Arama

Popüler aramalar

‘’Toplumsal sorun...‘’

Fatih Terim ayrıca, eleştirileri olgunlukla karşıladığını ifade ederken satırarasında bu olayın toplumsal bir sorun olabileceğine dikkat çekti. Satırarasında bahsettiği bu konu aslında herşeyi açıklıyordu. Çünkü 2004'e olduğu gibi, 2006'ya gidememeyi de ulus olarak dünyanın sonu olarak gördük hep birlikte.İsviçre'de bir çok kişinin okuduğu, ancak az kişinin önem verdiği bir bulvar gazetesini (Blick Terim'in peşini hala bırakmıyor!) abartılı bir şekilde ciddiye alıp, onlara savaş açmak toplumsal bir sorundur.Milli marşımızı ıslıkladılar diye uçağın körüğünde rakibimizi edep dışı pankartlarla karşılamak, pasaport polisinin İsviçreli futbolcu Frei'in kimliğini bilmesine karşın 2 saat incelemesi ve trafiğe takılan otobüsün yumurta yağmuruna tutulması (Başkan Levent Bıçakçı 2 yumurta atıldı dese bile) toplumsal bir sorundur. Yenilmeyi hazmedememe de toplumsal bir sorundur... Tıpkı kaleci Volkan’ın hakem odasını tekmeleyip “Why penalty Why?” diye hesap sorması gibi... Tıpkı Mehmet Özdilek'in refleksi (!) gibi... Tıpkı Alpay'ın tekmesi gibi. Tıpkı daha bizim görmediğimiz ancak herkesin yaşandığını bildiği tüneldeki büyük kavga gibi...Toplum olarak sporun bir spor olduğunu, kazanmak kadar kaybetmenin de bir sonuç olduğunu ve dünya kupasına katılamamamızın dünyanın sonu olmadığını artık öğrenmeliyiz! Ama ben insanlarımızı da fazla suçlamak istemiyorum. Medyanın suçlu olduğu kadar Milli Takımımızı Dünya Üçüncülüğü'ne taşıyan Haluk Ulusoy Başkanlığı'ndaki Şenol Güneş ve ekibi de suçludur! Çünkü 2002 finallerine katılmamış olsaydık veya grup maçlarından sonra ülkemize dönmüş olsaydık, toplum olarak da bu kadar beklentimiz olmazdı...

02 Aralık 2005, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalite farkı!‘’

Christian Vieri'nin neden yedek beklediğini, kötü hava şartlarına rağmen Şükrü Saracoğlu Stadı'nı dolduran binlerce seyirci dakikalar geçtikçe anlıyor... Andriy Shevchenko tam dört gol atıyor, ve kimse bu adamı tutamıyor... Türkiye-Ukrayna maçından arkadaşı Servet, yıldız oyuncuyu 2 metreden takip ediyor...Aurelio'nun yokluğunda orta sahada tek başına kalan Appiah zaten feryat ediyor ve yalvarıyor, "Beyler biz evimizde oynuyoruz. Biz bu maçı kazanmalıyız. Neden geriye çekiliyorsunuz" dercesine arkadaşlarından destek bekliyor.Fenerbahçe, Milan karşısına hem de kendi sahasında bu kadar aciz durumda kalmamalıydı. Düşünün. Devler Ligi'nde tur için galibiyet gerekiyor. Christoph Daum, Nicolas Anelka'yı çakılı santrfor oynatıyor. Tuncay çırpınıyor, Mehmet Yozgatlı ise oyunda kaldığı sürede sadece 1 şut atabiliyor.Fenerbahçe, şimdi son maçında PSV ile oynayacak. Bu maçta alınacak kötü bir sonuçtan sonra ise her yıl aynı hayalle başlayan avrupa macerası yine sona erecek.

