Arama

Popüler aramalar

‘’Gökyüzüne uzanan kuleler futbolumuzu dibe batırıyor!‘’

Belediyeler tarafından desteklenen profesyonel futbol takımlarının transfer rakamları ve yıllık harcamalarına bakıldığında; diğer takımlardan daha fazla olduğunu, oyuncu ve antrenör maliyetlerinin bulunduğu ligin çok üstünde rakamlara ulaştığını, futbolla yakından ilgilenen herkes iyi bilir. Peki bulunduğu liglere göre astronomik rakamları belediyeler nasıl ve hangi gelir kaleminden karşılıyor? Bunu hiç düşündünüz mü? Gelin birlikte bakalım...

Cumhurbaşkanımız, neden ‘dikey değil yatay’ diyor?

Cumhurbaşkanımız geçtiğimiz haftalarda düzenlenen “Şehir ve STK’lar” programında, belediye başkanlarına yönelik yaptığı konuşmasında, şehirlerde artık dikey büyümenin değil, yatay büyümenin hakim olması gerektiğini ve bundan sonra adımlarını ona göre atmalarını söyledi. Aslında mesaj çok netti... Bu cümleden anlamamız gereken nedir? Hemen paylaşayım...

Belediyeler, kulüpler için finansı ‘imar’dan sağlıyor’

Malum belediyeler, kulüpleri beslemek için finansı ‘imar’dan sağlıyor. Sayın Cumhurbaşkanı ilgili konuda yaptığı her konuşmada ‘dikey değil, yatay’ diyor. Yani “Bu kadar para harcanıyor, ama altyapı için beklentiler karşılanmıyor” diyor. Çok kat için verilen izinler ve sonrasında gökyüzüne doğru uzanan binalar sayesinde, belediye kasasına hatırı sayılır paralar giriyor anlayacağınız... Bir anlamda şehirlerin mahvolmasına, çarpık yapılaşmaya; futbol kulüplerine para aktarmak için göz yumuluyor. Anadolu’da bulunan şehirlerimizin gelir kalemleri belliyken, devasa bütçeli futbol takımlarını ayakta tutmak için dikey büyümenin(!) önünün açıldığı, herkes tarafından bilinen bir gerçek olup, bu süreçte kadim şehirlerimiz de yaşanmaz hale dönüşmektedir. Gecekonduların, iki-üç katlı binaların yanında yükselen rezidansların başka açıklaması olabilir mi?

Evlerimiz genişliyor ama gönüllerimiz daralıyor...

Kişilerin desteğine bağlı olan kulüplere aktarılan büyük bütçelerle gündelik planlar yapılmakta, her yıl yapılan yanlış transferlerle paralar buharlaşmakta ve en sonunda kulüplerimiz kapanma noktasına gelmektedir. Bu kadar büyük bütçeler harcanırken o ilin geleceğini ve gençliğini kurtaracak hiç bir proje hayata geçirilmeyerek, (hatta altyapılarda görev yapan antrenörlerin maaşları bile ödenmeyerek) şehirlerimize, tarihimize ve gençlerimizin geleceğine ihanet edilmektedir. Artık bunlara bir son vermeli ve bütçelerimizi gençlerimizin geleceğine etki edecek kalıcı yatırımlara ayırmalıyız. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi; her şehrin bir karakteri, şahsiyeti ve ruhu vardır. Bu ruhla şehir, sakinlerini olgunlaştırır ve medenileştirir. Evlerimiz genişlese de, gönlümüz daralıyor. Binalarımız yükseldikçe ufkumuz kararıyor. Evet günlük başarılar elde etmek için çok kat izni verip plansız yapılaşmayla bina sayılarını artırmayalım, şehirlerimizin ve geleceğimiz olan gençlerimizin de ufuklarını karartmayalım. ‘Dikey değil yatay’daki mesajı doğru anlayalım...

07 Aralık 2017, Perşembe 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’İhanete giden yol: SAHTECiLiK...‘’

Çocuk ve gençlerimizin hayatında, ‘spor kültürü’nün yerleşmesi ve ‘örnek insan-iyi yetişmiş kaliteli sporcu’ olma yolunda en büyük katkı ve desteği; hiç şüphesiz ki, antrenörlerimiz vermektedir. Ülkemizde bir çok branşta antrenörlerimizin kısıtlı imkânlar ve zor şartlarda çalışmalarını sürdürdükleri kaçınılmaz bir gerçek... İlk adımdan itibaren ‘geleceğimizin teminatı’ olarak gördüğümüz gençlerimizi sportif alanda geliştirmekle yükümlü olan antrenörlerimiz, aynı zamanda onlara ‘olmazsa olmaz’ dediğimiz ‘doğruluk, dürüstlük ve iyi ahlâk’ kurallarını ve en önemlisi ‘vatanseverliği’ de aşılamakla sorumludurlar.

Bu kriterlere, onlar sahip mi?

Peki sayıları 1000’leri aşan antrenörlerimiz; vermesini beklediğimiz bu kriterlere kendileri sahip mi? Acaba ‘incelemesi gerekip incelemeyenler’ yerine, vatandaş olarak tek tek biz mi incelesek!!! Yıllarını spora, gençlere adamış biri olarak; çok kızgın ve üzgünüm... Neden mi? Hemen açıklayayım... Bakın; Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı Spor Genel Müdürlüğü Spor Eğitim Daire Başkanlığı, her yıl belli periyotlarla antrenörlük eğitim seminerleri düzenlemekte ve çok kısa süreli eğitimler sonunda farklı branşlardaki katılımcılara ‘antrenörlük belgesi’ vermektedir. Peki bu belgeleri almaya hak kazananların eğitim durumlarını gösteren belgeler, bu süreçte yeteri kadar inceleniyor mu? Sorunun cevabı tabii ki hayır! Hayır! Hayır! Yıllardır ‘düzeltilmeli’ diyen ve her platformda bu hususu paylaşan ben ve benim gibi düşünenler nasıl sıkılmasın.

