MENÜ

Mahallenin Kahvecisi Wenger

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Neyse, konumuz Mourinho değil. Arsene Wenger hikayelerinden en azından bir iki tanesini mutlaka duymuşsunuzdur. İlk geldiğinde İngiliz basınının “Arsene Who?” (Arsene kim?) başlığını atması, oyuncuların ona Pembe Panter filmlerinin efsane karakteri olan Müfettiş Clouseau lakabını takması, takımına brokoli yedirmeyi başaran ilk menajer olması. Thuram’ı orta sahadan savunmaya, Emmanuel Petit’i savunmadan orta sahaya, Thierry Henry’yi forvetten kanada çekmesi, ya da George Weah’ın ona “babam” diye hitap edip, aldığı yılın oyuncusu ödülünü Wenger’e armağan etmesi. Sürer de gider.

Saydıklarımın çoğu eski zamandan anlatılan hikayeler gibi geliyor bazen. Hani Herbert Chapman’ın formaların arkasına numara yazdıran ilk menajer olması gibi. İşte Arsene Wenger’i özel kılan tam da bu zaten. Geçmişten geleceğe giden, X ve Y kuşaklarının farklı alışkanlıklarını tartıştığımız günlerde hala rekabetçi kalabiliyor Fransız. Hem de prensiplerinden –elinden geldiğince- ödün vermeden.

Wenger Arsenal’e ilk geldiğinde Fransa’nın yanına Japonya tecrübesini koymuştu. Verimlilik üzerine saplantılı bir ülkenin getirdiği faydaları yabana atmamak lazım. Yabancılara pek de sevimli bakmayan İngiltere’ye elinde dopdolu bir “know-how” alet çantası ile adım atmıştı. Bilgi bugünkü kadar küresel değildi. Dolayısıyla cebindeki ekonomi diplomasıyla kendisinin çok iyi bildiği gibi, diğer menajerlere karşı bariz bir karşılaştırmalı üstünlüğü vardı. Tam 6 dil –bazılarını çat pat olsa da- konuşabiliyordu. Oyunun nasıl oynanması gerektiğine dair idealleri vardı. Tek ihtiyacı olan ise zamandı. Bu sayede müthiş takımlar kurdu, üç kere Premier League şampiyonluğu yaşadı. Bugün ise artık ondan sıkılanların sayısı sevenlerden fazla gibi.

Fransız aslında hala aynı adam. Oyunun ve spor endüstrisinin değişimine bir şekilde adapte olmaya çalışıyor, bunda pek başarısız da olmuyor. Ama artık futbolun gerçekleri farklı. Bilgi çok daha küresel, yetenek ve zaman ise parayla kolayca satın alınabiliyor. Puan durumu ile bilançodaki karın ters oranlı olmasını dert etmeyen onlarca kulüp sahibi var. Simon Kuper’ın 1999 yılındaki anısında bahsettiği gibi değil futbol. Kuper, o yıl 17 yaş altı Dünya Kupası’nda Güney Afrika-Zimbabwe maçını izlemeye gider ve uçaktan inerken beş beyaz adam yanından geçer. Arsenal’in oyuncu izlemeye giden antrenör ekibi. Artık oralara gitmeyen elit kulüp kalmadı. Türkiye’den bu olay yaşandıktan 16 yıl sonra giden var mıdır? Şüpheliyim..

Tüm bu olumsuzluklara rağmen Arsenal, 2004-2005 yılından beri ilk kez ligi ilk iki sıra içerisinde bitirmeye çok yakın. Kendilerini rekabetçi yapacak Mesut Özil, Alexis Sanchez gibi oyuncuları kadrolarına kattılar. Şilili, takıma sadece yetenek değil, Coquelin ile birlikte agresiflik de katıyor. Takımın hala eksikleri var ama deplasmanda kazandıkları Manchester City ve federasyon kupasındaki Manchester United karşılaşmaları, topçuların gelecek sezon bambaşka bir mental güçlülük ile sahaya çıkabileceklerinin işaretlerini veriyor. Mourinho’yu gelecek sezon yenebilir mi bilinmez ancak Fransız’ın kariyerinin bu döneminde, hak ettiği saygıyı yeniden kazanacağı bir şampiyonluğa çok ihtiyacı var.

Wenger aslında mahallenin eskiden kalma kahvecisi gibi. Kahvesi muazzam. Bir bakıyor, önce yurtdışından kahve zincirleri gelmiş. Yanına, karşı köşeye, dört bir tarafa yayılmışlar. O da yetmemiş, bir de butik kahveciler türemiş. Aslında onun kahvesi hala aynı ve bir o kadar da lezzetli ama ne yaparsa yapsın, yoldan geçen 14-15 yaşındaki gençlerin kıkırdayarak “Latte” almaya gitmesini engelleyemiyor. Yanlış anlamayın, o da Latte satıyor. Güne ayak uydurmak zorunda. Caramel Maccchiato mu? İşte o bizimkine biraz ters...

Not: Aslında bu yazı, Alex Ferguson’ın ne kadar büyük bir teknik direktör olduğunun kanıtı. Sir, hem her sene şampiyonluğa yarışan bir takım yarattı, hem de farklı jenerasyonları ve genellikle İngiliz oyuncuları sahaya sürmeye devam etti. Bir yandan Mourinho kadar tek maçlık stratejiler üretebilen ve farklı sistemleri deneyebilen, bir yandan Wenger kadar sürekliliğe ve gençlere önem veren, bunu şampiyonluklar ile taçlarından bir adam. Onun gibisi bir daha gelir mi? Futbolun geldiği şu noktada imkansız gibi.

YORUM YAZ