MENÜ

İşgal altında İstanbul

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Britanya topraklarında doğan futbolun, endüstri devrimi sonrası güçlenen işçi sınıfının bedensel enerjisini kontrol altında tutarak, krallığa karşı olası bir başkaldırıyı engellemek için kurgulanmış bir oyun olduğuda söylenebilir. İnsanları peşinden koşturan ve her geçen gün daha da ilgi odağı haline gelen futbol ve diğer “Ada” kökenli spor dalları 19. yüzyılın ortalarından itibaren İngilizler’in işgal ettiği veya sömürgeleştirdiği tüm coğrafyalarda yaşayan yerel halkların İngiliz Emperyalizmi’ne uyum süreci için kullanılan önemli bir sosyal argüman haline getirilmiştir.

Başta futbol, rugby ve kriket olmak üzere İngiliz sporları dünyanın hemen her ülkesine aynı yöntemlerle girmiştir. Önce İngiliz tüccar veya denizciler tarafından tanıtılırlar, sonra o coğrafyada yaşayan Birleşik Krallık vatandaşları bu “aristokrat ve elit” oyunları kendi aralarında oynamaya başlarlar. Süreç yerel halkın içinden seçilmiş kompradorların devreye girmesiyle devam eder. İşgal altında olmaktan ya da sömürüden patlama noktasına gelen halkın “daha sağlıklı” bireylerden oluşması adına bu spor dalları ülke gençlerine özendirilir. O dönemlerde yerel takımların İngilizleri yenmesi büyük bir askeri zafer gibi algılandırılır topluma. Böylece bir şekilde halkın “gazı” alınmış olur. Kriket ve Rugby hala İngiliz Milletler Topluluğu’nun en gözde sporlarıdır. Futbol ise İngilizlerin kalıcı olamadıkları topraklara hediyesidir. İngilizler gittikten sonra kompradorlar onların temsilcisi ve aracısı olarak siyasi, kültürel, ticari ve de sportif alanlarda görevlerini her daim ifa ederler.

Ekmeği İngilizler yer!

Yüz yılı aşkın zamandır spor dünyasında sistem böyle çalışır. Bunun en taze örneğidir 2010 Dünya Kupası. İngiliz Milletler Topluluğu’nun üyesi olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ev sahipliğini yapacağı organizasyonun neredeyse tüm alt ve üst yapı organizasyonu İngiliz şirketler tarafından üstlenilmiştir. Güney Afrika’nın tanıtımı açısından çok önemli bir fırsat gibi sunulan kandırmacanın ekmeğini İngilizler yer, kalan kırıntıları da Mandela’nın halkı. 6 Milyon AIDS hastası ve bu hastalıktan yıllık 756 bin kişilik ölüm oranı ile dünyanın zirvesinde olan Güney Afrika, 31,7’lik suç oranı ile de dünyanın en tehlikeli ülkesi konumunda. 2011 yılı kuvvetle muhtemel tüm dünyada AIDS’in tekrar hortlayacağı yıl olacaktır. Ama olsun spor ülkeleri ve kültürleri tanıtma adına en büyük mecralardan biri değil mi? Yeter ki İmparatorluğun güneşi hiç batmasın.
Durum ülkemizde de çok farklı değil aslında, dünya spor endüstrisinin iş verenleri Türkiye’nin de ekmeğini kimseye kaptırma niyetinde değil. Bu büyük ağaların işlerini onlar adına ülkemizde takip eden birçok tacir “spor adamı” var. Bunları global karar vericilerin hemen eteğinde görebilirsiniz ya da el pençe divan devlet büyüklerinin her daim yanında.

Oturdukları koltuklardan emrivaki olmadan ayrılmazlar, yerlerine adam yetiştirmezler ki saltanatları uzun sürsün, tek ve mutlak gücü kimseyle paylaşmasınlar. Ülke sporunun gelişimi adına en önemli engellerin başında gelirler ancak dışarı verdikleri görüntü bunun tam tersidir. Bu zihniyetin iki büyük anıtı vardır İstanbul’un iki yakasında, biri olası olimpiyatlardan en az 18 yıl önce tamamlanmış Olimpiyat Stadı diğeri Formula 1 yarışlarının yapıldığı İstanbul Park. Olimpiyat Stadı, Türk halkının sırtına yüklenmiş koca bir kambur ve utanç abidesi olarak spor tarihimize kazık kakmıştır.

İstanbul Park’ın potansiyeli
Ancak İstanbul Park hala bu ülke insanı ve sporu adına çok önemli bir potansiyeli içinde barındırıyor, tabii ki İngiliz müstemlekesi gibi davranmadığımız sürece. Çevre yolları, alt ve üst yapısı ile beraber yaklaşık 300 milyon dolara mal olan İstanbul Park, Türkiye’nin tanıtımı adına senede iki gün Formula 1’e ev sahipliği yapıyor. İşgal altındaki İstanbul’u anımsatır şekilde tesisin işletmesi “Bu Türkler beceremez” mantığı ile dünyada eşi benzeri görülmemiş biçimde F1’in patronu Bernie Ecclestone’un kontrolüne bırakılmış durumda. Pazarlama dahisi İngiliz, Formula 1’i dünyanın en çok izlenen ve en prestijli spor organizasyonlarından biri haline getirip inanılmaz bir ekonominin tepesinde oturuyor. İstanbul Park’ın işletilmesinden elde edilecek birkaç milyon doları da umursadığını söylemek saflık olur. Formula 1’in İstanbul ayağı Türkiye için önemli bir kazanım. Öyle anlatıldığı gibi on binlerce yabancının akın ettiği, ekonomimize büyük katkıları olan bir organizasyon değil. Ülke tanıtımı açısından da fayda-maliyet analizi yapılırsa çok büyük katkıları olmadığı da gözlemlenecektir. Formula 1 yapıldığı şehre ve ülkeye prestij kazandıran bir spor organizasyonudur, aynı Olimpiyatlar gibi.

Bu tip organizasyonların ana amacı yapıldıkları şehre ve ülkeye sportif miras bırakmalarıdır, ülke çapında sportif kalkınmanın itici gücü olmalarıdır.

Sorun acilen çözülmeli
Motor sporlarının gelişimi adına büyük bir fırsattır İstanbul Park, tabii amaç ülke sporunu geliştirmekse.
Yüz milyonlarca dolara mal olmuş, senede 5-10 gün çalışan bir beton yığınından, halkın ve motor sporları tutkunlarının cazibe merkezi haline getirilmesi gereken canlı bir organizmaya dönüşmeli İstanbul Park.
Motor sporlarında bu toprakların yetiştirdiği en büyük sporcu olan Kenan Sofuoğlu’nun dünya şampiyonluğunu kendi halkının önünde, kendi topraklarında kazanmasını görebilmek için ve onun açtığı yolda ilerlemek isteyen Türk gençlerinin umutlarını köreltmemek adına İstanbul Park sorununun acil çözüme kavuşması gerekmektedir.

İngiliz’i kızdırmayalım diye Kenan Sofuoğlu ve onun takipçisi olacak bu ülkenin gençlerine fırsat verecek kudreti kendimizde bulamıyorsak, 6 Ekim’i niye kutluyoruz?

YORUM YAZ