Arama

Popüler aramalar

Arka Bahçe

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Bugün dünden daha yorgunumVe çok daha öfkeli. Patlamaya hazır bir yanardağ gibiyim. İçim fokur fokur kaynıyor. Bir anda parlamak, alev topu olmak ve bu köhne zihniyetin üstüne yağmak istiyorum. Yakıp yıkmak, bir daha geri gelmemecesine cehennemin dibine postalamak istiyorum, hayatı bizlere zehir eden bu ilkel, çağdışı anlayışı...Bunlar hayatımızın içine zuhur ettiğinden ve bizleri çepeçevre sarmalayarak kımıldayamaz hale getirdiğinden beri sık sık öfke nöbeti geçiriyorum. Ve sonra saldırıya başlıyorum. Ama gücüm yetmiyor. Karşımda yeldeğirmenleri var. Yoruluyorum. Takatim kesiliyor. Düşüyorum. Toprağın hasretle tuttuğu bir bitki gibi düştüğüm yerde kalakalıyorum. Yorgunluk ve çaresizlik duygusu beni daha da öfkelendiriyor. O öfke, kan oluyor, can oluyor, kendimi yeniden yaratıyorum. Ama tekrar yoruluyorum. İnsan hayatının bit pazarına düştüğü bu ülkede yaşamak yoruyor beni. Bu vurdumduymazlık, bu çapaçulluk, bu işbilmezlik, bu koyu cehalet beni bitap düşürüyor. İşbilmez, çapsız, yeteneksiz muhterisler tarafından cehenneme çevrilen bu cennet vatanda ayakta kalmak için ya hep olacaksın, ya da hiç... Hep olacaksın; duyarlı, ilgili, güçlü, korkusuz, sapasağlam, sert; çelik gibi, kayış gibi, elmas gibi... Vurulsan da, yorulsan da, düşsen de, her seferinde kendi küllerinden doğacaksın. Veya hiç olacaksın; boşvereceksin herşeye, ilgilenmeyeceksin, kendini koyvereceksin, salacaksın, akıntıya bırakacaksın. Hissizleşeceksin.Ya da çekip gideceksin, uzaklara, ait olmadığın yerlere...Başka çaresi yok. Ya dayanacaksın, ya yanacaksın.Sürprizi olmayan bu ülkede insan belki herşeye alışır da, bu kadar bedava ölümlere alışmak mümkün olmuyor. O ölümlere sebep olan kahrolası zihniyete de... Balkonda kuş gibi avlanan çocuklara, mıcırlara cansız düşen bedenlere, depremde çürük binaların molozuna karışan cesetlere, dağlarda bir fidan gibi kırılan askerlere, kamyon altında sonlanan hayatlara, yüzme yarışında ziyan edilen gençlere... Ve bütün bunlara sebep olanlara... Kader diyerek geçiştirenlere... Hiç bir şey olmamış gibi koltuğunda oturmaya devam eden pişkinlere... Hesap vermeyenlere... Hesap sormayanlara... İlgisiz ilgililere... Vicdanı nasırlaşmış yetkililere... Alışmak mümkün değil. Ben alışamıyorum. Yoruluyorum. Öfkeleniyorum. Yorgunluğumla öfkem arasında diyalektik bir bağ var sanki. Biri bitiyor, biri başlıyor. Biribirini tetikliyor. Siz de alışmamalısınız. Yorulmalı ve öfkelenmelisiniz. Kımıldamalı, silkinmeli, ayağa kalkmalısınız. İsyan etmelisiniz.Sizi değersizleştirenlere, kelepirleştirenlere, hayatlarınızı ucuzlatanlara karşı başkaldırmalısınız. Ve onurunuza sahip çıkmalısınız. Çünkü çocuklarınızı, gençlerinizi ellerinizden alıyorlar. Hayatınızı çalıyorlar.Haydi...Bana şerefsiz diyen şerefsiz!!!Yazar ile okur arasında görünmez bir bağ vardır. Bazen yazar okur olur, bazen de okur