24 Kasım 2005, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zor dostum zor‘’

MİNİ YORUMDün sabah önce İsviçre’nin patronu Kuhn’un basın toplantısını takip ettim, ardından İmparator Fatih Terim’i dinledim. Kuhn ısrarla sadece futbol konuşmak istediğini dile getirip “İstanbul’da başımıza gelenleri altedebilecek güce sahibiz” dedi. Tecrübeli teknik adam 2-0’lık skor avantajının verdiği rahatlık ve soğukkanlılıkla medya mensuplarının sorularını yanıtladı. Daha önce de İsviçreli futbolcuların basın mensuplarıyla sohbeti vardı. Oyuncular sanki hiç bir olay yaşanmamış gibi görevlerini yerine getirdiler, hatta Türk meslektaşlarımın ısrarlı tavırları karşısında bile güleryüzlü kalmayı bildiler.Aynı imkanları Türk cephesinde görmediğimiz gibi, teknik direktör Fatih Terim’in de istemeyerek bile olsa fazlaca futbolun dışına kaydığını hep beraber dinledik. Toplantının büyük bir bölümünde Türk insanının duygusal yanı ortaya konuldu, milli marştan başlayıp, Türk kafilesinde yer alan bayanların gümrükte “fazlaca” arandığı belirtildi.Maalesef 1.5 haftadır devam eden gergin ortamın, takımı olumsuz yönde etkilediğini söylemeliyim. Malesef futbolun dışında devam eden söz duellosunun rakibe yaradığını, bu saatten sonra bizim Almanya’ya gitmemiz için bir mucize gerektiğini ifade etmeliyim!

16 Kasım 2005, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yakışmadı‘’

Bunları düşünürken sonradan oyuna giren Behrami durmu 2-0 yaptı. Dünyam karardı. Artık açık açık düşündüklerimi söyleyebilirdim. Zannediyorum Fatih Terim de öğrencileri hakkında aynı şeyleri düşünüyordu.Mesela kaleci Volkan... Milli takıma gelmeden önce topu oyuna sokmayı öğrenmemiş miydi! Mesela İbrahim Toraman... Böylesine kritik bir maçta tek top oynmayı kendisine kimse söylememiş miydi acaba! Mesela Selçuk... Acaba Daum, ona topu stop etmeyi, meşin yuvarlak kendisine gelmeden önce kime pas vereceğini ve daha çabuk oynayacağını öğretmemiş miydi??? Aynı Daum anlaşılan hala Ümit’e orta yapmayı öğretememiş!Daha fazla örnek verebilirim. Çünkü dün akşam sahada inanılmaz kötü bir milli takım vardı. Yine de duygusal davranmak istiyorum. Çünkü İsviçre Milli Takımı hocası Kuhn kendisiyle 2 hafta önce yaptığım röportajda “İstanbul’daki atmosferi çok iyi biliyorum. Bize 2-0 bile yetmeyebilir” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Umarım benimle dalga geçmemiştir!

13 Kasım 2005, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu takım çok can yakar‘’

Havanın soğukluğu ve zaman zaman yağan yağmur taraftarı engellememiş. Yaklaşık 10 bin Kayserili futbolsever tribünleri doldurmuş, takımlarını destekliyor. Öyle ya, iki Kayseri temsilcisi Süper Lig’de o kadar iyi sonuçlar alıyor ki, belki gelen taraftarlar kimi desteklediklerini bile hatırlamıyor.Bu sezon sürpriz bir şekilde zirveyi zorlayan Erciyesspor son haftalarda zor günler yaşayan Denizlispor karşısında daha derli toplu. Evsahibi olmanın avantajını kullanıp sağlı sollu ataklarla rakibinin üzerine giden Lacivert-Siyahlılar, galibiyeti de zaten hak etti. Denizlispor’da ise anlamakta zorluk çektiğimiz bir stres, telaş ve düzensiz oyun anlayışı vardı. Zavallı Hüseyin ileride tek başına rakip defansla boğuşurken, ilk yarım saat sonunda oyundan çıkan Ömer’in de yokluğu nedeniyle konuk takım gol pozisyonu üretmekte zorlandı. Bir de kaptan Yusuf takım arkadaşlarına pozisyon ya da gol yollarını açacağına hakemle uğraşınca dün Denizli rakibi karşısında iyice zorlandı.Aslında maçta o kadar çok olay oldu ki, hangisini yazalım: Cenk’in ilk dakikalarda sahayı terkedip WC’ye gitmesinin ardından mükemmel yarı volesini mi, tartışmalı penaltı pozisyonundan sonra topu dağlara taşlara göndermesini mi, sakin kişiliği ile tanıdığımız Denizlispor Teknik Direktörü Nurullah Sağlam’ın isyan edip montunu inanılmaz bir görüntüyle çıkarıp yere fırlatışını mı, bu olay olurken Miika ile Agali’nin tartışıp Finli oyuncunun iki metrelik rakibini yere indirişini mi, yoksa ceza sahasında topu elle kesen Bouazizi’nin maçtan sonra yaptığı ‘topa elle dokundum’ itirafını mı...Hakem Zafer Önder İpek’in iyi bir maç yönettiğini söylememiz mümkün değil. Ama söyleyeceğimiz bir tek şey var ki, evsahibi Erciyesspor’un bu futboluyla daha çok can yakacağı...

