MENÜ

Kaybetse de kazanmalı!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Ben, kulüplerin yayın organları gibi ‘resmi suratlı dergi’lere karşı, oldum olası mesafeliyimdir. Başta, bir grup Beşiktaşlı’nın çıkardığı ‘Serencebey’e de böyle yaklaşıyordum. Bir futbol dergisi için fazla kaliteli gelmişti gözüme... Sonra okudukça ısındım, ısındıkça sevdim. Fakat son sayılarının arka kapağı beni meftun etti dersem, abartmış olmam. Yazının başlığı “Viva St.Pauli”ydi. Hamburg’un güzide semti Saint Pauli, dünyada taraftarı olduğum üç beş takımdan biridir. Bir çırpıda okudum yazıyı. Yetmedi; bi daha okudum, bu yazıyı yazarken de bir kez daha okudum... Öneririm, bulun okuyun... Kendini bir takımın taraftarı olarak tanımlayan herkes, bir yerlerden bulup okusun. Hangi takımı tutarsanız tutun, St.Pauli taraftarlarından öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki.. Onların takımlarıyla kurduğu ilişkiyi okuyunca, küme düşmenin ya da şampiyon olmanın aslında o denli de anlamlı olmadığını da kavrıyor insan... Normalde Galatasaray! Bu yazıyı, Beşiktaş-Galatasaray maçı öncesine denk gelmesi açısından da çok önemsedim. Malum, Yıldırım Demirören-Adnan Polat kan kardeşliğinin yarattığı ‘olumsuz bir havada’ gideceğiz bugün İnönü Stadı’na... Ve yine malum, Galatasaray bu maçı mutlaka kazanmak zorunda... Ve benim öteden beri iddia ettiğim bir şey; bu tip maçları kazanması gereken kazanıyor... Ve yine bana ait bir iddia; bu yıl iki takımın da neredeyse İstanbul’daki tüm maçlarına gittim ve gördüğüm şu ki, bir futbol takımı olarak Galatasaray Beşiktaş’tan daha iyi durumda... Utandırmamalılar... Bütün bu verileri birbirine eklediğimde, maçın sonucuna etki edecek en önemli şeyin Beşiktaş tribünü olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş taraftarı bu maçı, Başkanı’na rağmen kazanmak için çıkacak tribüne... Takımından tek istediği ise çıkıp kendilerini utandırmayacak bir oyun oynaması... Beşiktaş bu maçı kaybedebilir de, ama öyle top oynamalı ki, geri en küçük bir leke kalmamalı... Adnan Polat’a inat! Bir de gönlümden geçen şu ki; Beşiktaş taraftarı eğer becerebilirse, yeni açığın ve eski açığın yarısını, bu tribün meselesinin mucidi olan Adnan Polat’a ders olsun diye Galatasaray taraftarına ayırmalı... Böylece, yöneticilerin taraftar üzerindeki ablukasının dağıtılması için de ilk adım yine İnönü’de atılmış olur. İzmir’deki son maçta eşit bölünmüş tribünler önünde oynamanın, futbolu nasıl zenginleştirdiğini gördük. Taraftarı olduğumuz takımı izlemek gibi bir hakkımız var. Bu hakkı yöneticiler elimizden alıyorsa, biz birbirimize verelim... Hani her maçtan önce kravatlı yöneticiler derler ya ‘dostluk kazansın’ diye... İşte biz bunu yapmayı becerirsek, o zaman dostluk kazanır... Hem de ilelebet...

YORUM YAZ