‘’Aslan'a tebrik ve sitem‘’
10. dakika skoru 26-8. 25. dakika skoru 48-48. 35. dakika skoru ise 70-50. Son 5 dakika ise maç değildi zaten.
İlk on dakikada Galatasaray ne yaptı? 9 top kaybı, 9 faul ki bu nedenle 11 sayı yedi, 14 şut atıp sadece 3 tanesinde isabet bulabildi, 8 sayıda kaldı. Devam eden 15 dakikada ise alan savunması oturdu, savunma ribauntları alındı, böyle olunca da fast breakler buldu Galatasaray, baskı yapıp rakibi hataya zorlayan kendileri oldu, koskoca 15 dakikada sadece 3 top kaybetti, tam 40 sayı üretti. Skor da 48-48’de dengelendi.
15 ile 25. dakikalar arası ise tam felaket. Arka arkaya 5 top kaybı yapıp normale döndü Galatasaray (!). Son 5 dakikaya girilirken skor 70-50. Yani Galatasaray 15 dakikada 40 sayı atıp 3 top kaybı yaparken, kalan 20 dakikada sadece 10 sayı atabilip, 17 top kaybı yaptı. Bu kadar kısa süre içinde bu kadar dibe vurulup ardından zirveye çıkılır ve tekrar en dibe nasıl inilir, anlamış değilim.
Joventut karşısında da canını dişine takıp maça ortak olduktan sonra da aynı hatalar yapılmıştı. Biraz konsantre olup, topun değerini bildiği zaman ise neler yapabildiği ortada Galatasaray’ın. Belli bir seviyede, aşağı-yukarı denk güçlerin mücadelesinde başarılı olabilmek için minimum hata yapman gerekiyor. Bu da 40 dakika boyunca konsantre olmaktan geçiyor. Bakın Yunan Milli Takımı’na. 2-3 top kaybıyla bitirdikleri çok maç hatırlıyorum. Hücuma gidip, topu potaya atamadan dönmek kadar enayice birşey yok basketbolda. Maalesef gerek milli takımımız, gerekse kulüp takımlarımızın bu konuda üstüne yok (!). Galatasaray da üç maçta 21-22-21 kayıp ile müthiş bir istiktar yakaladı (!). Final-Eight başlamadan, Galatasaray’ın buraya kadar gelmesinin, çok ama çok önemli bir başarı olduğunu nedenleriyle açıklamıştık. Tek üzüntüm, daha ileriye gitme fırsatının kaçmış olması. Tekrar tebrikler coach Murat Özyer ve Galatasaray’a.
‘’Şımarıklık ve saflık!‘’
Galatasaray istese, bu kadar yenilebilecek kıvamda Joventut Badalona bulamazdı karşısında. Kibirli, aynı zamanda ağlak İspanyollar, nasıl olsa kazanırım havasında çıkmışlar maça. Aslında ağlamak, bir faul alabilmek için kendini şekilden şekile sokmak bütün İspanyollar’ın ruhunda var. Hatırlayın Sevilla’lı Capel’i, değme tiyatrocuya taş çıkarmıştı Fenerbahçe önünde, ahlaksızca oynayarak. Başta Rudy Fernandez olmak üzere, 17 yaşındaki çocuk Rubio’dan, bu numaralardan fazla anlamayan Çek Cumhuriyeti’den Barton’a kadar (ona bile öğretmişler), her pozisyonda tavuk gibi çırpınıyorlar hakemden bir düdük alabilmek için. Taraftarları da öğle. Alışmışlar şımarıklığa, istedikleri olmayınca çocuk gibi ağlıyorlar, kazanınca da çocuk gibi seviniyorlar. Nasıl bir ruh halidir anlamadım. Evlerindeki Avrupa Şampiyonası finalinde ağlaya ağlaya vermişlerdi şampiyonluğu Yunanlılar’a. Hakemler bile en sonunda dayanamayıp artistlik yapan bu Rudy Fernandez’e teknik faul çalmıştı. Efendi olmak her zaman işe yaramıyor işte sayın Murat Özyer, arada bir Obradovic gibi terbiyesizleşip hakemlere hadlerini bildirmek gerekiyor. Çünkü nlar bazen bu dilden anlıyorlar. Dedik ya Joventut nasıl olsa kazanırım havasında çıkmış. Tam 3 top kaybı yaparak başladılar oyuna, ama bu işin uzmanı (!) Galatasaray altta kalır mı. Kalmadı