MENÜ

Milli takım oyununu geliştirmeli ama nasıl?

Abone Ol Google News

Ulusal takımın geçmişine yolculuk yaptığımızda, iskelet kadronun belli takımlardan kurulu olduğu dönemlerde başarı düzeyinin arttığı görülebilir. Bu anlamda zirve yaptığımız dönem Galatasaray ağırlıklı takıma denk düşer. Bilindiği gibi, Galatasaray’ı Avrupa şampiyonluğuna taşıyan kadro Ulusal takımın da iskeletini oluşturuyordu ki o ekip dünya üçüncülüğüne kadar ulaştı ve futbolcuların tamamına yakını Türkiye Ligi’nde oynuyorlardı. Tarihinde ilk kez dünya şampiyonu(2010) olan İspanya milli takımının 23 kişilik kadrosunun 20 oyuncusu La Liga’da oynuyordu.

Haberin Devamı

Futbol oynamaya yatkın, özellikle işin etik yönüne özen gösteren yeni bir kuşak yakaladığımız konusunda hepimiz hemfikiriz. Bireysel olarak ele aldığımızda her futbolcumuz kaliteli ve gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da önemli takımlarda oynuyorlar. Ancak çok değişik takımlardan bir araya getirilen oyuncularda duygu ve düşünce birlikteliyi yaratmakta zorlandığımız Andora maçında net biçimde ortaya çıktı. Ulusal takımın kadrosunda Türkçe bilmeyen oyuncular bile var.

Haberin Devamı

Dünya sıralamasında son sıralarda bulunan bir ülkenin milli takımına karşı yüzde 85 oranında topa sahip olduğumuz halde, karşılaşmayı bir son dakika golüyle kazanmanın ana fikri “top ile nasıl oynandığı” olmalı. Alanın dörtte üçlük bölümünü bize bırakıp sadece kendi ceza alanı etrafına kümelenen bir rakibi yenmenin en etkin yolu şut pozisyonları hazırlamak ve kanatlardan orta yapmak yerine, içe kat eden oyuncuları topla buluşturmak olmalıydı.

Beşiktaş teknik direktörü Abdullah Avcı çok haklı olarak siyah-beyazlıların Antalyaspor maçını örnek vererek belki de Şenol Güneş’e gönderme yapıyordu. Şöyle demişti Avcı: “Beşiktaş geçen sezon Antalyaspor maçında 56 orta yaptı ama maçı 3-2 kaybetti.” Buradaki anahtar nokta da ortayı karanlığa şişirilmiş toplar olarak değil de arkadaşına pas olarak vermektir.

Andora nüfus bakımından İstanbul’un bazı ilçelerinden bile küçük. Ancak bu küçük ülkenin temsilcisi sonuna değin mücadeleyi elden bırakmıyor ve büyük ülkelerin futbolcuları kadar koşuyor, rakibi bozabiliyor, bulduğunuz pozisyonlarda sizi rahatsız edip dengesiz vuruşlar yapmanıza neden olabiliyorlar. Değişen futbol dünyasında koşmanın hangi boyutlara geldiğini somutlaştıracak olursak şu örneği verebiliriz: Bugün liseler düzeyinde elde edilen koşular 1908 Londra Olimpiyatlarında elde edilen derecelerden daha iyi.

Öyleyse dünyanın en iyi takımları kadar koşacaksınız ve o koşunun üzerine de topla çok oynamak yerine “yerinde ve zamanında” oynamanın yollarını bulacaksınız. Medyamız maçtan sonra Emre Belözoğlu’nu yere göye sığdıramamış. Peki, bugünkü koşu temposuna 39 yaşına giren bir oyuncu nasıl ayak uyduracak? Onun düşük temposunu kapatmak için diğer oyuncular aşırı çaba göstererek yaratılan pozisyonlarda güç kaybı yaşayabilirler mi? Emre’yi yüzler kulübünün üyesi yapmak için Andora karşılaşması bir fırsat olarak mı görüldü?

YORUM YAZ