‘Kul hakkı’ yiyerek çalışıyorlar

Antrenör olmayı gerçekten hak etmiş bir çok kişinin günahına girmiş, sayıları tahminlerin çok ötesinde ‘sahte diplomalı antrenörler’ geçen yazımda da üzerinde durduğum gibi ‘kul hakkı’ yiyerek gençlerimizi yetiştirmeye çalışmaktadır. Ülkemizde 233 bin 070 (ikiyüzotuzüçbinyetmiş) antrenörün olduğu düşünüldüğünde; belirtilen rakamlar ‘buz dağı’nın görünen yüzü... Detaylı bir inceleme sonucunda çıkacak rakamları, telaffuz etmek bile istemiyorum. Bu konuda antrenörler kadar ilgili kursları açan federasyonlar da bir o kadar suçludur. Çünkü federasyonların düzenlediği ve çok ciddi paralar kazandığı kurslar, sahte antrenör belgelerinin sayılarının çoğalmasını tetiklemiştir.

Sayın Bakan, kurulları çalıştırmalı

Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Osman Aşkın Bak; bizler için yeni bir umuttur... O yüzden, kendisinden hiç vakit kaybetmeden bu olaya el koymasını ve kendisine bağlı olan ‘Teftiş Kurulları’nı harekete geçirmesini rica ediyoruz. Sahtecilik yapanların belirlenmesi ve bundan sonra bu usûlsüz olayların önüne geçilmesi için gerekli tüm araştırmalar yapılmalı, kanserli hücre tüm bünyeyi sarmadan, geçmişe yönelik verilen diplomalar başta olmak üzere tüm belgeler incelenmeli ve sonuçları da kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Açıkçası ‘kul hakkı’ yiyen biri, nasıl olur da, böyle bir hakkı yememenin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışır, geleceğin teminatı kıymetli evlatlarımıza... Bazılarına çok basit bir olay gibi gelebilir, ama inanın bu işler bu kadar basit değil... Gerektiği zamanda, gereken bilinci ve inancı vermezseniz, işin sonu, örneğini gördüğümüz ve lanetlediğimiz ihanetlere kadar gider. Bir kez daha tüm kamuoyu adına yetkililerin ellerini taşın altına koymalarını ve bu olayı çok kısa sürede çözmelerini temenni ediyorum. Herkese ağız tadının yerinde, huzur dolu, her şeyin gerçek olduğu günler diliyorum.

29 Kasım 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Başarısızlığın adı: Sahadaki kaçak‘’

Amatör kulüplerimizin çoğu kişisel çabalarla ve hayatını bu işe adamış vefakar isimlerin omuzlarında ayakta kalmaya çalışmaktadır. Doğal olarak devlet imkanlarını sonuna kadar kullanan belediye ve müessese takımları karşında eşit şartlarda mücadele etmeleri mümkün değildir ve sonuçta çoğu tarihi takım kapanmış bazıları da kapanmanın eşiğine gelmiştir.

Başarısızlık..

Ülkemizde futbol konusunda gerekli yapısal değişikliklerin hayata geçirilmemesi ve ilgili kişilerin sorunları çözmek yerine farklı işlerle uğraşmaları ayrı bir sorunken her geçen gün ayakta kalmaları daha da zorlaşan kulüplerimizin en büyük sorunlarından biride her şeye rağmen ve ne şekilde olursa olsun tüm kategorilerde özlenen ve beklenen “Başarı’ya” ulaşamamalarıdır.

“Kul hakkı”


Aslında başarının da bir kriter olmadığı ülkemizde amatör futbol müsabakalarında ve özellikle alt yaş kategorilerinde sahte lisans belgesiyle oyuncu oynatıp sahte başarılara yelken açan takım antrenörleri ve yöneticilerinin ne kadar çok olduğundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Ahlak ve adil yaklaşımının temeli olan sporu çıkar amaçlı şekillendiren bu kişiler, kendilerini kandırmanın yanı sıra dürüstlük ve centilmenlik ilkelerinde örnek olacak genç beyinlerimizi sahtekarlıklarına alet etmekte ve rakip oyuncuların ve kulüplerin hakkını çalmaktadır. Yani dinimize göre “Kul Hakkı” yemektedirler.

Büyük görev

Haftada 1000’e yakın müsabakanın oynandığı İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu’da yaygın olan kaçak oyuncu oynatma sorununun bir an önce önüne geçilmesi için Gençlik ve Spor Bakanlığımız başta olmak üzere Türkiye Futbol Federayonu, TASKK ( Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu) ve İASKF (İstanbul Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu)’a büyük görev düşmektedir.

Eğitim


Türkiye’nin adının sporun her dalında hem yurt içinde hem yurtdışında yaşatılan başarılarla gururla anılmasını vatandaşlık borcu olarak gören biri olarak dileğim, en kısa zamanda gerekli özeni göstermeyen antrenör ve yöneticilerin, amatör sporun asıl amaçlarının anlatıldığı ve günlük reklam amaçlı başarılar için her şeyin mübah olmadığı düşüncesinin beyinlerine kazınacağı eğitim seminerlerine alınmalıdır. Tabiri caizse amaç bağcıyı dövmek değil üzüm yemekse ceza vermekten ziyade amatör camiamızı bilgilendirmek, eğitmek ve kul hakkı yemenin en büyük günahlardan biri olduğunu anlatmak sanırım daha faydalı olacaktır. Tabi ki anlamak isteyenlere... “Türk Sporunda Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı kitabını tarafıma ulaştıran Gençlik ve Spor Bakanlığımız’ın tecrübeli bürokratlarından değerli insan Ahmet Ak’a çok teşekkür ediyorum. Başarılı çalışmasındaki görüş ve önerilerinin muhatapları tarafından değer bulup, en kısa sürede hayata geçirilmesi dileğiyle...