tabi, 4 dakikada 4 top top kaybı yapan hemen. Savunma desen evlere şenlik. Bom boş pozisyonda tam 6 üçlük buldu Joventut, farkı da açtı çabucak. Alan savunması hiç oturmadı. Pres yapalım dediler, 2 kişi basıyor, 3’ü geri dönmüş presten haberleri yok. Bu kadar koordinasyondan uzaktı ilk yarı bizimkiler. Top kayıplarını saymıyorum. İkinci yarı iki kere maçı kafa kafaya getirdik. Ama iyi savunma yaptığımız anlarda bile gibi ribauntları alamadık en kritik anlarda. Tam rakibi yakalamaya giderken, topları kaybedip kaybedip geri döndük. Altyapı takımları bile topu kenardan çıkarırken 5 saniye hatası yapmaz, 2 kere yaptı Galatasaraylı oyuncular. Sen kendinden üst düzey bir takıma karşı, ne kadar mücadele etsen de 22 top kaybı yapar, tam 16 tane hücum ribauntu verirsen maç kazanamazsın. Bu rakamlarla, kimseyi yenemezsin zaten. Bu kadar saflık (!) olmaz. 22 kayıp ve 16 hücum ribauntu düz hesapla 76 sayı yapıyor 76. Aslında o kadar yakındık ki finale...
‘’Daha bitmedi‘’
Joventut Badalona, ULEB Kupası ilk tur grubunu lider bitirmişti tıpkı Beşiktaş gibi. Sadece tek yenilgisi vardı Galatasaray’la karşılaşıncaya kadar tıpkı Beşiktaş gibi. Onlar da kupanın en büyük favorisi, alternatif favorilerden Beşiktaş gibi. Tek farkları, İspanyol basketbolunu mükemmel uygulamaları, hızlı, tempolu hücum, agresif savunma, bol pasa dayalı bir sistem. Bugünkü maça baktığımız zaman Joventut Badalona’yı galibiyete çok daha yakın olarak görebiliriz. Oynadığı tüm maçları kazanırken, rakiplerini yenmekle kalmayıp ezip geçen Joventut, ortalama 20 sayı farkla almış galibiyetleri. Tek yenilgileri 1 basketle Telekom’a karşı, onda da takımın en önemli silahı Rudy Fernandez, Ribas, Hernandez Sonseca gibi üç silahından yoksundular.
Gerek İspanya, gerekse ULEB Kupası’nda ortalama 88 civarı sayı atan, 17 asist yapan, 11 top çalan, bu yüksek temponun sonucu olarak da fazla sayılabilecek bir şekilde (18) top kaybeden Joventut, yenilmeyecek bir takım mı? Tabii ki değil. Tek maçlı sistemler, uzun lig maratonu ya da grup karşılaşmalarından farklı oynanır, farklı bir havası olur. Günlük performanslar ön plana çıkar. Rakibin kısaları Mallet, 17 yaşındaki Rubio, Fernandez, Lavinia ve Ribas çok hızlı ve çabuklar. Galatasaray’da aynı fiziksel özelliklerde oyuncu olarak sadece Brown ve Hite’ı gösterebiliriz. Dış oyuncu savunmasında sorun yaşayabilir Sarı-Kırmızılılar, keza pivot pozisyonda da Hüseyin’in tam olarak hazır olmaması nedeniyle, 2.12’lik Sonseca ve 2.11’lik Popoviç’in karşısında durmakta zorlanabilir Galatasaray savunması. Alan savunması ya da tam saha baskı denenebilir, rakibi düzenden çıkarmak için. Aslında Galatasaray bunu çok iyi yapıyor. Takım olarak mücadeleci bir yapıya sahip olan Sarı-Kırmızılılar, rakibi bozmayı çok iyi becerdi kazandığı ULEB Kupası maçlarında. Bu onların en büyük avantajı olacak. Beşiktaş maçında çok kötü hücum eden, bir türlü organize olamamayan Galatasaray, mutlaka iki daha iyi olmalı Joventut önünde. Çeyrek finalin durgun ismi Dee Brown’dan bu maçta patlama bekliyorum. O iyi başlayıp, takımı da oynatırsa, Hite, Cüneyt, Cenk ve diğerlerinin havaya girme olasılığı yüksek. Zaten Galatasaray havaya girdi mi, kolay kolay tutulmuyor, Gran Canaria maçı da buna en büyük örnek.
