MENÜ

Bu hikaye gerçeklere dayanmaktadır

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Misafirini beklerken, içinde bulundukları durumu düşündü. Yıllardan beri durmadan bu piyasada tutunmaya çalışan biri olarak, İstanbul takımlarıyla baş etmenin güç olduğunu çok iyi biliyordu. Oyunu onların koyduğu kurallara göre oynamaya çalışmak; çok zordu ama öğrenmişti. Sahada olmasa bile öcünü transfer sezonlarında iyi alıyordu. İstanbul’un derebeyleri onun için hep iyi bir müşteri olmuştu ama bu kez durum farklıydı. Gelecek planlamasındaki en önemli kozuna çengel atılmıştı. Gerçekten çok sinirliydi. Kapı önce iki kez vuruldu. Sonra açıldı. Kapıda beliren sekreter kız, beklenen misafirin geldiğini söyledikten sonra hafifçe kenara çekilip içeri girmesi için yolu açtı. Gençti hem de çok genç. Aydınlık bir yüzü vardı ve kendisine göre çok toydu. “İstanbul, sana da el attı” diye düşündü ihtiyar kurt, söze nasıl başlayacağını kararlaştırırken. “Kısa konuşucam evladım. Seni istediklerini söylediler. Ama benim için senin ne istediğin önemli. Beni paralarıyla da, baskılarıyla da kandıramazlar. Ama niyetliysen, ne tazminat isterim ne başka şart öne sürerim. Serbestsin. İyi düşün, oralarda onlarla çalışmak zordur. Ben kimlerin, nasıl harcandığını gördüm”. Bir çırpıda ağzından dökülüvermişti bütün cümle. Genç hoca şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı. Çabuk toparlandı ve “Beraberiz. Beraber yapacak çok işimiz var” dedi. Konuşma çabucak bitmişti, odadan çıkarken kafası karmakarışıktı aslında ama vicdanen rahat hissediyordu kendini. Hayallerini rafa kaldıracak kadar dürüst davranmıştı başkanına. Yönetim binasından çıkıp idman sahasına doğru giderken yaşadıklarını düşündü ve gülümsedi. “Vay be, şaka gibi” dedi içinden gelen ses. Gerçekten de şaka gibiydi. *** Evinin telefonu çalıp, eşi aşağı kattan, “Seni arıyorlar” diye bağırdığından bu yana bir hafta geçmişti. Ahizenin diğer uçundaki tok ses, “İyi günler hocam. Müsaitseniz sizinle öğlen yemeğinde buluşmak istiyoruz” dedi. Referans sağlamdı. Buluşmak isteyen kişinin teklifini kabul etti. Hazırlandı.. Yemeği kısa tutup evde çocuklarla biraz vakit geçirmeyi planlıyordu. Buluşma saatine kadar oyalanmak için geçen haftaki maçın kasetlerini yeniden izleyip notlar tuttu. Kaptan yine bir kaç pozisyon hatası yapmıştı ve bunu bir kez daha mutlaka konuşmalıydı onunla. Vakit yaklaşırken “traş olmalı mıyım?” diye düşündü ve fazla üstünde durmadan çıkıp banyoya girdi. Sonra giyindi artık hazırdı. Evi ile gideceği yer arasındaki mesafe aslında yürünebilir türdendi ama yine de arabasını almayı tercih etti. Restorana girdiğinde kendisini üç kişi karşıladı. Hepsi temiz giyimli ve takım elbiseliydi. Bu kadar adam beklemiyordu karşısında. Telefondaki ses önce atıldı. “Hoş geldin hocam. Nasılsın?” “Sağolun, siz?. Hayırdır?” “Başkan sizinle görüşmek istiyor. Onunla, sizi buluşturmak için buradayız” “Ne zaman gelecek?” sorusu gayri ihtiyari çıktı ağzından. O andan itibaren ne olanlara anlam verebiliyordu, ne de duyduklarına. “O gelmeyecek biz gideceğiz” dedi adam. Kirli sakalı ve kıyafetiyle sert mizaçlı olduğu her halinden belliydi ama olabildiğince de kibar konuşuyordu. “Nereye?” dedi genç hoca. “Hele bir yola çıkalım da anlatırız hocam” Lüks Mercedes’e binerken, nerede buluşacaklarına dair en ufak bir fikri yoktu ama heyecanlıydı. İki öne iki arkaya. O arkadaydı. Hayalleri... “Olur mu acaba” diye geçirdi içinden. Araba şehir merkezini terk ederken, “Nereye” diyebildi. “İstanbul’a gidiyoruz. Akşam döneceğiz hocam merak etme” dedi yanında oturan ve baştan beri diyalogda olduğu adam. Ses çıkarmadı ama tedirgin oldu. Cep telefonunu çıkartıp, eşine geç kalacağına dair kısa bir bilgi verdi, Karşıdakinin ne dediği duyulmadı ama, konuşma “Anlatırım”la bitti. Arabadaki diyaloglar normal bir insanın sinirini bozacak kadar kısaydı önce, sorular, “Rahat mısınız.. Bir şeye ihtiyacınız var mı.. Müzik açalım mı” cevaplar da “Evet, hayır” türündendi. Sakarya civarında ise daha rahatladı... Çok detaylı olamasa da futboldan bahseder olmuştu ama yine de aklı buluşmadaydı. Araba gerçekten güzeldi ve nerdeyse göz açıp kapayana kadar İstanbul’a ulaşmışlardı. Uçağın, indisi, bindisi, alana gelmesi, orada beklemesi derken neredeyse aynı süreye geldiğini düşündü.. Belki de sırf başka birşeyler düşünebilsin diye aklına gelmişti bunlar.. Otabandan çıkıp ikinci köprüye yaklaşırlarken yoldan çıkıp kısa bir süre gittikten sonra, mahalle arasında tenha bir yerde durdular. 300-400 metre uzakta trilyonluk, dev plazaları görmesine rağmen, fakir bir mahalledeydiler. “İniyoruz” dedi yanındaki adam. “Burda mı” diye düşündü ama konuşmadı. Sadece denileni yaptı. Arabanın yanına park ettiği kamyonetten iri bir adam indi ve o da “Hoşgeldiniz” dedi ve arka kasasının her iki yanında ufak birer camı olan, fırınların ekmek taşımakta kullandığı türden kamyonetin arka kapısını açtı. “Gir hocam, burdan sonra bununla gideceğiz” Müthiş tedirgindi ama belli etmemeye çalıştı. Mercedes’in şöförü hariç iki kişi onunla arkaya geçti. Dışarısını oturduğu yerden görme şansı yoktu. Önce kısa bir süre rampadan aşağı doğru seyrettiler. Sonra sola döndüklerini hissetti. Kısa bir düz gidiş sonra bir sol daha. Yokuş yukarı doğru çıkarken, kamyonetin biraz zorlandığını fark etti. “Dik olmalı” diye düşündü. Yolculuk toplam 5 dakika içinde tamamlanmıştı. Arka kapı açıldığında güzel bir bahçenin içinde olduğunu gördü. Evin kapısında ise “o” vardı. *** Yukarıdaki hikaye gerçek bir olaya dayanmaktadır. Neden inanıldı Bu haftanın hikayesinin gerçek olduğunu belirttim. Önceki için ise gerçekle alakası yoktur yazmıştım. Ama büyük tuttu. İnsanların neden bu kadar inandığını dört gün önceki Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfası bir kez daha hatırlattı bana. Artık ne desek boş, ben olsam ben bile inanırım.

YORUM YAZ