16 Kasım 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tazminata var Yibo'ya yok‘’

Türkiye Futbol Federasyonu ve milli takımımızda geçtiğimiz aylarda Fatih Terim ve Arda Turan gerilimiyle gün yüzüne çıkan sorunlar ve son olarak Terim’in Çeşme’de yaşamış olduğu mekan basma hadisesi gündemimizi uzun süre meşgul etmiş bu konu TFF’nin, Terim ile yollarını ayırmasıyla birlikte biraz olsun gündemden düşmüştü. Ancak Fatih Terim’in ayrılıktan sonra alacağı 3.5 milyon Euro’luk tazminat hala tartışılmaya devam ediyor. Yaşanan bu kadar sorunla birlikte bir tarafta herkesin eleştirdiği ciddi tazminat tutarı diğer tarafta TFF’nin geçmişte başlatmış olduğu futbolumuzun geleceğine katkı sağlayacak projelerin ödenek sıkıntısı dile getirilerek ertelenmesi veya iptal edilmesi...

Ne ilgisi var diyenler mutlaka olacaktır ancak unutulmaması gereken en önemli husus işin başında atılan yanlış adımlar ve belirlenen stratejik hataların doğurduğu üzücü sonuçların varlığı. Ödenecek yüksek tazminat ve benzeri şaşırtıcı harcamalar olmasa Türkiye’nin gelecek vizyonunda çocuklara ve gençlere yapılacak kalıcı, ufuk açıcı ve sürdürülebilir projeler için bütçemiz kısıtlı ödenek sıkıntısı var cevaplarını almamış olurduk.

Benim yakından takip ettiğim ve gerçekleşmesini sabırsızlıkla beklediğim, gerçekten çok önem arz eden bir projenin pilot olarak önerilen bir ilde bile maddi sıkıntı dile getirilerek hâlâ hayata geçirilememiş olması çok üzücü. Bu yüzden konuyu detayları ile kamuoyuyla paylaşma ihtiyacı hissettim umarım mesajlarım yerine ulaşır.

Futbol, Yibo ve Kastamonu

Türkiye Futbol Federasyonu tarafından geçtiğimiz yıllarda uygulamaya konulan Riva Futbol Lisesi projesinin bir devamı olarak düşünülen Futbol YİBO (Yatılı İlköğretim Bölge Okulları) projesinde pilot il olarak önerilen Kastamonu’da incelemelerde bulunmak üzere dönemin Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, 28 Mayıs 2015 tarihinde Kastamonu ilini ziyaret etmişti. Kastamonu İl Protokolü tarafından karşılanan Terim, Kastamonu merkezde ve Taşköprü ilçesinde incelemelerde bulunarak projenin uygulanabilmesi için YİBO’larda tespit edilen eksiklerin TFF, Valilik, Belediye ve Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliğinde tamamlanması noktasında fikir birliğine vardıklarını belirterek, Türkiye’de büyük bir boşluğu dolduracak bu gelecek vadeden proje konusunda pilot il önerisinde bulunulan Kastamonu’da yapılacak küçük çaplı çalışmalar sonucu önemli mesafeler kat edilebileceğini söylemişti. Türkiye Futbol Federasyonu’nun futbolu alt yaş gruplarına indirmek için yapılan çalışma raporu kendisine sunulan dönemin Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, pilot il olarak önerilen Kastamonu’ya yaptığı ziyarette, düşündüğünden daha fazla ilgiyle karşılandığını söylemiş, gördüğü alt yapı imkanı ve potansiyel sonrasında, TFF olarak Kastamonu’da birlikte çok önemli çalışmalara ilgililerle birlikte imza atabileceklerini belirtmişti. Fatih Terim ’in Kastamonu ziyaretinde kendisine TFF Gençlik Geliştirme Departmanı Sorumlusu Rasim Kara ile TFF Projeler Müdürü Tamer Güney ’de eşlik etmişti. Buraya kadar her şey normal ancak gelinen noktada projeyle ilgili bir yol alınıp alınmadığına baktığımızda TFF’nin proje kapsamında Kastamonu’da iki kademeli antrenör eğitim kursu yapmasının dışında ziyaretin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hiçbir ilerleme kaydedilmediğini görüyoruz. Kastamonu Milli Eğitim Müdürlüğü Taşköprü YİBO’da doğal çim sahayı önceki konuşmalar sonrasında kullanıma hazır hale getirdi ancak hâlâ TFF yetkililerinden projeyle ilgili hiçbir bilgi alamadı. Sorular neden cevaplandırılmıyor, ilgililer neden sessiz birinden bir ses bir nefes bekliyoruz.

Geleceğe bütçe ayarı

Türk futbolunun altyapılarda çıkmaza girdiği, futbol eğitiminin küçük yaşlarda başlamasının elzem olduğu ve altyapıya her zamankinden daha fazla önem verilmesi gereken bir dönemde Kastamonu YİBO Projesi, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından bütçe kısıtlamaları nedeniyle askıya alındı. Gençlerimizin geleceğini doğrudan etkileyecek, yapısal değişikliklere bir nebze katkı sağlayacak bu proje bütçe kısıtlaması gibi gülünecek bir sebeple askıya alınırken bu zamana kadar altyapı hamlelerini ülkemizin geleceği için çoktan başlatması gereken milli takımlar eski direktörü Fatih Terim’e 3.5 milyon Euro tazminat ödenmesini siz değerli vatansever vatandaşlarımızın vicdanına bırakıyorum.

Suçlu aramıyorum ancak yerel yöneticiler nerede?

Kastamonu ülkemizin en güzide illerinden biridir. Havasıyla, doğasıyla, tarihiyle, son zamanlarda hükümet tarafından yapılan yatırımlar sonrası sağlanan ulaşım kolaylığıyla insana huzur veren Anadolu insanının misafirperverliğini en üst seviyede yaşatan huzur şehridir. Böyle güzelliklere sahip bir memleketin sporun ve sporcunun merkezi haline gelmesine katkı sağlayacak Kastamonu YİBO Projesi’ne yerel yöneticiler bir dönem heyecan ile sahip çıkmıştı. Bugüne döndüğümüzde iki yıl geçmesine rağmen hala hiçbir adımın atılmadığı proje için, TFF ve ilgili bakanlıklar ile görüşüp bu işin peşine neden düşmediklerini anlamakta herkes gibi zorlanıyorum. Çünkü siz olmaz-yok denilse bile işin takipçisi olmazsanız çocukların, gençlerin geleceğine yatırım için ısrarcı adımlar atmazsanız sadece hayalleri paylaşan ancak gerçekleşmesini umursamayan yöneticilere dönersiniz. Vatandaşın beklentisi bu değil siz de biliyorsunuz. Lütfen gereken adımları siz de atınız!

