyen seyirciyi artıracağı kesin gibi. Fakat bu yabancı futbolcu transferi sezonluk iyileştirme ve çözümler dışında, alt yapısız ve sistemi kurulmamış Türk futbolunun atardamarı olur mu? Geçici hayat iksiri veya suni tenefüs olur. Nasıl yani?
Mühim mevzu
Bir ülkede yerli futbolcu yetişmeksizin sadece yabancı transferi ile futbolda istikbal olmaz. Peki hiç yabancı transferi olmasın mı? Tabii ki olsun. Kim dünyadaki gelişmelere sırtını dönmüş veya dönebilir ki. Mevzu bile olamaz. Kaliteli yabancı transferi daha önce belirttiğimiz yararlar dışında, bir ülkenin bilgi ve görgüsünü de artırmak açısından mühimdir. Ama bunun yanında yerli ve yıldız futbolcu yetiştirmek de bundan daha az önemli değildir. Yani yetişecek yerli futbolcu mühim mevzu ve Türk futbolunun olmazsa olmazıdır. Lakin çıkarılan yönetmelik ve genelgelerdeki yetişecek Türk futbolcunun teşvikine dair maddelere rağmen, yıllardır TFF ve kulüpler bu vazifeyi ihmal etmekte ve yanlış yapmaktadır.
‘’Milli takım forması‘’
Değerli spor kamuoyu bu yazımda asıl konumuz dünyadaki 250 milyon Türk’ü ilgilendirebilecek milli takım forması olmalı iken, maksatlı veya maksatsız işi sadece Arda’ya ciro ederek küçülten, ana konuyu unutturan zihniyete ve bu işe istikamet veren üst akılla Nasrettin hocadan bir misalle seslenmek isterim. Nasrettin hocanın evine hırsız girdiğinde toplanan komşular “Hocam niye pencereyi açık bıraktın, niye kapıyı kilitlemeyip önlem almadın!” vs demeye başlayınca hoca bunalmış. “Durun komşular durun, tamam bizim kusurumuz olmakla birlikte, bu hırsızın hiç mi suçu yok”! diye sormuş. Bence bu hadiseyi bu boyutu ile de değerlendirip asıl mühim olan “Forma meselesine” ve “Milli takımın bıraktım” hadisesine dönmek isterim.
Yaptırım yok
Evet bir düşünün olayın en mühim yanı budur. Ya diğer bölümleri; magazin. Gelelim niçin mühim olduğuna... Yol olur efendim yol. Kafası bozulan, parayı bulan, doyuma ulaşan, milli takımı bıraktım der. Yaptırımınız ne? Hiç. Kaybeden Türk milleti, kurumsal yapı, Türk Milli Takımı olur. Zedelenen milli itibarımız olur. Şimdi bir an için futbolu bırakıp, ticari firmalara, holdinglere, saygı duyulan kişilere bir bakalım. Neleri ile ün yaparlar, itibar sağlarlar? Duruşlarıyla, imajları ile, kumaşları ile, kuruluş tarihleri ile... Türk Milli Takımı’nın da, “Berlin Panteri” ilan edilen Turgay Şeren’lerden beri tanınırlığını tescil eden bir forması var. Beyaz zemin üzerinde göğüste ay yıldız... Bir anda, bir gece birileri bir rüya görüyor ve bizim formamız kırmızı beyazdan turkuaz maviye dönüyor.
Eski formamıza geri dönelim
Bu toplumsal mutabakat gerektiren bir konu mu? Bence kesinlikle evet. Kimden görüş alındı? Hiç kimseden. Peki bir anket yapıldı mı? Hayır yapılmadı.. Şimdi ben de soruyorum bu husus sadece Türkiye Futbol Federasyonu’nun sadece Spor Bakanlığının hatta Başbakanlığın talimatıyla yapılır mı? Yapılır yapılmasına da doğru olur mu? Vicdanlarda yer ve taraftar bulur mu? Bunu da futbol kamuoyu ve Türk milletinin takdirine bırakıyorum. Yeni bir kampanya başlatalım diyorum. Eski klasik milli formamıza dönmek için kamuoyundan ve sosyal medyadan destek bekliyorum.