En büyük endişe, favori gösterilmeyen Galatasaray’ın yarı finale kalarak “Artık ben görevimi yaptım” havasına bürünmesiydi. Ancak gerek coach Murat Özyer’in kişiliği, gerekse oyuncuların karakter yapısı buna uygun değil. Hepsi finalist olmak, bir sürpriz daha gerçekleştirebilmek için çeşitli planlar yapıyorlar şimdiden. Çıkıp kazanmak için şartları sonuna kadar zorlayacaklarından en ufak bir şüphem yok.
‘’Türkiye kaybetti!‘’
Bir gün önce Galatasaray ve Beşiktaş’ın bu seviyelere gelmesinin şampiyonluktan bile öte birşey olduğunu vurgulamıştım. Hiçbir Avrupa geleneği olmayan iki takımdan özellikle Galatasaray’ın yıllardır Avrupa kupasında bile yer almadığından bahsedip, yarı finalin cepte olacağını gözönüne alarak kazananın Türkiye olacağını yazmıştım.
Bütünü bırakıp, parçaya yani maça baktığımızda ise Türkiye’nin kaybettiğini söyleyebiliriz. 300’den fazla gazeteci, 100’den fazla ülkede izlenen iki Türk takımının derbisi, son derece kötü bir basketbola sahne oldu. Gerek Beşiktaş, gerekse Galatasaray belki de bu sezonun en düşük performansını sergiledi ilk kez yer aldıkları kupa çeyrek finalinde. Tanımayanlar, bunlar mı diyecek Türkiye’nin iki önemli takımı.
Tam 40 top kaybı, kaçan 16 serbest atış, yüzde ellilerde ikilik, yüzde 20’lerde üçlük yüzdeleri zaten maçın kalitesini ortaya koyuyor.
Tribünler bomboş olunca, oyuncular da havaya girememiş gözüktü. Hele Beşiktaş sahada hiç yoktu ilk yarıda. Galatasaray 5 Amerikalı ile oyuna başlarken, Beşiktaş’ın klasik 5’iyle çıktı maça. Sinan, Brown’u tutunca, Dalmau, kendisinden 20 cm uzun Johnsen’le eşleşmek durumunda kaldı. Buna rağmen hızlı hücumları atan Galatasaray’dı. Kaya ve Dalmau, Cim Bom fast breaklerini elleri bellerinde rakip sahadan izlemekle yetindiler, orta sahaya gelme zahmetinde bile bulunmadılar. Hele, sahanın en kötülerinden olan Kaya’nın Apodaca’ya gereksiz çıkışı, yarattığı gerginlik kabul edilir gibi değildi. Buna karşın işini ciddiye alan, daha iyi mücadele eden Galatasaray’dı ilk yarıda. Zaten skora da yansıdı durum. Beşiktaş ilk yarıda tam 11 top kaybı yaparken, ikinci yarıda işler tersine döndü. Devrenin hemen başında arka arkaya 3 top kaybeden Cim Bom, bu istikrarını maç bitimine kadar sürdürdü! Apodaca ve Dalmau’nun toplam 6 şut kullandığı, Kaya, Sinan, Mehmet, Niceviç’in hiçbirşey oynamadığı Beşiktaş, sadece Drobnjak ve Shumpert’in çabalarıyla onca farkı eritip, öne bile geçti bitime 45 saniye kala. 7’de 0 üçlük oranı ile potayı döven Cüneyt’in 8. denemesindeki başarısı, hak ettiği maçı Galatasaray’a getirdi. Yaptığı mücadele ile hak etti, oynadığı basketbolla değil. Bu kadar kötü Beşiktaş’a bile yeniliyorlardı az daha. Cüneyt üçlüğü atmadan faul yapılmaması, attıktan sonra 7 saniye bulunmasına rağmen mola alınmaması da, 40 dakika boyunca hata üstüne hata yapılan maçta ilahi adaletin yerine gelmesini sağladı belki de.