06 Kasım 2005, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hepimiz kardeşiz‘’

Fatih Terim’in sahaya sürdüğü 11’e baktığımızda, aslında Halil ile tek forvet gibi gözüken bir oyun sistemiyle başladık. Zaten bu nedenle ilk yarıda istediğimiz pozisyonları bulamadık, ileri uçta çoğalamadık ve bu nedenle de rakip ev sahibi Arnavutluk ilk yarı daha diri ve daha atak bir oyun ortaya koydu. Arnavutluk, Bogdani ile ilk yarıda iki pozisyon yakalarken, Ay-Yıldızlı ekibin kaleye ilk şutu 45. dakikada Halil’den geldi.Terim’in ikinci yarıda yaptığı değişikliklerle Milli Takımımız toparlandı. Orta sahada çoğaldı. Emre ve Nihat’ın yaratıcı müdahaleleriyle gol pozisyonlarına girdik. Zaten Tümer’in golü de ceza sahasında çok adamla olduğumuz pozisyonda geldi.Önümde Arnavutluk Cumhurbaşkanı Fatos Nano oturuyordu. Yanındaki 4 korumayla maçı izliyordu. İkinci yarı başlamadan önce hemen sordum; “Sizce maç ne olur?”Aynen şu cevabı verdi: “Kardeşlerin arasındaki maçların sonucu hiç belli olmaz. Ama benim kalbim diyor ki; İki ülkeden birisi Dünya Kupası’nda mücadele etmeli. Biz final vizesini alamayacağımıza göre, kardeş ülkemiz Türkiye, Play- Off’a kalsın.”Aman dikkat!.. Play-Off’ta mücadele edeceğimiz takımı kesinlikle hafife almayalım. Almanya’ya mecburuz. O yüzden Ay Yıldızlı ekibimiz, bir kez daha gücünü ortaya koymalı ve Almanya’ya gitmeli.

13 Ekim 2005, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çocuktan al haberi!‘’

Arnavutluk’ta çocuklar bile Türkiye’nin kazanmasını istiyor. Öğretmeninden bu konuda söz alan 9 yaşındaki bir kız çocuğu da bize galip geleceğimiz yolunda umut dolu mesajlar verdi...Yaklaşık bir haftadır milli takımımız ile beraberiz. Pazar gecesinden bu yana da Arnavutluk’tayız. Öylesine şeyler gördük ve duyduk ki, kafamız iyice karıştı. Nasıl karışmasın ki! Bir taraftan Danimarkalılar bastırıyor, diğer taraftan Yunanlılar haber bekliyor. Burada ise Arnavutluk’un hocası Briegel rahat tavırları ile dikkat çekiyor. İmparator Terim ise son noktayı koyuyor: Arnavutluk’u Tiran’da hiç yenememişiz. E, o zaman herşeyin bir ilki vardır!Arnavutluk halkı, bu kritik maçtan daha çok yaşamı düşünüyor. Ülkedeki zor şartlar karşısında hayatı kolaylaştırmanın mücadelesini veriyor. Tiran’a daha önce gelenler anlatıyor: 10 sene önceki durum ile şu anki Arnavutluk arasında hiç fark yok. Yani ülke yerinde sayıyor.Bu maçın önemini bilenler ise değişik duygular içinde. Türkiye’ye sempatisi olanlar, karşılaşmayı Türkiye tarafından kolayca kazanılacağını söylüyor. Aşırı milliyetçiler ise hiç şansımızın olmadığını dile getiriyor. Sonucu öğrenmek için maçın kahramanlarından Arnavutluk teknik direktörü Hans Peter Briegel ile randevulaştık. Daha önce röportajımda dile getirdiğim gibi, randevusuna 25 dakika geç geldi. Her zaman disiplinli olarak tanınan Alman hocanın mazereti vardı. Telefonu hiç susmuyordu. Röportajda konuştuklarımızı tekrarlamayacağım, iki konuya kısaca parmak basacağım.Briegel diyor ki, “Beni bilen bilir, benim başında olduğum takım, çıkar topunu oynar...”Ama şunu da eklemeyi ihmal etmiyor, “Türkiye gruptaki en iyi maçlarını, galibiyetleri ve puanları deplasmanda oynadığı maçlarda almıştır.”Ne diyelim, ben diyorum ki, bu iş bitmiştir: 0-2.Şimdi de biraz kendimizden bahsedelim... Önceki gün takımı karşıladık, futbolcuların keyfi yerinde. Gözlerinde galibiyeti sezdim. Zaten Ay -Yıldızlı ekibimiz rakibinden üç gömlek üstün. Fatih hocanın basın toplantısındaki tavırları, soru yağmuruna tutulduğu Arnavut gazetecilere verdiği yanıtları, tecrübesi ve kendinden emin mimikleri ile bu işi götüreceğimizin sinyalini verdi.Basın toplantısından sonra Tiran’daki bir Türk lokantasına gittik usta objektif Yaşar Saygı ile beraber. Çorbamızı kaşıklarken, yanımıza restaurant sahibinin iki kızından büyüğü geldi. 9 yaşındaki kızcağız biraz sıkılmış, Türkçe konuşmak istiyordu. “Maça gidecek misin?” diye sorduk, “Tabi ki” diye yanıtladı ve başladı anlatmaya, “Bugün öğretmenimiz Arnavutluk’u mu, Türkiye’yi mi destekleyeceksin, diye sordu bana. Tereddütsüz Türkiye cevabını verdim. Hocam ‘olur mu” dedi, ‘Arnavutluğu tutmalısın”. Moralim bozuldu, çok üzüldüm. Hemen teselli etti, öğretmenim beni ve şunları söyledi, ‘Tamam, tamam üzülme. Arnavutluk, Türkiye’ye maçı verecek...”

