MENÜ

Ey güzel İstanbul

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Akşam yemeğinden sonra başlayıp saatler süren sohbetlerin bazılarını hâlâ zaman zaman hatırlar, kendi kendime de gülerim. Neredeyse hepsi bugünün Cem Yılmaz’ı ile Ata Demirer’i gibi çocuklardı arkadaşlarımın. Renkli mahalleydi ve o rengi veren insanlar arasında da eski İstanbullular diye tanımlayabileceğimiz Rum, Musevi, Ermeni vatandaşlarımız da vardı. Yan komşumuz Madam Aryora’nın torunu Batu geldiğinde ben de mutlaka oraya geçerdim ve hâlâ çok iyi arkadaşız. Alt komşumuz İrma teyzenin oğlu Ari ile anneler sokağa çıkmamıza izin vermediği yıllarda merdivenlerde oyun oynardık. Aramızda ne bir itiş kakış olurdu, ne de sen şusun ben buyum kavgaları. Kendi çocukluğumun bu dostlarını, uzun zaman sonra Atina’da hatırladım Bay Ligor ile sohbet ederken. 70 yaşındaki, doğma büyüme Bakırköylü, Yunan vatandaşı, Türk dostu hasta Beşiktaşlı Ligor amca. Hatıralarımızda kalan Beşiktaşlı Niko’nun tavsiyesi ile gittiğimiz sokak arasındaki Falami isimli aile işletmesi balıkçıda. Bizim grubumuzun yanındaki masada eşi, kızı, torunu ve aile dostları ile oturan Ligor amca, servis yapan kadına derdimizi anlatmaya çalışırken girdi araya, “Türk müsünüz?” diye. Son zamanlarda hiç böyle keyifli bir yemek yemedim ve hiç böyle keyif almadım o geçen 4 saate yakın zaman içinde. Zaman tünelinde yolculuk gibiydi benim gibi baba tarafından tüm bilinenleri İstanbullu olan birisi için. Ligor’un hatıralarındaki İstanbul ile bugünün İstanbul’u arasında dağlar kadar fark var. O da, son ziyaretinde gördüğü İstanbul için “Ne kadar da değişmiş!” diyor zaten. Karısı 6 aylık hamileyken, mahalle arkadaşı polisin gelip, “Yarın gitmek zorundasın” demesinden bu yana geçen 40 yıl içinde törpülenen öfkesinin ardında gözlerindeki bu şehre olan özlem açık okunuyor. “Buralarda bulamazsın, oranın lüferini” deyip bizlere tavsiye ettiği balığı, uzolar eşliğinde yerken, politikacıların mahvettiği hayatından pasajlar anlattı uzun uzun. Birbirine ikiz kadar benzeyen iki toplumun insanları arasında yaşanmaması gereken dramlar. Gecenin sonunda Digitürk Genel Müdür Yardımcısı Kerem Ertan’a 5 yaşındaki torununu gösterip “Bak abisi” dedi, “Şimdi neler söyleyecek” ve o küçük kız çocuğu, hiç görmediği Türkiye’nin Türkçesi ile bizlere “Ekmek, anne, baba, dede, su” dedi dedesinin gururlu bakışları arasında. 40 yıl önce kopartıldığı Türkiye’ye özlemi bitmemiş Ligor amcanın. Kalkarken söz verdim iki tane Beşiktaş forması göndereceğim diye... Ben yapacağımı bilirim! Rıdvan Dilmen, Tamer Bağlan, Cem Dizdar.. Bu üçlüden Rıdvan’ı herkes tanıyor. Tamer Bağlan ile Cem Dizdar ise bu gazetenin okuyucularının yabancı olmadığı iki yazar arkadaşımız. Hepsinin futbol bilgisine güvenirim. Ama şu “Fenerbahçe Prag’ı kesin yener” demelerine anlam vermekte zorlanıyorum. Daha doğrusu Rıdvan diyor ki, “Servet oynarsa 1-0 kazanırız, oynamazsa zor”, diğerleri buna bile gerek duymuyorlar. Hepsinin ortak söylemi ise “Bu maçlar lig maçlarına benzemez”. Ben de diyorum ki, Rize maçının ilk 35 dakikası, Samsun’un ikinci 15 dakikası, İstanbul’un 25 dakikası, Sebat’ta son 8, Kayseri’de iki frikik. Toplamı 90 dakika etmiyor, peki bu takım üst düzey maça başlayıp 90’ını birden nasıl çıkaracak. “Yok yok diyorlar merak etme. Bu maçlar lig maçına benzemez”. Hepsi buranın yazarı. Bir çıkmasın tahminleri ben yapacağımı bilirim... Aradaki fark! Adı Türk futbolunun unutulmazları arasına çoktan girerdi girmesine ama, biraz kendi haylazlığı, biraz bizim hoşgörüsüzlüğümüz, Sergen hâlâ tartışılıyor. Tartışılmayan tek noktada herkes de aynı şeyi söylüyor, “Mesleğini sevse, dünya yıldızı olur”. Artık kariyerinin sonuna geliyor. Bu sene son, belki itelenirse bir sene daha, ondan sonra sahalarda Sergen’i göremeyeceğiz. Peki bu yıldız, hâlâ acemi gençler gibi, neden penaltı olmayan pozisyona maç çıkışı “penaltıydı” demeyi tercih edeceğine, “Hakem yanlış gördü, ama futbolun içinde böyle şeyler var” diyemiyor. Büyük futbolcu ile büyük sporcu arasında dağlar kadar fark var. Bana göre makbulü ikisi de olabilmek.

YORUM YAZ