Açılış maçları böyle olur genelde. Umarız Galatasaray, kötü oynama hakkını son kez kullanmıştır Beşiktaş önünde.
‘’Türkiye kazanacak‘’
ULEB Kupası’nda ilk kez düzenlenen Final-Eight organizasyonunun ilk günününde, iki Türk takımı karşılaşacak. Beşiktaş ve Galatasaray’dan biri yarın oynayacak. Euroleague ayarında takımların bulunduğu ULEB Kupası’nda. İki takımın geçmişini irdelediğimizde geldikleri durumun, başarıdan öte bir hal aldığını görebiliriz.
Avrupa’da zirveleri zorlayabilmek için, sadece büyük bütçeler ortaya koymanın yetmediğini görüyor ve biliyoruz. Panathinaikos ve Real Madrid’in elenmeleri, Partizan ve Siena gibi takımların Final-Four kapısına dayanmaları ve kalmaları, basketbolun sadece para ve iyi oyuncular transfer etmek olmadığının göstergesi. Ne gerekiyor başarılı olmak için. Bir kere, uzun süreli yatırım, doğru organizasyon, kulübün bir basketbol geleneğinin olması, doğru antrenör ve oyuncu seçimleri, e tabii ki de para.
Beşiktaş ve Galatasaray’a baktığımızda buralara kadar gelmesi sürpriz olarak adlandırılabilir. Galatasaray, bırakın bu seviyelerde mücadele etmeyi, yıllardır Avrupa Kupaları’na bile katılamıyor. Coach Murat Özyer transfer döneminde az sıkıntı çekmedi. Kimse gelmek istemedi Galatasaray’a, Avrupa’da esamesi okunmadığı için. Keza Beşiktaş. İki yılda ULEB Kupası’nda neredeyse galibiyet bile almadan veda ettiler. Ve şimdi ikisi de çeyrek finalde. Az zamanda çok yol kat ettiler. Başta Murat Özyer ve Ergin Ataman’ın başarılı olmak için neler yapılması gerektiğini çok iyi bilmeleri, takımlarına aldıkları oyuncular, doğru yapılanma ve sponsor katkıları ile dibe vuran basketbolları zirveye çıktı bir anda iki büyük kulübümüzün. Belki basketbolda başarı gelenekleri yoktu ama, Türk sporunun devleriydi onlar. Camia ve taraftar büyüklüğüne sahip olmaları, kendilerinden önde kulüpleri yakalayıp geçmeleri için büyük avantajdı, sadece doğru ve bilinçi hareket etmeleri gerekiyordu, onu da yaptılar ve buralara geldiler.
Belki yarı finalde eleneceğiz, belki şampiyon çıkaracağız Torino’dan. Ama her ne olursa olsun, Galatasaray ve Beşiktaş’ın bu seviyede olması, şampiyonluktan öte birşey kesinlikle.