12 Ekim 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Neler oluyor?‘’

Brezilya’ya ilk maçta 2-1 yenildiğimizde takıma “fazla yüklenildi” diye millilerin büyük bir bölümü tarafından nasıl aforoz edilmiştik... Son günlerde Ay-Yıldızlı ekiple beraber olduğumda bunlar geliyor aklıma.Danimarka maçı hazırlıklarıyla başlamıştı, “Konuşmak isteyenler ve konuşmak istemeyenler” hikayesi. Tuhafıma gitti doğrusu. Kimse kimseye yanlış yapmamıştı ki!Almanya ve Arnavutluk ile oynayacağımız kritik sınav öncesi bu anlaşılmaz uygulama yine devam ediyor. Basın mensuplarından hangi milli oyuncularla görüşmek istediği soruluyor, ardından, “Şu oyuncular konuşmak istemiyor, bu oyuncularla isterseniz görüşebilirsiniz” mesajı iletiliyor bizlere!İşte, o andan itibaren şu kanıya vardım: Kadroda bulunan Türk Milli Takım futbolcuları 3’e ayrılıyor; Konuşanlar: Rüştü, Alpay, Emre, Nuri Şahin (Basın toplantısı), İbrahim Toraman, Nihat, Hamit, Tolga, Tümer, Nihat, Okan, Necati...Konuşmayanlar: Selçuk, Ümit, Yıldıray, Halil, Volkan, Serhat, Serkan...Hüseyin ve Orkun’a ise medya mensuplarından pek talep gelmiyor...Unutmadan, Milli Takımlar Başdanışmanı Fatih Terim ise konuşmak isteyenle de sohbet ediyor, konuşmak istemeyenlerle de!..Bizler medya mensupları olarak işimizi en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz. Yaparken de, zaman zaman karşılıklı hata yapabiliyoruz, hoşgörüyle hayata devam ediyoruz. Hepimiz halkanın birer parçalarıyız. Avrupa Birliği’ne girme yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ülkenin bayrağını göğsünde taşıyan oyunculara bu tavırlar pek yakışmıyor. Hele hele 2006 Dünya Kupası Finalleri yolundaki bu kritik viraj öncesi. Yurtdışında top koşturmuş veya hala top koşturan millilerimiz, oradaki uygulamaların nasıl olduğunu çok iyi bilir. Bu nedenle bizlere karşı gösterilen tavrın pek hoş olmadığı ortaya çıkıyor.Sonuçta; ülke olarak, Türk insanı olarak galiba ne başarıyı hazmedebiliyoruz, ne de başarısızlığı. Bizim halimiz ne olacak?

06 Ekim 2005, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI