MENÜ

Avustralya Açık ve İskoç Kanı

Abone Ol Google News

“15 yaşına merdiven dayamış Ankara Tohm (Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi) bünyesinde performans tenis sporcusu oğlumun gönderdiği video da Federer, Nadal, Djokoviç üçlüsüne meydan okuyabilmiş bir tenisçinin gözü yaşlı veda konuşmasını dinledim.. Oğlum Deniz’i de öyle etkilemiş ki “ üzüldüm adama, konuşmaya çıkarken bile çok kötüydü” yazmış mesajında.

Haberin Devamı

Kim mi bu tenisçi?

Önce hikayesini anlatayım kendi gözümden.

'Suyu arayan adam'ın öyküsü Hint felsefesinde önemli bir yer tutar:

"Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı. Suyu bulamadı. On kulaç, on beş kulaç kazdı, gene suyu bulamadı. Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti. Fakat bir ses ona, 'Daha derinlere in, daha derinlere!' dedi. Daha derinlere indi ve suyu buldu."

Bana göre işte yıllar önce Hintli düşünürün yılmayan, vazgeçmeyen, sabırla çalışanlar için anlattığı "Suyu arayan adam" öyküsünün kahramanı Andy Murray idi.

Başarılı bir tenisçiydi, dünya sıralamasında 4.lüğe kadar yükseliyordu. Çeyrek finaller oynuyor, yarı finaller oynuyor, finallere kalıyordu. Ama bir türlü Grand Slam kazanamıyordu.

Haberin Devamı

1987 Dunblane doğumlu Murray'e İskoç halkı şöyle sesleniyordu: "Andy, sen bir İskoç’sun, sende İskoç kanı var, biraz daha cesaretli olmalısın!"

Onlar Andy'den tarihlerinde özgür İskoçya'yı yaratan ve filmlere konu olan bir Cesur Yürek (Brave Heart) William Wallece olmasını bekliyorlardı.

Andy her maçına bu baskı altında çıkıyordu. Zaman zaman yılgınlığa düşmüyor da değildi. Gel gör ki, aynı zamanda bir tenis eğitmeni olan annesi, sevgilisi ve tüm İskoç halkı "daha derinlere in, daha derinlere" demekten vazgeçmediler. Daha önce birçok kez en derine inerek hedefine ulaşan efsane bir eski tenisçi Ivan Lendl'ın rehberliğine sığındı. Bir şövalye mücadelesini andıran, unutulmaz Wimbledon final maçında kaybettiğinde bile Roger Federer rakibinin suyu bulmaya yaklaştığını söylüyordu. Nitekim önce Londra Olimpiyatları'nda altın madalya, ardından Novak Djokoviç ile nefis bir mücadelenin sonunda daha derinlere indi ve suyu buldu: Amerika Açık Şampiyonluğu...

Murray sahada bu mücadeleyi verirken ekranlar da bir başka ünlü İskoç Sean Connery'yi gösteriyordu. Sir Alex Ferguson da tribünlerdeydi. İşte İskoç dayanışmasını bu maçta fark ettim.

Bu kez herkes ne zaman Wimbledon’ı kazanacak diye sormaya başladı. Beklentileri üst seviyeye çıkarmıştı. Yine İskoç kanı hatırlatılıyor bir başka baskı oluşturuyordu.

2013 yılında bu beklentiler gerçeğe dönüştü ama hiç de kolay olmadı.

Son derece tecrübeli ve çok formda bir rakibi vardı finalde: Novak Djokoviç

Tüm Britanya bu maça kilitlenmişti. Final maçındaki stresini bugün bile hatırlıyorum. Maçı kazandığındaki ruh hali inanılmazdı. Biraz şaşkın ama çokça mutlu ve gururlu. Artık o da bir Wimbledon‘ı kazanan bir Britanyalı idi.

2016'da mayıs ayındaki Roma Açık’tan itibaren, Wimbledon ve Rio Olimpiyatları’yla beraber ATP Dünya Turu Finallerinde dokuzuncu şampiyonluğuna uzanan Murray, üst üste 24. galibiyetini elde ederek kariyerinin en iyi serisini yakalamış oldu.

Haberin Devamı

Böylece 2016 yılını dünya klasmanının 1 numarası olarak da kapatmayı başardı İskoç asıllı Britanyalı tenisçi.

Toplamda 3 Grand Slam yanında 2 kez de Olimpiyat madalyası sahibi Murray gözyaşları içinde yaptığı basın toplantısında şunları söylüyordu: Kendimi iyi hissetmiyorum. Uzun zamandır mücadele ediyorum. Yaklaşık 20 aydır çok acı çekiyorum. Elimden gelen her şeyi yapıtım ama işe yaramadı. Wimbledon’da tenisi bırakacağımı düşünüyordum ama sanırım Avustralya Açık son turnuvam olacak.

Elbette Murray, bu yolda yürürken kesinlikle yalnız değildi. Tüm ülke O’nun yanında,önünde, arkasında her yerde vardı. Tıpkı Liverpool taraftarının “asla yalnız yürümeyeceksin” dediği gibi her zaman destek oldular. Ona en iyi antrenman şartlarını çocukluğundan itibaren sağladılar. İnişler çıkışlar yaşadığı zamanlarda da umutlarını korudular ve bunu her zaman hissettirdiler.