‘’Yalı çocukları!‘’
Ben Niğdeli olmakla birlikte tüm çocukluğunu ve gençliğini Sultanahmet’te geçiren bir adamım. Ayasofya Müzesi’nin önünde top oynadım, Kadırga’da boks yaptım, henüz 14 yaşlarında ağızdan büzme sırt çantamla cezaevinin önünden cinci sahasındaki boks ringine her gün indim ve çıktım. Annem kan revan içinde kalan havlumu yıkarken hüzün duyardı. O güzergah varya evden salona indiğim dört, beş kilometre... En az beş taş kaleli sokak arası saha kurulur, üç mahalle geçilene kadar beş sahada 60 çocuk kan ter içinde futbol oynardı. Alemdar, Süleymaniye, Sirkeci, Yeşildirek, Cankurtaran, Gedikpaşa, Küçükayasofya Kadırga, Langa, Küçükpazar, Vefa, Küçükmustafapaşa ekstra mahalli lige futbolcu verebilecek amatör kulüplerdi. Nereden nereye...
Haksız mı Sancaklı?
Türk futbolu buradan yükselir, Baba Gündüzler’e baba Hakkılar’a, İnönü’ye ve Ali Sami Yen’e buradan ulaşırdı. Federasyon reisi mi? Bırakın federasyon reisini, İstanbul Futbol İl Temsilcisi dahi bakan ağırlığı taşırdı. Onlara bakarak dün, kardeşim MHP Kocaeli Milletvekili Saffet Sancaklı TBMM’de Türkiye Futbol Federasyonu’nun bugünkü hazin hali için ağır sözler sarf etti. Kendisinin “Türk futbolunun başına musallat olan yalı çocukları”! ifadesi ise gerçeği yansıtan vurucu cümleydi. Evet biz Sultan Ahmet’in ekmeğini taştan çıkaran sokak çocukları idik. Mücadele karekterimizdi. Ve sokak futbolu vardı, aynen Birezilya’da ki gibi. Ya bugün... Türk futbolu yerlerde! Yönetim yalı çocuklarında. Sokak futbolu ve alt yapı ise İflasta. Herkes elini vicdanına koysun, haksız mı Saffet Sancaklı?
‘’Sivasspor'un dönüşü‘’
Türkiye’de bir ifade var. ‘Giden gelmez’ veya ‘giden geri gelseydi’ derler. Lakin görüyorsunuz Sivasspor bu tehamül, alışkanlık veya terimleri bozuyor. Düşüyor ertesi sene geri çıkıyor. Çok zor bir hadise. Moraller dibe vurmuşken yeniden zirve. Bu bir tesadüf mü sizce? Tesadüf diyenin alnını karışlarım ben. Nasıl mı? Bilmek lazım, hissetmek lazım. Ve ben biliyorum ki, Sivasspor’un düşmesi bile bir sürprizdir. Uzun süren mücadelenin ve başarıların ardından bir mental yorgunluğun, bıkmışlığın getirdiği bir düşüştü. Aksi mi? Mümkün değil.
İki ayrı karakter!
Hangi verilere dayalı mı konuşuyorum. Kendi hayat tecrübeme, adam tanıma kabiliyetime göre tespitlerimi yapıyorum. Bu konuda fevkalade de iddialıyım. Düşmeden, kalkmadan, babadan kalma iş ve servetlerle spor kulüplerinin başkanı olmakla sokaktan, hayattan tırnaklarla tırmalayarak, hayatla mücadele ederek gelinen makamlardaki iki ayrı karakter arası farktır bu. Efendim daha önce Süper Lig’den düşüp, tepeüstü giden takımlar yıllarca Süper Lig’i unutmuş.