Gökhan GERMAN
‘’Kusursuz fırtına‘’
Son yıllarda gördüğüm en komplike takım Siena. Hücumda Mcİntryee ile başlayan ve saat gibi işleyen düzenleri, savunmadaki mükemmel ötesi yerleşimleri, saldırganlıkları, birebirde hiç yenilmemeleri, onları kusursuz bir takım yapıyor neredeyse. Bırakın boş şut atmayı, yanındaki adama pas veremiyor insan, potaya bakamıyor bile rakip savunma önünde. Siena’yı yenmek için en az onlar kadar mücadele etmek gerekiyordu. Fenerbahçe bunu İtalya’da yaptı aslında. Ama karşılığını alamadı top kayıpları ve çember altını hiç kullanamaları nedeniyle.
İstanbul’daki rövanşta aynı konsantrasyonu açıkçası beklemiyordum Fenerbahçeli basketbolculardan. Çünkü öyle bir alışkanlığı yok Türk takımlarının. Siena ise, sezon boyunca bütün maçlarını bu tempoda oynuyor. 10 sayı geride de olsa, 30 sayı önde de olsa maçın 39. dakikasında en üst düzeyde mücadele ortaya koyuyor. Öyle olsaydı, böyle olsaydı, Tanjeviç şunu yapsaydı, hakem o düdükleri çalmasaydı Fenerbahçe maçı kazanabilirdi. Belki 10 maç oynasa Fenerbahçe, 1’ini kazanabilir bu takım önünde.
Genç coach Pianigiani, kendini çok erkenden ispatladı Avrupa’ya. İlk maçın aksine Solomon’u bu kez uzun forvetler Sato ve Carrareto ile savundu şutunu kesmek için. Solomon adamı geçse, nasılsa yardım geliyor, tüm pas yolları kapanıyor. Yine etkisiz kıldı İtalyanlar Euroleague’in en etkili oyun kurucusunu. Seri öncesi çember altında hakimiyet kuracağımızı düşünüyordum. Ama ilk maçtaki oyunları nedeniyle Tanjeviç tarafından cezalandırılan Oğuz hiç, Ömer Aşık da mecburiyetten oynadı. O sahaya girene kadar bir tane pivot basketi yoktu Fenerbahçe’nin. Oysa topu alıp, pivot hareketi yaparak çembere gidebilen sadece iki oyuncusu vardı Sarı-Lacivertliler’in, onlar da Oğuz ve Ömer. Semih, Vidmar, Mirsad ve Rasim’le çember altı sayısı bulamazsın, nitekim bulamadık da. Siena’da taraftar nasıl baskı yaptıysa hakemlere, Abdi İpekçi tribünleri bir o kadar etkisiz kaldı yine. Maçla alakası yok çoğunluğun, başta Yunan Christodoulou olmak üzere göstere göstere doğradılar bazı pozisyonlarda, en ufak tepki de yok düdüklere, akıllar Chelsea ve Beşiktaş’ta çünkü!
Sonuçta Siena nasıl basketbol oynanır, mükemmel bir ders verdi herkese. Böyle devam ederlerse şampiyon bile olurlar, hiç şaşırmam.
