MENÜ

Arka Bahçe

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Çıkmaz sokak... Hani bazen insan kendini canlı canlı tabuta konmuş gibi hisseder ya... Kıpırdamak ister, kıpırdayamaz. Kalkmak ister, kalkamaz. Gitmek ister, gidemez. Olduğu yerde dönmek ister, dönemez. Kurtulmak ister, kurtulamaz. Bir kabus gibi, karabasan gibi, korku filmi gibidir o an... Sizi kovalayan katilinizin nefesini ensenizde hissettiğiniz çıkmaz bir sokakta gibisinizdir o anda... Darlanırsınız, ruhunuz sıkılır, gözlerinizin feri gider, yaşama sevinciniz kaybolur. ‘Burada benim ne işim var’ diye düşünürsünüz. ‘Niye böyle’ diye cevabı olmayan sorular sorarsınız. Zıvanadan çıkmış, gözü dönmüş, delirmenin eşiğine gelmiş bir toplumun ferdi olmanın utancını yaşarsınız. Sizin suçunuz olmasa bile... Bu toplumun akl-ı selim insanlarının son yıllarda içine düştüğü halet-i ruhiyeden söz ediyorum. Zehirli bir sarmaşık gibi her geçen gün hayatımızı çepeçevre saran koyu yobazlık; onun karşısına çıkan azgın milliyetçilik, hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük, öfke, nefret, şiddet, sevgisizlik, barbarlık, bayağılık, çapaçulluk karşısında kıpırdayamaz hale gelen, ait olduğu topluma ‘yaban’ kalanların yaşadığı çaresizliğe, umutsuzluğa, çektiği acılara dikkat çekmek istiyorum. Pejmürdelik, seviyesiz bir üslup, almış başını gidiyor. Siyasette, sporda, medyada, günlük yaşamda... Her alanda... Müptezelliğin bini bir para... Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Adam gibi yenmesini de bilmiyoruz, yenilmesini de... Sevinmesini de bilmiyoruz, üzülmesini de... Şampiyonluğu da beceremiyoruz, küme düşmeyi de... Saygı, tevazuu hakgetire. Dünyaya kendi dar çerçevemizden bakıyoruz. Hep biz haklıyız, biz kazanmalıyız. Rekabetten anladığımız; rakibe belden aşağı vurmak. Gücümüz yetmediğinde, gücü yeten saha dışı mihrakları devreye sokmak. Medyada tetikçi kullanarak aptalca komplo teorileri üretmek ve masum insanları zan altında bırakmak. İnsanların onuruyla, gururuyla oynamak. Galip gelince rakibi aşağılamak, yenilince saldırmak. Statlar terör yuvası oldu, çıktı. Eşinizle, çoluğunuzla çocuğunuzla gönül verdiğiniz takımın maçına gidemiyorsunuz artık. Küfür, şiddet, rezillik, pespayelik almış başını gidiyor. Kendini taraftar addeden saldırgan bir güruh tribünleri teslim almış durumda. Zekadan yoksun küfür ve şiddet içeren sloganlar yükseliyor, ülkenin her stadından. İnsana ‘lanet olsun’ dedirten çağdışı, iğrenç bir manzara... Bunlara ‘muhteşem taraftar’ diyerek alkış tutan spor yazarı müsveddeleri... Kalemini üç kuruşa satan yalakalar. Spor yazarlığı adı altında tuttuğu takımın amigoluğunu yapan, beslendiği yöneticinin tetikçiliğine soyunan, mesleğin yüz karaları. Buna spor diyoruz! Nasıl bir sporsa?.. Ya bize yutturulmaya çalışılan hayat tarzı? Olan bitene kayıtsız kalmak, vurdumduymazlık, sorumsuzluk, düşüncesizlik... Ülke dinci-laik, Türk-Kürt savaşının eşiğine gelmişken, dağlardan birer birer asker tabutları gelirken, ülke kaynakları eşe dosta peş keş çekilirken, hırsızlar başköşeyi tutmuşken, sokaklar çeteleşen ayak takımına kalmışken, evimizde bile can güvenliğimiz yokken, canavarlaşan insanlar birbirini bir hiç uğruna boğazlarken, çoluk çocuğu katleden psipokatların sayısı her geçen gün artarken, 20 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşarken, sabahın köründe, gecenin bir vaktinde televizyon stüdyolarında şakkada şukkada oynayabilen mahalle karıları, bunları matah bir şeymiş gibi gözümüzün içine sokan bir zihniyet; nasıl bir geleceğe delalet ediyor acaba? Bütün bu olan biten karşısında yüreği kan ağlayan, bir şeyler yapabilmek için çırpınan ama değiştirmeye, dönüştürmeye gücü yetmeyen küçük bir azınlığın dramıdır aslında bu... Bunları haketmeyen, yüzü aydınlığa, çağdaşlığa, modern dünyaya dönük, ufku geniş, yurtsever Türk elitlerinin yalnızlığı, trajedesidir, Türkiye’nin bugünkü hali... Sayıları giderek azalıyor. Kalabalıklar arttıkça, onlar eksiliyor. Ülkelerinin bir kum tanesi gibi avuçlarının içinden kayıp yere dökülmesini çaresizce izlemenin verdiği tarifsiz acıyla kavruluyorlar. Lakin, yapacak pek fazla şeyleri yok. Yanmaktan başka!.. Şair Odabaşı’nın da dediği gibi: Bize düşen yanmaktır yaan şair yaannn belki tutuşur dünya senin ahından! Kendini ihbar eden kulüp... Geçtiğimiz hafta çıkan bir haber, kısır çekişmelerimizin hay huyu arasında kayboldu. Oysa bizim için çok önemli dersler içeriyordu. Özellikle de sırtını devlete, belediyelere dayayan ve her türlü ayrıcalığa sahip olan kulüplerimiz için... Haber şöyle: “Almanya Birinci Lig (Bundesliga) kulüplerinden Bayer 04 Leverkusen, Latin Amerika’ya yaptığı ve şüpheli görülen 11,85 milyon Avro’luk ödemeler ile ilgili olarak kendini maliyeye ihbar etti. Kulüp yöneticisi Wolfgang Holzhaeuser, Latin Amerika’ya yaptıkları, ancak nedeni belirsiz olan ödemeler ile ilgili olarak maliyeye başvurarak, bunları gecikmeli olarak vergilendirdiklerini söyledi. Sözkonusu ödemelerin, yurtdışındaki bazı futbolculara, vergilendirilmemiş net ücret verilebilmesi için yapıldığı tahmin ediliyor.” İşte onlarla aramızdaki anlayış farkı. Bizim yöneticilerimiz, nasıl bir katakulli yaparım da, vergi kaçırırım, devletin olanaklarından faydalanırım, hangi araziyi beleşe getiririm de, üstüne kaçak tesisler inşaa ederim diye kafa patlatırken, elalem kendi usülsüzlüğünü yine kendisi maliyeye ihbar ediyor. Biz o günleri görebilecek miyiz? Komik bir laf ettim sanırım!..

YORUM YAZ