Toparlayıcı başkan
Tamam işte tam da ben bunu diyorum; Sivasspor’da bir başkan faktörü var. Yüzü kızarır, başarısızlığı tanımaz. Sıkıldığı için geçen dönem biraz boş bırakmasının ardından ciddiyeti farkedip işi seneye tekrar toparlayan bir başkan portresi. Başka? Mesut Bakkal’ın kurduğu yapıyı tecrübe ve ağabeyliğiyle tamamlayan, haysiyet timsali, Türkiye sevdalısı Samet Aybaba bugün Sivasspor’un Süper Lig’e dönmesinin en önemli nedenleridir. Hayırlı olsun Sivasspor. Tebrik ediyorum Başkan Mecnun Otyakmaz, tebrik ediyorum Samet Aybaba, işiniz gücünüz rast gelsin
‘’Güneş'in şanssızlığı‘’
Biliyor muydunuz bilmem, ben esasen Fenerbahçe kongre üyesiyim. Lakin mesleğim, iştigal alanım ve yaptığım görevler nedeniyle rahmetli Süleyman Seba bile hangi takımı tuttuğum konusunda bir yargıya varamamıştı... Alışkanlıklar işte; o görevleri bırakalı yıllar geçse de biz her derbiyi aynı anlayışla izlemeye devam ediyoruz... Beşiktaş- Fenerbahçe derbisini de aynı ruh haliyle ve dikkatle izledim. Kim yazdı, kim yazmadı esasen çok da takip etmedim. Ama ben fark ettiğim konuyu şahitli ispatlı bir yazayım da, büyük futbol otoriteleri de benden sonra bir değerlendirsin... Bir kere kendi evinde Beşiktaş çok iyi bir futbol ortaya koydu. Şu Quaresma’ya da sanırım bayılmayan kalmadı.
Quaresma resitali
Adeta bir resital ortaya koydu. Karşısındaki Fenerbahçeli futbolculara da onunla karşılaşmamak için bildikleri bütün duaları okuttu. Her şey Beşiktaş adına çok iyiydi ki son dakikalarda fasulyeden bir gol önce Beşiktaş’ı, sonrada sevgili Şenol Güneş’i yıktı. Buna tek cümleyle Şenol Güneş’in şanssızlığı demek mümkün.
Lakin bir gerçek de o ki, Türkiye’de bir pozisyon hatası hep böyle gollerin gelmesine neden olmaktadır. Beşiktaş kalecisinin yüzde 100 hatası yanında ceza sahasına atılan topları ilerde karşılayıp geri geri topa yetişmeye koşan her futbolcu genellikle kendi kalesine bu golü yapar. Örnek mi istiyorsunuz? 2004-2005 sezonunda Sebat-Fenerbahçe maçında Ogün Temizkanoğlu’na kendi kalesine attığı golü bir sorunuz. Tedbiri de ona göre alınız... Esasen Şenol hocanın bu şansızlığına da üzüldüm..
Yıldırım’ın tokadı...
Aziz okurlarım burası bizim memleketimiz. Bakın Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın Işık Eyigüngör’e attığı tokat konusunda birileri köşelerinde “sen kimsin”, “sen kime tokat atıyorsun” ve “burası dağbaşı mı?” diye yazarken... Kimileri de sokakta, evde, kahvede; “Nasıl bizim başkan. Kodu mu oturtur!! Vallahi delikanlı adam” falan diyor. Gelelim meselenin özüne. Kim bu tokadı yiyen Işık Eyigüngör bey biliyor musunuz? Bir dönem önce Aziz Yıldırım beyle Fenerbahçe’de yönetimde bulunan... Sarı- Lacivert Derneği’nden kulübe intikal eden, Hulusi Belgü, Rahmi Eyüpoğlu gibi Fenerbahçeliler’le basketbol bayan takımını ihya etmek için kulübe yönetici olan kişi...
Bir düşünmek lazım...
Bir dönem Fenerbahçe bayan basketbol takımından sorumlu yönetici görevini yapmış. Ve bilahare Yıldırım yönetimden ayrılıp, önce İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü sonra da Yakın Doğu Üniversitesi Spor Kulübü Başkanlığı görevini üstlenmiş. En sonunda da Caferağa Spor Salonu’nda Aziz Yıldırım’dan tokadı yemiş... Hadisenin böyle bir süreçten geçtiğini de gözden kaçırmamak lazım. Ya Tokat? Tasvip etmek elbette mümkün değil... Lakin burası Türkiye... Atan da mı attıranda mı kusur bir düşünmek de lazım...