‘’Geçmiş olsun!‘’
Dün gece Sivas 4 Eylül Stadı’nda kaleci Volkan için karşılaşma çok da iyi başlamıştı. Daha 2. dakikada orta alandaki hatadan oluşan gol pozisyonu çok iyi bir şekilde önleyen isimdi, Volkan Ünlü. Ama kalecilik böyle bir mevkii... İstediğin kadar kurtar, gol yemeyeceksin. Hele hele böyle hatalarla.
Oysa Yiğidolar ilk 45 dakikada hiç de kötü oynamadı. Şu bir gerçek ki soyunma odasına mağlubiyet ile girmeyi gerçekten hak etmediler. Açıkcası teknik direktör Bülent Uygun, Brezilya ekolünü temsil eden rakibi karşısında etkili bir oyun planı ile takımını sahaya sünrmüştü. Bu plan; yerden ve ortadan ara paslarla rakibi delme üzerineydi. Çünkü özellikle Braga’nın hava toplarındaki hakimiyetkini bilerek, böyle doğru bir tatik uyguladı Bülent hoca. Ama bana göre bu plan ilk yarıdaki, gol hariç tuttu. Ancak o son vuruşlardaki yetersizlik ve becerikislik bir anda Sivasspor’un kaderini belirledi. Bu beceriksizlikde ki en büyük etkenlerden biri de geçen sezonun büyük bir kısmını sakat geçiren Balili’nin daha henüz hazır olmamasıydı. Ve bütün yük Mehmet Yıldız’ın üzerine düştü ama o da rakip savunma tarafından iyi marke edildi. Şartlara baktığımız da Balili ve Mehmet’in etkisiz hale gelmesi sonucu gol ancak orta sahadaki sürpriz isimlerle olurdu. Açıkcası bu şanslarda ilk 45 dakikada fazlasıyla yakalandı. Özellikle geçen sezonun flaş ismi Musa, yakaladığı kritik pozisyonları gole çevirebilseydi, belki de dün gece Sivasspor için çok daha mutlu olabilirdi. Bir sözümde İskoç hakeme. Bize gösterdiği tüm kartlar doğruydu ancak aynı standartı rakibe uygulamadı ve aldatmacaların hepsini yuttu. Ve hatta yediğimiz ikinci golde Abdurrahman’ın normal mücadelesini faul ile cezalandırması, bize pahalıya mal oldu. Bunun sonucunda serbest vuruştan ilk golü filelerimizde gördük.
İkinci 45 dakikada umutlar bir gol atıp bareberliğe hatta erken atarsak galibiyet elde etmek üzerineydi. İkinci yarıda Bülent Uygun riske girdi ve tüm kozlarını kullandı. Orta alanda bütün yükü genç Onur ve İbrahim üzerine yıkan Uygun, Herve Tum ve Sergio’yu da oyuna sokarak beraberik golünü aradı ancak olmadı. Ve gecenin şansız ismi Volkan, talihsiz bir gol daha yiyerek Sivasspor’un gol umudunu mucizelere bıraktı.
‘’20 dakikada zafere!‘’
Ne derseniz deyin futbol çok enteresan bir oyun. Ama ben anlamam bu gece milli takımımızın eksiklerini görmek istemiyorum. Çünkü 2-0 yenilgiden sonra maçı 3-2 kazanmış bir takıma laf söylemek haksızlık olur. Tabiki gece hiç de hoş başlamadı. Neredeyse bile bile Koller’den kafa golünü yiyen bizdik. Hiç olmadık bir anda kalemizde ikinci golü gördük. Ama Fatih Hoca’nın bu turnuvada yanlış başlayıp müthiş doğrular yaptığı da bir gerçek. Nitekim oyuncu değişiklikleri ve oyun içindeki yer değiştirmeler ve rakibin rehaveti bize büyük bir zafer getirdi. Millilerimiz şimdiye kadar Çekler’i hem de en zor anda devirmeyi başardı.