Umudun adı Gençlik ve Spor Bakanımız Osman Aşkın BAK

Son Bakanlar Kurulunda Gençlik ve Spor Bakanı olarak görev tevdi edilen, kendisiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Spor Kulübü’nde Genel Sekreter olarak hizmet ettiği dönemde sporcusu olarak çalışma fırsatı bulduğum Osman Aşkın Bak bakanımıza öncelikle yeni görevinde başarılar diliyorum. Yıllardır sporun içinde bulunan ve soyunma odasından, antrenman sahasına kadar her ortamda neler olduğuna yakından tanıklık eden gerçek spor adamı Bak’ın, Gençlik ve Spor Bakanı olarak atanmasının Türk gençliği ve sporu adına bir şans olduğu düşünüyorum. Türk sporunun şu anki durumundan kurtulması için yapacağı çalışmaları tüm camia sabırsızlıkla bekliyor. Ben bu dönemde çıtayı çok yükselteceğine ve bugüne kadar atılmayan kalıcı kritik adımları atacağına gönülden inanıyorum. Tabi ki yönetimsel anlamda gerekli değişiklikleri vakit kaybetmeden bir an önce yaptığı takdirde her şeyin çok daha kolay çözümleneceğini naçizane paylaşmadan geçmek istemiyorum. Evet geldik heyecanla karşıladığımız mübarek yeni bir bayrama her zaman gönlümden geçen cümlelerle virgülü atacağım bir sonraki paylaşıma kadar... Sağlığın, ahlakın ve başarının temeli olan sporun birleştirici gücü altında memleket sevdasıyla atılan her adımın hayırlara vesile olması temennisi ile tüm okuyucularımızın Kurban Bayramı’nı canı gönülden tebrik ediyor, Yüce Allah’tan her şeyin gönlünüzce olmasını diliyorum.

Twitter: @ilker_dilek

02 Eylül 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’‘Vah benim milletime vah'...‘’

Milli takımımızın geçtiğimiz hafta Makedonya ile oynadığı hazırlık maçı sonrasında uçakta Arda’nın gazeteci Bilal Meşe’ye saldırması günlerce gündemimizi meşgul etti. Taraflar arasında yapılan karşılıklı açıklamaların yanı sıra Milli Takımlar Direktörü Fatih Terim ve Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’in yapmış olduğu açıklamalar hala tartışılmaya devam ediyor. Ülkemiz içeride ve dışarıda çok ciddi sorunlarla boğuşurken, milletimize moral vermesi gereken Milli Takım’ın 2016 Avrupa Şampiyonası’ndan beri yaşamış olduğu ve hala çözülemeyen sorunları milletimizi üzmüş, kırmış ve Milli Takım’ımıza olan güveni derinden sarsmıştır. Kosova maçı öncesindeki basın toplantısında Milli Takımlar Direktörü Fatih Terim bu tarz olaylardan dolayı yüreğinin kabardığını ve daraldığını, artık yeter deme zamanı geldiğini dile getirerek sorunlarla ilgili gri alanlar kalmaması adına Kosova maçı sonrasında düzenleyeceği basın toplantısında tüm gerçekliğiyle olayların aydınlanması için sorulara cevap vereceğini açıklamıştı.

ARTIK FARKLI BİRŞEYLER SÖYLEME VAKTİ

Kosova maçı sonrası düzenlenen basın toplantısında Türk milleti olarak gerçekleri tüm şeffaflığıyla duymayı beklerken yapılan açıklamaların, sorulara verilen cevapların geçmişten pek farklı olmadığını hep birlikte gördük. Fatih Terim 2016 Avrupa Şampiyonası’nda yaşanan sorunların sadece pirimle ilgili olmadığını, antrenmanlara geç çıkılıp, çekilen fotoğraf karelerine girilmediğini söylerken Milli Takım’da yönetimsel açıdan bir zafiyetin olduğunu kendi ağzıyla itiraf etmiş, futbolcular dışarıdan idare ediliyorsa ben onu bilmem diyerek sorunu başka boyuta taşımıştır.

KİM BU DIŞARIDAN İDARE EDENLER

Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in futbolcular dışarıdan idare ediliyorsa ben onu bilmem açıklamasının bir benzerini de Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören yapmış, olaylarda dışarıdan yönlendirmelerin olduğunu hatta referandum sürecinde ‘evet’ oyu için verdikleri destekten dolayı kendisinin ve Arda’nın üzerine gelindiğini belirtmişti. Unutulmamalıdır ki Milli Takım’ımızda patlak veren kriz 2016 Avrupa Şampiyonası’nda gün yüzüne çıkmıştır. Şöyle hafızalarımızı tazelersek farklı bir gerçekle karşılaşıyoruz o dönemde ne referandum gündemde ne de FETÖ ’nün hain darbe planıÖ Peki fırsat bu fırsat denilerek yapılan hem zamanı hem de zamanlaması hatalı açıklama hangi amaca hizmet etmek için yapılmış olabilir yorum sizlerin!