Şimdi veda zamanı geldiğinde de O’na hak ettiği saygıyı göstereceklerdir.

Murray’i belki de son kez izlemek için önümüzdeki hafta başlayacak Avustralya Açık’ı kaçırmayın derim.”

Bu yazıyı bundan tam 4 yıl önce Fanatik’te ki bu köşemde yazmışım.

Andy Murray için 2019’da ki Avustralya Açık turnuvasının son turnuvası olacağını düşünmüştüm tıpkı kendisi, ailesi ve tüm tenis severler gibi.

Ancak, bir yandan vücuduna platinler takılırken diğer yandan da İskoç kanı tenisten uzaklaşmasına izin vermediğini gördük.

Geçen dönemde sayısız ameliyatların etkisiyle yürümesi bile değişmiş kort içinde paytak paytak yürümesine alışıyorduk.

Haberin Devamı

Ama turnuvalarda acı içerisinde elinden gelen mücadeleyi yapıyordu.

Ancak, Avustralya Açık’ta önce şampiyonanın favorisi İtalyan Berretini’yi yenmesi ve son olarak da Avustralya’nın Krigos’un çiftlerde ki partneri Kokkinakis’i Avustralya Açık tarihinin 5 saat 45 dakika ile en uzun süreli 2. maçı olarak tarihe geçecek o muazzam maçta hem de 2-0 geriden gelip 3-2 yenmesi bence Grand Slam kazanmasından çok değerli olmuştur.

Murray bize, ‘bir boks maçında yere düşen değil yerden kalkamayan maçı kaybeder’ dersini öğretti.

NAL TOPLAYAN TÜRK TENİSİ

Avustralya Açık’ı izlerken Tenis Federasyonu Başkanı Cengiz Durmuş’un son günlerde bir hayli yoğun bir şekilde yazılı ve sözlü medyada yer alan röportajları aklıma geldi.

Muhtemelen bu röportajlar tenis ile ilgili ve tenisi bilenler için değil de tenis ile ilgisi olmayanlar için verildiğini düşünüyorum.

Fanatik’te Tenis Yazarı Bekir Emre de böyle düşünmüş olacak ki, köşesine taşıdığı bu röportajlarda Durmuş’un ısrarla ‘Türkiye’nin bir tenis ülkesi olduğu ve dünya bir numaralarını çıkaracağız’ sözlerinin neden imkansız olduğunu yazmış.,

Yıllar önce ‘ Eyvah oğlum tenisçi olacak’ yazılarına imza atan ve Türk tenisini bir çok açıdan yakından izleyen birisi olarak;,Grand Slamlerde ana tablo da tek bir oyuncumuz yokken, dahası elemelere dahi katılacak tek tük oyuncumuz varken, bir çok ülkenin en zayıf kadrosu ile katıldığı Akdeniz Oyunlarında kadın/erkek kategorilerinde sıfır çekerken, Davis Cup’ta Kolombiya karşısında 4-0 mağlubiyetler ortada dururken , en değerli genç oyuncularımızın ümitsizlik içerisinde Amerikan Üniversitelerine giderken nasıl oluyor da dünyada bir tenis ülkesi oluyoruz anlamadım doğrusu.

Son 10 yıldır Eurosport’da tek bir Türk tenisçisini izleyemediğimizi eklemeliyim.

10 yıldır bu ülke de adam akıllı Almanya’da , İtalya’da olduğu gibi Türk Tenis Ligi kurulması için çaba gösteren birisi olarak, göstermelik bir haftalık organizasyonu lig diye sunulmasını mı diyelim.

Tabii bir de Başkan’ın - hiç kimsenin bilmediği- bir sistem kurduğunu ve bu sistemle Türk tenisinin şahlanacağını okuduğum da benim de aklıma hemen ‘nal toplayan at’ hikayesi geldi.

Rahmetli Ferruh Bozbeyli'nin hangi sonucu alırlarsa alsınlar her seçim sonrası kendini başarılı gören siyasetçiler için anlattığı fıkrayla yazıya son verelim: "Karadenizli atçılığa merak sarmış, safkan atlar satın almış, en pahalı jokeyle anlaşmış, ahırlar tutmuş. Velhasıl hiçbir masraftan kaçınmamış. Ve yarış günü gelmiş, çatmış! Bizim Karadenizli elinde dürbün ailesi ile birlikte hipodromda yerini almış. Tam atlar finiş çizgisine yaklaşırken bizimkinin atı nal topluyor... Buna rağmen büyük bir heyecan ve coşku içerisinde ayağa kalkar, bütün gözler onun üstündedir ve bağırmaya başlar: Uyyy gözünü sevdiğimin hayvanı, kattı önüne hepsini kovalıyor..."

Son sözü Bekir Emre’ye bırakayım:

“Başarı gerçekler üzerine inşa edilir, hayaller değil”

YORUM YAZ