Gerçekten millerimiz 20 dakika yani 70. dakikadan sonraki müthiş futboluyla sürklase etti. Gerçekten dün gece teknik direktör olmakta futbolcu olmakta çok zordu. Çünkü penaltılara razı olduğumuz bir durumdan, bu 3 puan çıkartıp çeyrek finale adımızı yazdırdık. Oysa devre arasında birbirimizle konuştuğumuzda oynanan oyundan hiç kimse memnun değildi. Ama her zaman söylüyorum bizim en büyük kozumuz istikrarsızlık. İşte bu olmumsuz özelliğimiz zaman zaman bize büyük işler yaptırıyor. Dün gece de Çekler artık maç bitti dediği anda önce Arda Turan sahne aldı. Gecenin yıldızı dünyanın en iyi kalecilerinden birine nefis bir gol atıp, kapıyı açtı. Daha sonra turnuva başladığından beri görünmeyen yıldızımız Nihat Kahveci vardı başrolde. Villarreal formasıylya İspanya Ligi’nin tozunu atan Nihat, turnuvanın başından bu yana suskundu ama golü öyle bir hatırladı ki, bir tane değil tam iki tane birden Çek kalesine füzelerini gönderdi.
Artık çeyrek finaldeyiz kazandık ama önemli kayıplarla. Volkan’ın son saniyelerdeki kırmızı kartı hiç yakışmadı. Ayrıca sarı kart cezalısı Mehmet Aurelio, Hırvatistan karşısında olmayacak. Ama artık yüreğimiz ve kendimize güvenimiz var. 2002 Dünya Kupası’nda da böyle olmuştu. Biz maça da turnuvalara da kötü başlayan bir ekibiz. Ama tutturduk mu, bizi kimse tutamaz. Artık bu saatten sonra kim oynarsa oynasın havamızı bulduk. Şimdi birlik beraberlik zamanı. Artık kişisel çekişmelerden arınıp hep birlikte bu takımı Avrupa’nın zirvesine çıkması için desteklemeliyiz. Eteğimizdeki taşları turnuva sonrasına dökmenin zamanıdır...
‘’Kazandık işte‘’
Ah Fatih hoca ah! Şu maçın ikinci yarısındaki 11’i turnuva başlarken çıkarsan olmaz mıydı? Hadi aldıklarını almadıklarını tartışma zamanı değil. Hani derler ya olmuş ile ölmüşe çare yok. Tamam mı, devam mı maçına çıkmıştık Basel’de. Öncesinde Çek Cumhuriyeti’nin Portekiz önünde aldığı 3-1’lik yenilgi bana göre istediğimiz sonuçtu. Çünkü Portekiz ile oynamıştık ama Çekler’le maçımız vardı. İlk maçtaki kadrodan zorunlu değişiklikler de oldu tercihler de. Kısa ve çabuk oyuncularla agresif oynayan İsviçre’yi devirmeyi planlamıştı Terim. Ama Fatih hocanın hesaplamadığı zeminin inanılmaz şekilde ağırlaştıran yağmur oldu. Gerçekten ilk yarıdaki müthiş sağnak sahayı göl haline getirdi. Tabiki bu zeminde Gökdeniz ve Tümer gibi yerden oynamak isteyen oyuncular kayboldu gitti. Zamanlama hatalarıyla da bir anlamda ölüyü dirilttik. Hakan Yakın önce yokladı sonra da attı.