yazar. Yer değiştirirler. Bu gereklidir de... Bilgi ve fikir alışverişi bakımından. Bu dinamik süreçte yazarın okurunu eleştirdiği pek görülmez, ancak okurlar sık sık yazarları eleştirirler. Akıllı bir yazar olumlu ya da olumsuz bu eleştirilere açık olmalı, birşeyler almalıdır. Ben de her köşe yazarı gibi eleştiri alırım. Ve bu eleştirilere önem veririm. Hatalarımı düzeltirim. Yazdıklarımızla herkesi memnun etmemiz mümkün değil. Zaten etmemeliyiz de... İşte bu memnun olmayan bazı okur müsveddeleri vardır, attıkları mailde, çektikleri faksta küfür ve hakaret ederler. Bunlara cevap vermem. Ancak bu prensibimden siz okurlarımdan özür dileyerek bir kereliğine vazgeçiyorum. Çünkü çok hassas bir konuda yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum. Bana hakaret eden o okur gibi aynı milliyetçi duyguları taşıyan belki yüzlerce, binlerce okur da yanlış anlamış olabilir diye düşünüyorum.Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakırspor-Kayserispor maçının kritiğine gelen bir mail şöyle: “Kürtleri savunmak sana mı kalmış lan! Spor gazetesinde siyaset yazma, spor yaz şerefsiz! Yoksa biz sana yazdırmasını biliriz.” İmza: Yok.Bu zavallının karşı çıktığı o yazının giriş kısmı aynen şöyleydi: “Havalimanından Diyarbakır’a adımınızı attığınız anda sokaklarda yoksulluktan dimağı kurumuş yüzlerce, binlerce çocukla karşılaşıyorsunuz. Sadece bu bile Güneydoğu sorununun bir çok bileşkenden oluştuğunu ortaya koymak için yeter sanırım. Ancak ne var ki olayı salt etnik farklılığa ve asayiş sorununa indirgemeye çalışan zihniyet, bunu futbol sahalarına da sokmayı başardı ne yazık ki. Statlarımızda atılan “PKK dışarı” sloganları Diyarbakırlı futbolcuların en büyük rahatsızlıklarından biri. Oysa dün gece sahadaki 18 Diyarbakırsporlu futbolcudan sadece kaleci Murat aslen Diyarbakırlı. Kaldı ki tümü Diyarbakırlı olsa bile bu onların kürt kimliği nedeniyle statlarda terörist yaftasıyla taciz edilmesini gerektirmez.”Bana bu satırları yazdıran etmen ise Diyarbakır tribünlerinden yükselen şu tezahürattı: “Bizi PKK’lı saydınız siz, terörist değiliz taraftarız biz.” Benim o yazıyla vermek istediğim mesaj gayet açık: Spora siyasetin, etnik farklılığın sokulmaması. Son yıllarda özellikle Diyarbakırspor’un maçlarında ırkçı sloganlar atılıyor. Bundan yalnız Diyarbakırsporlu futbolcular değil, Diyarbakır halkı da rahatsız. Ki, yukarıda sözünü ettiğim tezahüratı yaparak bunu açıkça dile getiriyorlar. Avrupa’da değil ırkçı tezahürat, iması bile en ağır şekilde cezalandırılıyor. Aslında bir davul tokmağı atıldı, bir serseri sahaya atladı diye Beşiktaş’a verilen saha kapama cezası, maçın sonlarında yapılan ırkçı tezahürat nedeniyle verilmeliydi. Ama o günlere gelmek için bir kaç fırın ekmek daha yememiz gerekecek.Şimdi derdimi anlatabildim mi, bana şerefsiz diyen, tehdit eden ahmak! Hem ahmak, hem korkak. İsmini veremeyecek kadar korkak...Yazdığının altına imza atamayacak kadar yüreksiz...