‘’Fener tuzağa düştü‘’
Siena’nın yaptığı en iyi şeyin, sert ve saldırgan savunma, bunun neticesinde de rakibi fazlasıyla hataya zorlamak olduğu biliniyordu. Nitekim ilk yarı sahada tamamen ev sahibinin istediği basketbol oynandı. Partizan maçında 29 top çalıp, bu alanda rekor kıran, ayrıca Euroleague’in en fazla top çalan takımı olan Siena önünde Fenerbahçe bu soruna bir türlü çözüm bulamadı. İtalyan ekibi tam 13 top çaldı ilk yarıda. Yani tam 13 kere hücuma gidip topu potaya atamadan geri döndü Fenerbahçe, bunun neticesinde de kendi de iyi savunma yapmasına rağmen hızlı hücumlardan sayılar yedi fazlasıyla. Pota altında Fenerbahçe uzunları, kesinlikle daha yetenekli ve fizik olarak daha güçlüydü rakibe oranla. Ama o top bir türlü geçemedi içeri. Uzunları besleyelim derken sürekli çaldırdık topu. Doğru dürüst bir hücum organizasyonu bile yapamadı Fenerbahçe. Tüm olumsuzluklara rağmen, Kanarya devreyi yakaladığı sıradışı üçlük oranıyla (7/11) sadece 3 sayı geride kapadı. 3. çeyreğin sonuna kadar da Fenerbahçe, en az rakip kadar istekli ve mücadeleci savunma yaptı. Yaşanan match up sorunları nedeniyle alan savunması başarılı oldu. Ama o mücadelenin karşılığını bir türlü alamadı Fenerbahçe. 29. dakikada durum 49-49 berabereyken rakibin tam 20 top çalması vardı. 3 çeyrekte 20 top kaybı, inanılmaz. Gerçi rakibin bunu yaptığı çok iyi biliniyor. 20 değil de, 15 top kaybı yapılsa, şu an Fenerbahçe Final Four şarkıları söylüyor olurdu. Son bölümde Solomon saçmaladı, rakibin çıldırtan savunması sonrası hücum edilemeyince savunmadaki direnç de kaybolunca, maç da uçup gitti.Ben bu kadar sinir bozucu bir takım hayatımda görmedim. Piranha gibi her topa saldırıp, rakibi sürekli ısırıyorlar. Böyle bir savunma karşısında da basketbol oynamak ve kazanmak zor. Ama imkansız değil. Neler yapılması gerektiğini herkes biliyor, sadece bunu uygulayabilmek gerekiyor.
‘’Yenilmeyecek takım değil‘’
Yeni bir tarih yazmak için rönesansın doğduğu topraklara atım attı Fenerbahçe basketbol takımı. Sezon başında çok eleştirilmişti, bir iki takviye ile Avrupa’da çeyrek finali zorlayabileceği, oysa bu genç takımla şanslarının olmadığı iddia edilmişti. Ben de bu fikri savunanlardandım. Ama Solomon’un önderliğinde, Ömer Onan, Mrsiç ve Mirsad gibi tecrübelilerle, gelişimlerini hızla sürdüren Ömer Aşık, Semih, Oğuz ve Preldziç eklenince, biraz da şansının yardımıyla, hiç beklemediği bir yere geldi Kanarya. Şansı ilk tur grubunda 3 baba takım, gerisinin orta karar ekipler olması, yani yenebileceği takımlar, Top 16’da ise seri başı olarak, safdışı bıraktıkları Lietuvos’un grubuna düşmeleri, çeyrek finalde de Montepaschi’nin karşılarına çıkmaları oldu. Haklarını yememek lazım, özellikle bazı maçlarda müthiş performans sergilediler, karar maçlarını kazanmayı bildiler.
Yine bir karar maçı oynayacak Sarı-Lacivertliler, Siena’da. Rakibi daha önce analiz etmiştik. Yıldızı az, askeri bol, tam bir takım. İyi savunma yapan, top çalan, rakibi bozan, sert ama makina düzeninde oynayan Montepaschi, bunun karşılığını hem kendi liginde, hem de Euroleague’de aldı. Dar bir rotasyonla oynamalarına rağmen, her basketbolcudan maksimum verim almayı biliyor coach Piangiani.
Ama Fenerbahçe, karar maçları diye bahsettiğim günlerde, sert, saldırgan savunma yapan, rakibe göz açtırmayan bir oyun sergiledi. Oyuncularla tek tek konuştum, hepsi kendine güveniyor, Siena’nın özelliklerini çok iyi biliyorlar, yenilmeyecek bir takım olmadığının da farkındalar.
Evet, Siena elenmeyecek bir takım değil. Fenerbahçe bozulmaz, kontrolü kaybetmez, kendi oyun karakterini sahaya yansıtırsa beklenenden kolay bir galibiyet bile gelebilir. Özellikle pota altında ezici bir üstünlük sağlayacağımızı düşünüyorum. Yolun açık olsun Fenerbahçe.