İkinci yarı Mehmet Topal ve Semih Şentürk değişiklikleri yerindeydi. Hem boy ortalamamız yükseldi hem de orta alanda rakibe karşı dengeyi sağladık. Zaten bu orta alan üstünlüğü Nihat gibi etkili bir oyuncuyu devreye soktu. Gol kralımız Semih Şentürk yine kurtarıcı olarak sahne almakta geçikmedi. Bu defa orta Alex yerine Nihat’tan geldi ve genç forvet şık bir kafa ile beraberlik golümüzü attı. Aslında ikinci yarıdaki tempomuzla rakimizi iyice ezdik. Mehmet Topal-Mehmet Aurello ikilisi iyi çalışınca kanatlarımız özellikle Hamit Altıntop’un bölgesinden İsviçre’yi çökerttik. Ne zaman patlayacak diye beklediğimiz yıldızlarımızdan Arda Turan, öyle bir gol attı ki, “Daha bitmedi” dedi, Ay Yıldızlılarımız, Çek Cumhuriyeti maçı öncesinde gövde gösterisi yaptı. Bu arada bu galibiyetin mimarlarından biri olan kalecimiz Volkan’ı da alnından öpmek gerekiyor, ellerine sağlık.
Şimdi sırada Çekler var. Bu takımımız, biraz kımıldandığında neler yapabileceğini İsviçre önünde gösterdi. Bir daha neden olmasın!
‘’Geçmişi unutmalıyız‘’
2008 Avrupa Şampiyonası’nın ilk sınavında Portekiz’e yenildikten sonra Basel’de ev sahibi ile bir kader maçı oynayacağız. Gerçekten tüm yüreğimizle iyimser olmak istiyoruz. Ancak şimdiye kadar oynanan karşılaşmaları izlediğimizde en kötü performansın bize ait olduğunu görüyoruz. Belki “Daha takımlar ilk maçlarını oynamış bu kadar acımasız olmayalım” diyenlerimiz olacaktır. Ama turnuva öncesi kendi taraftarının bile “Bu şampiyonaya katılmayalım rezil olcağız” dediği Avusturya’nın bile kaybetmesine rağmen ortaya prestijli bir mücadele koyduğunu görünce, insan ister istemez böyle düşünmeden edemiyor.
Peki neydi bizi bu kadar daha ilk maçta karamsarlığı iten faktör? Bence sorunumuz ne yapacağımızı bilmememiz galiba. Millilerimiz’in uzun süreli hazırlık dönemine rağmen kafalarında hala onlara kabul ettirilmiş bir oyun şablonunun olmadığını Portekiz karşısında gördük. Milli takım sanki oynadığmız üç hazırlık maçındaki hatalardan ders almamış gibiydi. Özellikle bugünkü modern futbolda savunmadan iyi top kullanarak çıkmak gerek. Ama birinci bölgedeki hazırlık paslarımızı bile yüreğimiz ağzımızda izledik. Bu durum rakibin presiyle veya klasıyla ilgili değildi. Bunun özgüven eksikliği ve yanlış kurgulanan oyun anlayışından kaynaklandığı besbelli. Şimdi İsviçre ile oynayacağımız maça dönelim...
Çek Cumhuriyeti önündeki İsviçre forvette Frei gibi çok önemli bir oyuncusunun erken sakatlanmasına rağmen müthiş mücadele etti. Ev sahibi ekip yenilmesine karşın Çek Cumhuriyeti gibi Avrupa’nın en organize ekiplerinden birini, oyunun sonuna kadar sahasına hapsetti. İsviçre saldırgan bir futbol anlayışıyla puan aradı ama biraz da sanssızlıktan beklediği sonuca ulaşamadı. Çarşamba gecesi hem bu yenilgiyi telafi etmek hem de yakın zamandaki olaylı maçlarımızın etkisiyle daha agresif bir rakip bulacağız karşımızda. İşte bu faktör lehimize en büyük silah olacak. Ancak bunu iyi değerlendirmek için öncelikle tahriklere kapılmadan sabırlı ve sakin olmak zorundayız. Üstelik Basel’in taraftar açısından İsviçre’nin en ırkçı bölgesi olduğunu da unutmayalım. Bizim üzerimize düşen kontrolsüz güç kullanmaya çalışan rakibi, hataya zorlayıp ilk maçta yapamadıklarımızı yapmak. Milli takımımın en büyük sıkıntısı olan istikrarsızlık, rakipler önünde zaman zaman en büyük kozu da olabiliyor. Eğer Terim inat etmeyip en azından elindeki kadrodan doğru tercihlerle bir 11 sahaya sürerse karamsarlık havası bir anda kaybolur. Arda, Gökdeniz gibi dar alanda önemli işler yapacak ve yerden oynamayı seven silahlar sahaya sürülmeli. Herşeyden önemlisi Terim’in her zaman topun bizde olmasını istediği oyun anlayışını bu maçta hayata geçirmeliyiz. Portekiz maçında bunu başaramadık ama İsviçre önünde yapıp sahadan zaferle ayrılabiliriz...