SORUN KİMDE

Milli Takımlar Direktörü Fatih Terim, sorun bizim oyuncularla veya oyuncuların bizimle olan ilişkilerinde değil, dışarıdakilerle oyuncuların ilişkisinde sorun var demiş ancak sorunun aslında kimlerden kaynaklandığını bir türlü açıklayamamıştır. Şunu açıkça ifade etmek isterim ki Türk Milleti bu olaylardan sıkılmış ve Milli Takım’a ve yönetimine karşı olan güvenini yitirmiştir. Fatih Hoca’nın basın toplantısında kendi ağzıyla söyledikleri durumu net olarak ifade ediyor zaten. ‘Aynı şeyleri söyleyip, farklı sonuçlar beklemek delilerin işi’ Hocam ne güzel bize tercüman oldunuz artık klasik açıklamaları bir yana bırakmanız gerekmiyor mu? Manevi duygularla yüreği yanan insanları neden önemsemiyorsunuz? Benim adım Fatih Terim ben ne dersem odur hiç kimse umurumda değil yaklaşımınız neden devam ediyor? Türkiye’de en yüksek maaşı alan, yılların tecrübesi bende bu işi bana bırakın diyen siz yapmanız gerekenleri bir yana itip niçin gol atabilecekken sorumluluk almayıp topu devamlı taca atıyorsunuz? Ne dediğini anlamadım diye bilirsiniz ben herkesin ortak duygularına tercüman olurken ve herkes ne demek istediğimi anlarken lütfen siz de bir şeyleri gözden geçirin bunu istemek hepimizin hakkı ve Hz. Mevlana’nın dediği “Dün dünde kaldı cancağızım bugün yeni bir şeyler söylemek lazım” cümlesini unutmayın..! Sizden çözüm ve başarı bekliyoruz, bu iş kangren oldu. Gerekenler yapılmayınca bazı futbolcular Milli Takım’da oynayıp oynamama tercihinde kendileri bulunacak kadar aidiyetten uzaklaşıp Türk insanına yakışmayan bir rahatlık ve umursamazlıkla paranın verdiği şımarıklıkla adım atabiliyor. Onları bu hale getirenler kimler? Bu sorunun ve ortamın sorumlusu kim?

AHBAP ÇAVUŞ İLİŞKİSİNİ BIRAKALIM

Futbol direktörü Fatih Terim’in bir başka açıklamasına baktığımızda “Size ve ülkeme çok güzel bir kapı açıyorum, ahbap çavuş ilişkisini bırakalım, sempati / antipati ile hareket etmeyi bırakıp, realitelerden hareket edelim” ve ardından” Ben buradayım arkadaşlar sorunları çözerim” dediğini görüyoruz. Bende bu sözlere katılıyorum ancak bu zamana kadar neden çözülmediğini de sormak istiyorum. Bu süreçten sonra başımızı kuma gömmeyi bırakalım. Sorunlarla ve gerçeklerle yüzleşelim. Çünkü Milli Takım’ımız başta olmak üzere futbolumuzda sorunlar çığ gibi büyüyor, toz pembe bir tablo çizmenin zamanı değil çünkü bu işin pembesi gitti tozu kaldı. Çözüm sizin elinizde iken atmanız gereken adımları atmayıp kurgulanmış bu düzen içinde yeniyi anlatıp eskiyi yaşatmaya devam ederseniz daha çok “Vah Benim Memleketim Vah Vah Benim Futbolum Vah” derseniz. Size de “Vah Fatih Hoca Vah” derler. Ayrıca imparatorlukların yıkılışı imparatorların yanlış adımlarından kaynaklanır yıkılana kadar tüm imkanlar elinde iken yaptığı her şeyi doğru sananlar gerçeği görmeyip kendi düşündüklerinin doğru olduğunu sanır ve varlık yokluğa döner bu yüzden size atfedilen ‘İmparator’ payesini sıradan bir kelime gibi görmeyip hakkını vermenizi Türk milleti sabırsızlıkla bekliyor. Bu duyguları Türkiye sevdalısı, gönlü Milli Takım ve sizinle atan tüm vatandaşlarımız adına dile getirirken şimdiden tüm İslam Alemi’nin mübarek Ramazan Bayramı’nı da canı gönülden tebrik ediyor savaşlardan uzak barışın hakim olduğu bir dünyada son nefesinize kadar sağlıklı, başarılı ve mutluluk dolu günler geçirmenizi temenni diliyorum.

24 Haziran 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şiddeti unut, dersini al, sonu final!‘’

Geçtiğimiz hafta dünyanın yakından takip ettiği FA Cup ve UEFA Şampiyonlar Lig Final müsabakalarını yerinde izleme fırsatı bulup, organizasyonların öncesi ve sonrasındaki faaliyetleri, taraftar guruplarının eğlencelerini ve ülkenin sahip olduğu spor kültürünü bire bir yaşayarak bizdeki sistemle karşılaştırma imkanım oldu. İngiltere FA Cup, dönemin Aston Villa yönetiminin önerisiyle düzenlenmeye başlanan tüm dünyanın yakından takip ettiği bir organizasyondur. 27 Mayıs Cumartesi günü Wembley Stadyumu’nda Chelsea-Arsenal arasında oynanan müsabakada Arsenal 2-1’lik galibiyetle taraftarını sevindirmiş ve bu önemli kupanın sahibi olmuştu.

Örnek alınacak koordinasyon

Müsabakadan önce her iki takım taraftarlarının eğlenmeleri için oluşturulan alanlarda gayet medeni ve birbirlerine saygı duyarak takımlarını destekledikleri ve maç sonunda da kaybedenin kazananı tüm samimiyetiyle tebrik edip alkışladığına şahitlik ettim. Wembley Stadyumu’nu dolduran 89.472 kişiye muhteşem bir açılış ve kapanış seremonisi izlettiren organizasyon komitesinin başarısı maç öncesi ve sonrasında stat giriş çıkışlarındaki koordinasyon gerçekten örnek alınacak nitelikteydi.

İstediğimiz kadar kanun yapalım

Tabi bizdeki durum biraz daha farklı... Geçtiğimiz hafta oynanan iki final müsabakasının maç öncesi, maç esnası ve maç sonrasına baktığımızda üzülerek gördük ki yaşanan olaylar sahada oynanan futbolun önüne geçti. Ziraat Türkiye Kupası finalinde karşılaşan Konyaspor-Başakşehir müsabakası ve Eskişehir-Göztepe arasında oynanan TFF 1. Lig Play Off final karşılaşmasında çıkan olaylar yine gündemimizi meşgul etmeye devam ederken iki müsabaka için de yetkili merciler tarafından soruşturma açıldı. Artık yeter dediğimi ve önceki yazımda da bahsettiğim gibi sporda şiddetin engellenmesine ilişkin kanunlarımız olmasına rağmen bir türlü frenlenemeyen şiddet olayları ve sümen altı edilip göstermelik olarak verilen cezalarla bu konunun çözülemeyeceğini tekrar canlı olarak yaşadık. İstediğimiz kadar kanun yapalım, cezai yaptırımlar kişilere ve kulüplerin gücüne göre değiştiği sürece yaşanan olayları engelleme ve bitirme şansımızın bu insan kalitesiyle mümkün olmadığını belirtmek isterim.

