Arama

Popüler aramalar

Unutma, unutulursun

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Tam 8 yıl geçmiş üzerinden... O zaman doğan bebeler, şimdi okullu; çocuklar genç, gençler anne-baba, anne-babalar da nine-dede olmuşlar. Hayat çoğumuza göre su gibi akıp gitmiş. Nasıl bir kaç yıl daha yol kat ettiğimizi anlamamışız bile, sonsuzluğa doğru kayıp giden yaşam serüvenimizde. Ama bazılarımız için öyle mi? Örneğin; 17 Ağustos 1999 depreminde hayatları sonsuza kadar değişen insanlarımız için. Onların günleri de bizimki gibi göz açıp kapayıncaya kadar akıp gitmiş midir? Sanmıyorum. Zira, onların zamanı ile bizim zamanımız artık aynı zaman değil. O meşum geceden sonra onlar için zaman ağır aksak ilerliyor. Kaybettiklerinin acısı, her an, her dakika yüreklerini kor ateş gibi dağlarken, zaman akar mı? Tam 8 yıl geçmiş; içimizden bazılarının, aniden patlayan bir gürültünün ardından moloz yığınları altında kalarak aramızdan ayrılmasının üzerinden. Onlar, geride acı, gözyaşı ve alt-üst olan yaşamlar bırakarak bir ışık huzmesinin içinde kaybolup gittiğinden beri aslında bu ülkede çok şeyin değişmesi gerekiyordu, ama değişmedi. Bir kaç haftalık üzüntü ve sahte kederin ardından yine günlük gailemizin içine gömüldük. Ve unuttuk. Sanki hiç olmamış; sanki hiç yaşanmamış; sanki gidenler gitmemiş, kalanlar kendi kaderine terkedilmemiş gibi. O yangının dumanı, bugün deprem bölgesinde hala tütüyor. Bizim ise duyarsızlığımız had safhada. Tarihimizin en büyük trajedilerinden birinin yıldönümünde gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına bir bakar mısınız? Kelepçeli bir mankenin karanlık yaşamı tefrika olurken, 17 Ağustos depremi öylesine geçiştirildi, gitti. Üstelik daha heybetli, daha korkunç yeni bir trajedi kapımıza dayanmışken... Sadece basın mı? Ya devlet, kurumlar, kuruluşlar?..Ya siz?..Bakıyorum da, modern toplumlar 80-100 insanını kaybettiği bir olayın yıldönümünü yas ilan ediyor. O gün, kaybettiklerini top yekün anıyorlar, birbirlerinin acılarını paylaşıyorlar; yaşanan trajedinin bir daha yaşanmaması, eğer kaçınılmaz ise yaratacağı hasarı en aza indirgemek için önlem alıyorlar, alınan önlemleri artırıyorlar. Ama biz?..On binlerce insanımızı kaybettiğimiz, on binlercesinin ise yokluğa, yoksulluğa mahküm olduğu o korkunç olayın yıldönümünde televizyonlarda dansöz oynatıyoruz, müptezel bir şarkıcının üzerine dolar yağdırıyoruz. Ve o rezillikleri seyrediyor, reyting patlattırıyoruz. Siyaseten dehşet verici bir ayrışmaya gidiyoruz, futbol sahalarında birbirimizin gırtlağına basıyoruz.Ülkemiz, yeryüzünün en güzel coğrafyalarından birinin üzerinde kurulu. Lakin bu güzelliği yaratan devasa depremlerdir. Milyonlarca yıldır yaşanan alt-üst oluşlar, üç yanı denizlerle çevrili böylesi bir cenetti ortaya çıkarmıştır. Dünya durdukça ülkemizde daha nice depremler olacaktır. Yakın bir geçmişte 17 Ağustos’u gördük. Pek de uzak olmayan bir gelecekte, belki daha büyüğüne tanık olacağız. Eğer bugün başkalarının acısını kendi acımız bellemezsek, yarın da bizim acımız, “bizim acımız” olarak kalır. Biz unutursak, bizi de unuturlar.Bunu da unutma!..Konya’da açan çiçekler...Geçtiğimiz haftasonu oynanan Konyaspor-Kayserispor maçı öncesi iki takım da, rakip takım forması giyen çocukların ellerinden tutarak seremoniye çıktılar. Birlikte İstiklal Marşı okudular, fotoğraflar çektirdiler. Avrupa liglerinde aşina olduğumuz bu ritüelin ülkemizde ilk kez olması mutluluk vericiydi. Futbolcular ve çocuklar uzun süre alkışlandı. Tribünlerde tansiyon bir anda düştü, centilmence başlayan maç, aynı şekilde sona erdi. Ben burada Futbol Federasyonu’na çağrıda bulunacağım: Tüm takımlar çocuklarla birlikte sahaya çıksın. Bu, geleneksel hale getirilsin. Göreceksiniz, çok faydası olacak. Düşünsenize; Fenerbahçeli futbolcular Galatasaraylı, Galatasaraylılar da Fenerbahçeli çocuklarla el ele... Aradaki düşmanlık bu boyutta olur mu? Hiç bir şey bir çocuğun saflığı kadar etkileyici değildir.