‘’Lejyoner farkı!‘’
Türk milli takımı, tarih yazmak için çıkmıştı sahaya Cenevre’de. Portekiz, dünya futbolunun yıldız üreticisi ülkesi. Rakip sahaya çıktığında etkilenmemek mümkün değildi. Sadece Ronaldo’dan ibaret değildi Portekiz. Savunmada Carvalho’dan, Pepe’den tutun da, orta alanda Deco ve Simao gibi yıldızlarıyla göz kamaştırıyordu. İşte böyle bir rakip karşısında macera aramak olmazdı. Sahaya çıkan milli takım sürpriz değildi. Oynadığımız hazırlık maçlarında rakipler dişimize göreydi. Ama Portekiz karşısında hazırlık maçlarında yaptığımız hataları yaparsak, işimizin zor olacağını biliyorduk. Nitekim ilk yarıda mücadele ettik, koştuk ama biraz da ilahların yardımıyla ayakta kaldık ve gol yemeden soyunma odasına girdik.
Mevlüt gibi genç bir yıldız adayına büyük sorumluluk yüklemek biraz erkendi ve Terim bu kararından ikinci yarıda vazgeçti. Aslında bir an durup düşündüm. Koskoca 70 milyonluk ülkede gerçekten hiç mi forvet yoktu da, gidip Fransa liginde yıldızı parlayan bir oyuncuya bel bağladı Fatih Terim. Oysa dün gece bir Hakan Şükür, bir Ümit Karan sahada olsaydı, Carvalho ve Pepe bu kadar rahat oynayabilir miydi? Bütün bunları sonuca göre yorumlamıyorum. Çünkü dün gece biz futbol adına sahada bir şey yapamadık, sadece rakibi oynatmamaya çalıştık, onu da beceremedik. Sahada Volkan, Servet ve Mehmet Aurelio’dan başka kim vardı? Neredeydi Avrupalı lejyonerlerimiz. Bir de rakibin lejyonerlerine bakın, nasıl koştular nasıl mücadele ettiler. Artık saplantılarımızın esiri olmadan, milli takımlar oluşturalım. Tabi ki geleceğin milli takımını yapalım ama değerlerimize sahip çıkarak. “Ben şapkadan tavşan çıkartırım” demekle olmuyor, bu işler.
Bu kadar kısa takımın, havadan oynaması ve bir tane yan ortaya kafa vuracak adamı olmaması, düşünüdürücü değil mi! Bu milli takım hepimizin... Kazanınca sevinen biziz, kaybedince de kahrolan. Belki kağıt üzerinde maç öncesi rakibimiz favoriydi, sonuç normal görülebilir. Ama gönül ister ki, rakibin 3 topu şans eseri direklerden dönerken, bizim takımımız da gol pozisyonları ile 90 dakikayı bitirsin. Umutlar tabi ki bitmedi, önümüzde iki maç daha var ve şansımız sürüyor. Ama uyarılara ve eleştirilere kulak asmanın zamanı geldi de geçiyor bile...