Cardiff ve final

Londra’da yaşadığımız FA Cup final tecrübesinden sonra dünyanın en önemli futbol müsabakalarından birini izlemek için karayoluyla Galler’in başkenti Cardiff’e geçtim. Maçtan önce şehirde gördüğüm tablo ilginçti çoğu taraftar futbol heyecanını unutmuş gibiydi. Final müsabakasını fırsat bilip evlerini fahiş fiyatlara kiraya veren yerel halkın yerini takımlarını desteklemeye gelen İtalyan ve İspanyol taraftarlar almıştı. Şehir merkezinde de sponsor firmaların düzenlediği aktivitelerle taraftarlara eğlenceli dakikalar yaşatmak için çaba sarf edenleri de gözlemleme fırsatım oldu. Her şey duygusal ! Fırsat varken küpü dolduralım diyen sadece işin ekonomik boyutunu düşünenler dikkatimden kaçmadı. Maça döndüğümüzde tabiki böylesine özel ve çekişmeli müsabakada 5 gol görmek benim için ayrı bir keyifti.

Kalite çok altta kaldı

Daha önce de üst düzey spor organizasyonlarında bulunan birisi olarak kalite ve hazırlıkların diğerlerinin çok altında kaldığını unutmadan belirtmek isterim. Belkide bunda Cardiff şehrinin seçilmesi, ulaşım zorlukları ve finale halkın yeteri kadar ilgi göstermemesinin etkisi olabilir. Ayrıca maç sonunda basın açıklamalarının yapıldığı alanında organizasyonun büyüklüğüne yakışmayacak şekilde düzenlenmesi eleştirilere neden oldu.

Türkiye’ye final yakışır

Londra ve Cardiff’deki müsabakalardan sonra dönüş yolunda geçmişte olduğu gibi büyük finallerin Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da yapılmasının çok daha iyi olacağını düşündüm. Ulaşım kolaylığı, konumları, son teknolojileri barındıran yeni stadları ve tarihin yansıyan canlı tanığı eserleri ile İstanbul’un, bu şampiyonalar ve finallerin merkezi olması için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Gelelim sonuca yurtdışında izlediğim her iki final maçına da ilgi olsun olmasın, organizasyonda noksanlıklar olsun olmasın hiç problem değil asıl beklenen ve bizim arzu ettiğimiz şey yok; ŞİDDET YOK! Sükunet var noksan giderilir ancak maçlardaki holiganlık yaşatılan vahşet tüm dünyanın bakış açısını değiştirir. Bizim taraftarlar stadlara patlayıcıları ekmek arasında taşımaya devam ettikçe bu organizasyonların Türkiye’de yapılması çok zor gözüküyor. Ekonomik kazanım aslanın ağzında değil kuyruğunda zor bulunur bu süreçte sarsılan imajımızda cabası...

Sözüm meclisten içeri!

O yüzden iki ayrı takımı bulundukları şehirleri, taraftar profillerini yakından izlediğimizde aralarında iyi-kötü, beklenen-hayal kırıklığı ayrımlarını rahatlıkla yapabiliriz. Ayrım yapamadığımız şey taraftarların adam gibi gelip, insanca şiddetten uzak maçları izlemeleri tabi ki bu eleştirim herkese değil hak edenlere sözüm Meclis’ten içeri..! İnşallah bu konuda gereken bilinç oluşur bugünden itibaren gelecek nesillere birbirine saygı duyan ve spor kültürünün yerleştiği örnek bir ülke bırakırız.

11 Haziran 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güneş doğuyor, kulüpler batıyor!‘’

Merhaba sevgili okuyucular; 2016-2107 Turgay Şeren futbol sezonunun tamamlanmasına son iki hafta kala şampiyonluk yarışında sadece iki takımımız başa baş mücadele ederken, Başakşehir’in Trabzonspor’a puan kaybetmesinden sonra Beşiktaş şampiyonluk yarışında bir adım öne geçti. TFF 1.Lig ve diğer alt liglerde de şampiyon olanlar ve düşenler de geçtiğimiz hafta belli oldu. Şanslı ve çok çalışarak beklenen şampiyonlukları taraftarlarına hediye eden takımlar bu mutluluğu yaşarken, UEFA’nın 2010’da kabul ettiği sportif, altyapı, personel-idari, hukuki ve mali kriterler olmak üzere 5 başlık altında topladığı Finansal Fair Play (FFP) kurallarına uyma noktasında vermiş oldukları şampiyonluk mücadelesiyle paralel bir yönetim tarzı sergiliyor mu acaba? Kulüplerimizin mali verilerine bakıldığında bu soruya verilecek cevap açıkça ortada tabii ki; hayır...

Takımlarımız sıkıntı içinde

UEFA tarafından açıklanan veriler incelendiğinde Avrupa’nın en borçlu 5’nci ligi konumundaki Spor Toto Süper Lig’de 3 büyük kulüp olarak dile getirdiğimiz Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın gelir gider dengesine baktığımızda çok büyük mali sıkıntı içinde olduğunu özkaynaklarının ve taşınmazlarının değerlerinin bile borçlarını karşılayamadığını görüyoruz. Başakşehir ve Gençlerbirliği haricindeki tüm takımlarımızın mali durumları da 3 büyük kulübümüzle hemen hemen aynı durumda. Bu arada 18 takımlı TFF 1. Ligi’mizde 6 takımımız UEFA kriterlerine uymamalarından dolayı puan silme cezası aldı. Yani TFF 1. Ligi’nde mücadele eden takımların 3’te 1’i bu durumda. Bu oran takımlarımızın nereye gittiğinin açık göstergesi. TFF 1’nci Lig’de mücadele eden takımlarımızın durumu bu haldeyken 2. ve 3. Lig takımlarımızın durumundan bahsetmemize zaten gerek yok sanırım. Yıllardır UEFA’nın uyarılarını dikkate almayan futbol kulüpleri birer birer uluslararası arenadan men edilirken, bir çok kulübümüz de UEFA’dan lisans alamama, kupalardan men ve hesaplarındaki aykırılık tespitinden dolayı para cezalarına çarptırıldı.