‘’Biyediç'in dublesi‘’
Eskişehirspor, sezon başından beri ulaşmak istediği Süper Lig hedefine dün gece Boluspor’u yenerek yakaladı. Gerçekten ilginç bir 90 dakikaydı. Aslında 88 dakika 10 kişi oynayan Boluspor karşısında çok da etkili olamadı Kırmızı-Siyahlılar... Dün akşamın futbol adına göz dolduran takımı Boluspor’du. Maçın 2. dakikasında Erhan’ın Sezgin’e yaptığı hareketi Selçuk Dereli, ağır bir kararla kırmızıyla cezalandırınca finalin muhteşem ambiansı bir anda buruklaştı. Böyle bir karşılaşmada Selçuk Dereli gibi tecrübeli bir hakemin bu pozisyonu sarı kartla geçiştirebileceğini düşünüyordum. Herkesin kafasında bu kırmızı karttan sonra “Acaba Selçuk Dereli bunu 3 büyüklerin maçında verebilir miydi?” sorusunun oluştuğunu tahmin ediyorum. Aslında iki centilmen takımın taraftarıyla, futbolcularıyla çok iyi bir final ambiansı vardı İnönü Stadı’nda. Ancak bu kadar tecrübeli bir hakemin böyle bir finali kaldıramayacak acemilikte bir yönetim göstermesi şaşırtıcıydı.
Eskişehirspor, dün gece 10 kişi kalan taraf gibi oynadı. Boluspor ise futbol adına doğruları yapan taraftı. Ama futbol hep böyle bir oyun. Oynayan değil, golü atan kazanıyor. 3 topu direkten dönen Kırmızı-Beyazlılar’a karşı 2 pozisyon yakalayan Eskişehirspor, gecenin şampiyonuydu.
Eskişehirspor’a Süper Lig’de başarılar diliyorum. Boluspor ise Bank Asya 1.Lig’deki ilk yılında herkesin sevgilisi oldu ve finale kadar yükselerek bir tarih yazdı. Ancak, Boluspor’un bu muhteşem taraftarına yakışmayacak tek hareket Eskişehirspor Teknik Direktörü Nejat Biyediç’e yapılan tacizdi. Maçın hakemi Selçuk Dereli’ye olan kızgınlıklarını, Biyediç’ten çıkarmaları onlara yakışmadı.
‘’Play-Off'ta penaltılar gecesi‘’
Ali Sami Yen’de penaltılarla kazanan Boluspor, ilk finalist olurken, İnönü’de de Diyarbakırspor, Eskişehirspor’a yine penaltı atışlarıyla boyun eğdi. Gerçekten iki takımın da Süper Lig’i çok istediğini biliyoruz. İlk iki şansını elde edemeyen Eskişehirspor’un hedefi İstanbul’dan şampiyon olarak dönmekti. Play-Off’un ilk ayağında Diyarbakır’ı geçerek, ilk amacına ulaştı Kırmızı-Şimşekler... Şimdi finaldeki rakipleri Boluspor.
120 dakikanın geneline baktığımızda gerçekten birbirini tanıyan iki boksör gibiydi iki takım da. Çok iyi kapandılar. Pozisyon zenginliği açısından kısır bir maçtı. Kaleciler ve savunmalar, görevlerini başarıyla yaptılar. Orta alan mücadelesinde zaman zaman birbirlerine üstünlük sağladılar ama, bir türlü o istedikleri final paslarını golcülerine ulaştıramadı iki takım da...
Yıllardır Play-Off’ları izliyoruz. Gerçekten puan maçından çok başka bir hava hakim karşılaşmalarda. Tarafsız bir sahada oynanan karşılaşmada iki takımın taraftarı da İnönü Stadı’nı müthiş renklendirdi. Maç boyunca desteklerini esirgemediler, ama sonuçta gülen bir taraf olacaktı. Zaten 120 dakikanın bitiş düdüğü çaldıktan sonra ve finale çıkacak takım penaltılara kaldığında herkes kaderine razı olmuştu.
Son sözü yine kaleciler ve penaltıcılar söyleyecekti. İlk 5 penaltıda eşitlik vardı, 6. penaltıda Diyarbakırspor’u Play-Off’a taşıyan Şadi, topu kaleci Ferhat’a teslim edince Güneydoğu ekibi, geçen yıl olduğu gibi Süper Lig’e çok yakın bir noktadan geri döndü.
Artık pazar akşamını bekliyoruz. Eskişehirspor-Boluspor maçı, herhalde unutulmaz bir Play-Off finaline sahne olacak. Aynı geçtiğimiz yılki Altay-Kasımpaşa karşılaşması gibi.
‘’Anadolu Jet‘’
Türk Havayolları, Anadolu Jet diye Ankara aktarmalı uçuşları içine alan bir uygulama başlatmış. Pazar günü Ankara’dan Antalya’ya uçarken öğrendim. Önce çok uçuş yaptığmız için CIP (Çok uçanlara uygulanan bir ayrıcalıklı bölüm) bölümüne gittim her zamanki gibi. Kontuara gittiğimde bayan görevli, “Anadolu Jet yolcuları CIP’ten uçamıyor” dedi iç hatlara gitmemiz gerektiğini söyledi. İşte dedim, hemen dakka bir, gol bir. THY’nin Anadolu’ya bakışı. Tabii ki devamı var. Uçağa bindiğinizde koltukları ve hizmeti ters, yani olumsuz bir şekilde modifiye edilmiş bir ambians sizi karşılıyor. Günahlarını almayayım ama hosteslerde bile normal uçuştan çıkıp Anadolu Jet modundaydı.
İşte önceki gün uçakta, Antalya’dan İstanbul’a gelirken bakalım normal uçuşla Anadolu Jet uçuşunun farkı neymiş diye düşünüyordum. Ama elimdeki gazetede İbrahim Toraman’ın A Milli Takım’a alınmayışıyla ilgili tepkisi gözüme çarptı ve hemen okumaya başladım. Çünkü Milli Takım seçicilerine tepkinin Anadolu kulüplerinden gelmesini bekliyordum. Çünkü onların yıldızları kadroda yoktu. Ama tepki 3 büyüklerin önemli bir oyuncusundan gelmişti. İbrahim Toraman, hem de Beşiktaş formasını giydiği halde alınmamış! Peki zavallı Mehmet Topuz, zavallı Mehmet Yıldız ne yapsın? Biri takımına Türkiye Kupası’nı kazandıran en önemli isim. Diğeri de Fenerbahçe ve Beşiktaş ile birlikte 73 puan toplayan Sivasspor’un lokomotifi. Ama bu çocukların içi rahat olsun. Onlar Türkiye’nin gönüllerindeki Milli Takım’ın içinde hep vardılar ve olmaya da devam edecekler. İbrahim Toraman röportajında diyor ki, “Biz de başkaları gibi araya adam sokmayıp, yalakalık yapmadığmız için kadroya çağrılmadık” Sevgili İbrahim Toraman, bu ülkede adam olmak zordur, daha zoru adam gibi kalmaktır. Ama adamın varsa her şey çok kolaydır. Çünkü kriterin olmadığı yerde tek şey güçtür. O nedenle gücü eline geçiren her istediğini yapmakta serbesttir. Bunu sadece futbol için söylemiyorum. Bu bir Türkiye gerçeğidir. Sözü fazla uzatmadan yazıyı A Milli Takım’da Fatih Terim’in yardımcısı Oğuz Çetin’in, yıllar önce bir uçak seyahatinde kendisiyle ilgili anlattığı milli olma serüveniyle kapatalım: 7 yıl Sakaryaspor formasını giydim bir kere milli takıma çağrılmadım. Fenerbahçe’ye transfer olduğum sezon daha resmi maç oynamadan hazırlık kampında A Milli Takım’a çağrıldım. Demek ki, o zamandan bu zamana hiç bir şey değişmemiş, gerisi laf-ı güzaf...