Devlet desteğine rağmen...

Sayın Cumhurbaşkanımız’ın yıllardan beri futbolun gelişmesi ve altyapılarımızın Avrupa standartlarını yakalaması için kayıtsız şartsız vermiş olduğu desteği 7’den 70’e hepimiz biliyoruz. PTT, Ziraat Bankası, Spor Toto Teşkilatı gibi devletin güzide kuruluşlarının vermiş olduğu dev desteklere rağmen kulüplerimizin, başarısız yönetim kurulları ve yanlış yönetim modellerinden dolayı iflasın eşiğini geçerek, artık iflas ettiğini söylesek yeridir. Gençlik ve Spor Bakanımız Sayın Akif Çağatay Kılıç, Ocak 2016’da TFF Başkanı Yıldırım Demirören ve Kulüpler Birliği Başkanı Göksel Gümüşdağ’ı kabulünde “Kulüplerimizin mali tabloları sürdürülebilir yapı olmaktan çıkmıştır” diyerek karşı karşıya olduğumuz acı gerçeği o tarihte bir kez daha gün yüzüne çıkartmıştı. Gelelim asıl meseleye... Kulüp başkanlarımıza ve yönetim kurullarına baktığımızda her biri kurumsallaşmış büyük şirket sahipleri. Bazı başkanların şirketleri ülkemizde ve yurtdışında büyük iş hacimlerine sahip. Anlaşılamayan kendi şirketlerini başarıyla yönetenler söz konusu kulüplere gelince neden başarısız oluyorlar. Her yıl yönetici değiştirip onlarca personel transferi yaparak ve hoyratça davranarak kendi şirketlerini milyonlarca lira zarara uğratıyorlar mı? Tabii ki hayır.. Neden mi? Cevabı çok açık, çünkü kendi şirketlerinde SGK pirimlerini ve vergi borçlarını silecek ve vergi kolaylığı sağlayacak devlet iradesi ve desteği yok da ondan. Peki neye ihtiyaç var bu yolda olması gerekeni yakalamak için...

Kurtuluşumuz kulüpler yasası mı?

Uzun yıllardır gündemden düşmeyen ama her nedense bir türlü yasalaşamayan kulüpler yasası Türk sporu ve futbolunun kurtuluşu mu acaba? Göreve gelen her bakanın gündeminde olan ve şu anki Gençlik ve Spor Bakanımız Akif Çağatay Kılıç, 2015 yılında Samsun’da medya temsilcileriyle yapmış olduğu toplantıda Kulüpler Yasası’na ait yeni taslağın tamamlandığını ve bunun üzerinden yeni adımlar atılacağını, bir başka açıklamasında da 2016 yılında kulüpler yasasının mutlaka yasalaşacağını söylemişti. Kanunla ilgili taslak çalışması kapalı kapılar ardında sistem içerisindeki belli başlı kişilerle hazırlanır ancak bir türlü de kamuoyuyla paylaşılmaz. Alıştığımız senaryo, peki belli isimler tarafından hazırlanan, paydaşların ve katkı verecek farklı kesimlerin görüş ve düşüncelerinin alınmadığı bir kulüpler kanunu ne kadar bütünleştirici ve tarafsız olabilir? Bunun cevabını size bırakıyorum.

Sorunlarımız dağ gibi

Yıllardır her bakanın gündeminde olan ve bir türlü yasalaşamayan kanunu beklemeden, kriterlerin uygulanmasının önünde engel var mı? Futbol kulüplerimiz iflas etmişken neden hala yapısal anlamda birşey yapılmıyor veya yapılmak istenmiyor. Artık tüm sorunları çözmek için herkesin bildiği gerçeklerle yüzleşip şeffaf ve sürdürülebilir sistemin kurulması için Gençlik ve Spor Bakanlığı önderliğinde Türkiye Futbol Federasyonu ve tüm paydaşların gerçek anlamda sonuç odaklı çözüm üretmesi gerekli.. Çünkü sorunlarımız dağ gibi; iflas etmiş kulüplerimiz, maça giden taraftar sayısında düşüş ve azalmayan tam tersine artan sporda şiddet...

Geleceğimize yazık olmasın!

Başkan hava atar ama para yoktur, borçla transfer yapar batar ama devlet olarak kredi verip batan kulübü kurtarmaya çalışırız. Bırakalım artık çocuk emeklemekten kurtulup, kendi ayaklarının üzerinde durmayı ardından da koşmayı öğrensin... Ortada hasta var, onu iyileştirecek ilaç da var niçin adım atıp tedaviye geçmiyoruz... Sadece konuşarak şifa olamayız. Güneş her gün doğuyor saati gelince batıyor bu doğaya ait bir mucizenin adı öyle değil mi? Milletin konunun muhattaplarından beklentisi bir mucize değil sadece birşey yapıyor gibi gözüküp yapmayıp, yasanın açıklarından dolayı kulüplerin batmasına izin verilmemesi...Gerçekten yürekten duamız bu kafayı değiştirin göz bebeğimiz kulüpleri batırmayın, batırmayın ki yeni güneşlerin doğmasına hep birlikte tanıklık edelim. Son sözüm vatandaş adına ilgililere; atın artık beklenen adımı, çıkarın yıllardır beklenen ilgili yasayı böylece hem emeklere hem hayallere hem de geleceğimize yazık olmasın!

26 Mayıs 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Devşir(me)‘’

Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından son yıllarda Türk sporunun gelişmesi ve tabana yayılması için önemli çalışmalar yapılmakta ve bu işler için çok ciddi bütçeler ayrılmakta. Ancak bu kadar yatırımın yapıldığı bir ortamda en büyük tartışmalardan biri de, hiç kuşkusuz elde edemediğimiz başarıları başka ülke sporcuları üzerinden kazanmak adına devşirerek Türk vatandaşlığı verdiğimiz sporcular konusu... Devşirme sporcu konusuna destek olan küçük bir grubun dışında, tepki gösteren hatırı sayılır bir kesimin de olduğunu unutmayalım. Devşirilen bazı sporcular şampiyonalarda başarılar elde etse dahi, çoğu, performansları ile bekleneni verememekte ve genelde kendi sporcularımızın elde ettiği derecelerin çok altında kalmaktadırlar.

Mesela eskrim branşında yıllar önce Türk sporcularına örnek olsun ve onların önünü açsın diye devşirilerek kadrolarımıza kattığımız Ukraynalı Iryna Ayşe Kravchuk ve Macar Yusuf Bojte katıldıkları tüm yarışmalarda başarısız olmuşlar ve tabiri caizse ‘sıfır’ çekmişlerdi. Daha ilginç olanı, devşirilen bu iki sporcunun, Türkiye’deki sporculara katkı sağlaması beklenirken, Türkiye’de yaşamadıklarının sonradan öğrenilmesi idi. Bu süreçte yapılan masraflar bir yana, boşa harcanan zaman ve yıkılan hayaller bir yana...

Tabii bunların dışında yüzümüzü güldürenler de oldu. Atletizm başta olmak üzere güreşte ve halterde devşirilen bazı sporcular da, ülkemize büyük şampiyonalarda ilkleri yaşattı. Bu resme bakıp sevinebiliyor muyuz!

Geçtiğimiz haftalarda basında, ‘Atletizmde tarihi başarı’ haberlerini görünce büyük bir heyecana kapılıp okumaya başladım. Uganda’daki ‘Karışık Takım Dünya Kros Şampiyonası’nda 4 milli sporcumuz(!) tarihi bir başarı elde ederek, takım halinde Dünya 3.’sü oldular. Bu 4 sporcumuzun isimleri de Aras Kaya, Meryem Akdağ, Ali Kaya ve Yasemin Can... Bu başarı tabii ki bizi gururlandırdı, ancak bu sporcuların Kenya’dan devşirilerek milli takımda yarıştırılması, milli değerlerine bağlı bir millet olarak bizleri ne kadar tatmin ve mutlu ediyor? Bunu çok ama çok merak ediyorum. Madalya kazanmak her şey midir? Merak ettiğim, devşirilen sporcular hangi kriterlere göre belirleniyor; daha doğrusu böyle bir kriter var mı acaba? Bu sporcuları federasyon yönetimlerine kimler veya hangi menacerler öneriyor? Bunlar cevap bekleyen sorular.

İşin sırrı burada saklı diyorlar. Keşke bu konularda gerçek cevaplara ulaşabilsek...

Son ‘eyvah’ fayda getirmeyecek

Cumhurbaşkanımız’ın yıllardır spora ve sporcuya vermiş olduğu desteği hepimiz çok net görüyoruz. Özellikle son zamanlarda hemen hemen her konuşmasında milli ve yerli insan gücü vurgusu yaparken, spordaki devşirme sporcu durumu buna uyuyor mu? Peki en üst düzeyde desteğe rağmen istenilen ve beklenen başarılar elde edildi mi? Bunlar da cevap bekleyen diğer sorular.
Yabancı antrenörler, devşirme sporcular, hayata geçirilmeye çalışılan bir takım planlar ve vizyoner projeler yıllardır denendi ve halâ denenmeye devam ediyor; ancak hepsi günü kurtarmanın telaşı. Gerçekten kanayan bir yara var, üzerini yıllardır sadece saran, herkesi yaranın iyileştiğine inandırmaya çalışanlar var. Sayın Cumhurbaşkanımız ne istenirse sınırsız destek veriyor, ‘al sana yarayı iyileştirecek ilaç’ diyor. Duyan uygulayan var mı? Maalesef yok! Yara kangren olmak üzere... Son ‘eyvah’ fayda getirmeyecek! Aslında alıştık; bu başarısızlıkların mimarı olanlar, mutlaka bir neden bulur, başka birilerini suçlar, sonunda kendilerini kurtarır.

Deneyip görmek lazım...

Spordaki sorunları çözebilecek ülkemizde o kadar sağlam alt yapısı olan, ama bir kenarda bekletilen isimler var ki; gördükçe şaşırıp kalıyorum. Eğer bu isimler çemberi kırıp yıllardır bir şey yapmayan, ama halâ yerinden kımıldamayanları bu çemberin dışına atamayacaksa, bir önerim var; moda ya belki kabul görür: Başarıyı dışarıdan yapılan transferlere bağlıyoruz, o zaman sporun üst yönetimine ve tüm federasyonlara devşirme başkanlar, yöneticiler ve idareciler atayalım. Bakarsınız şampiyonalarda ve 2020/2024 olimpiyatlarında özlenen ve beklenen başarıyı yakalarız.
Mesela masa tenisinde Çin’den bir yönetici getirsek veya judoda Fransa’dan, boksta Küba’dan... Ya da federasyonların üstündeki, yani suyun başındaki ismi yurt dışından getirip, bir de böyle denesek. Çünkü yıllardır yabancı antrenörlerle, sporcularla başarımız hep tartışıldı. Bir de yönetici devşirelim. Bakarsınız 2020 Olimpiyatları’nda, hadi onu geçelim, 2024 Olimpiyat Oyunları’nda tüm dünyanın ülkemizin başarısını konuşmasını sağlarız. Şakası bile insanı yaralıyor, öyle değil mi? “Adam mı kalmadı Türkiye’de” dediğinizi duyuyorum. Aslında o isimlerden güzelim memleketimizde çok var, ancak kanayan yarayı saracak değil tedavi edecek birileri olmalı. Artık makamları gereksiz yere işgal edenlere ‘ne yapıyorsun, ortada bir şey yok, göz boyamayı bırakın işi bilene teslim edin’ deme zamanı geldi geçiyor bile. Gerçekten yazık değil mi bu kadar desteğe, bu kadar emeğe rağmen beklentilerin gerçekleşmemesine.
Herkes yetkililerden geçici değil kesin çözüm bekliyor: Artık ‘devşir-ME!’ diyor.

11 Nisan 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI