Hayde eğlenun hayde!

Kazım’ı Kazım yapan onlarca halden biri de kuşkusuz ki Trabzonspor taraftarı oluşuydu. Futbolu da severdi Kazım hepimiz gibi, hayatı da...
Haberin Devamı ›
Futbol malum nicedir kendi sevincinden öte başkalarının üzüncünün/acısının eğlenceye katık edildiği bir oyuna dönüştü. Kazım da görmüştü yaşarken bunları, biz yaşayanlar hâlâ görüyoruz.
Oysa, mağlubun ‘Hayde’ ile ‘ti’ye alınmaya çalışıldığı Saracoğlu Stadı, insan acısının en keskin yaşandığı yerlerden biridir. İki sezon önceydi... Bu pazar gecesi ‘Hayde’nin yükseldiği hoparlörlerden o gün yanlış anons yapılınca yüzlerce insan sahaya akıp çimler üzerinde ‘timsah yürüyüşü’ yapmıştı coşkuyla... Son anda gelen şampiyonluğu kutluyoruz sanıyorlardı. Gerçeğin ortaya çıkması uzun sürmedi ve o ‘timsah yürüyüşü’ fotoğrafları günlerce bir başka ‘mizah’a konu oldu..
O günlerde “Bir Fenerli’nin Acısına Bakmak” başlığıyla yazdığım yazıda şöyle demişim; “Başkasının acısı, hüznü üzerine neşe, eğlence kurmak olsa olsa biz ‘medenilere’ özgü bir hal olmalı... Her şeyi eğlence malzemesi haline getirebilen, eğlencenin olmadığı bir hayatı anlamsız bulan bu hal, hüzne, eleme burun kıvırdığından birilerinin acısını da gülünç bir malzemeye dönüştürmek için çırpınıyor...”
Haberin Devamı ›
O gece o statta ‘ayağı taşa değen’ Fenerliler, önceki akşam bir başka yerde üzülenleri eğlence malzemesi yapıp, ‘nasırlarına basarak’ acıtmaya çalışıyorlardı. Kuşkusuz ki aralarında bu cümbüşe katılmayan ‘aksiler de vardır’, onları tenzih ederim...
Oysa kazanılmış bir maçın ardından kendi kavillerince eğlenip, galibiyetlerini hep yaptıkları gibi ya da yeni bir şeyler yaparak doyasıya kutlayabilirlerdi.
Maç sonu Trabzonspor Başkanı Sadri Şener, “Rahmetli Kazım Koyuncu’nun şarkısının maç sonu çalınması hiç hoş değildi. Fenerbahçe camiasına yakıştıramadım” diye sitem ediyordu.
TRT Spor’da yaptığımız ‘Spor Manşet’e gelen ve başkalarının hüznünü anlamamız için ‘acıyı ters yüz etmemizi’ öneren Gökhan adlı arkadaşın twitinde ise şunlar yazıyordu; “Avni Aker’de Trabzon galip gelse ve ‘Şu Metris’in Önü Bir Uzun Alan’ çalınsa düşünceleri ne olurdu acaba?..”
Ne diyordu Gülten Akın ‘İlkyaz’da... “Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya...” Şimdi denecek ki, “Basit bir olaydan çıkara çıkara bunu mu çıkardın? Bu düpedüz demogoji...” Bunu diyecekler belki haklı da. Çünkü, biz hâlâ başka bir oyunu izliyor, başka bir oyunu seviyoruz...
Kural dondurulmuş meyve midir?
Maç içindeki kararları çok tartışıldı ama Cüneyt Çakır en çok da ‘hukuk’ ile ‘aklı’ ve ‘vicdanı’ uluşturamadığı için kötüydü bu maçta. ‘Elit hakem’likten, ‘büyük hakemliğe’ geçmek için fırsat bir kaç metre önündeydi. Futbolun yakışıklısını oynayan Gökhan Gönül, ısrar ediyordu Çakır’a insana yakışır bir edayla; “Aykut bana bir şey yapmadı hocam” diye... Yani diyordu ki, “Ortada suç yok.” Yine de kitabi kuralları ve ‘çatık kaş otoritesi’ni her şeyin önüne koyan Çakır, okuduklarımıza göre, niyetini bozuk bulduğunu belirttiği Aykut’u ‘suçlu’ bulup söküp attı sahadan. Bir benzerini Mustafa Kamil Abitoğlu Bursa’da yapmıştı Turgay Bahadır’a. Golü geçersiz saymadan önce “Top eline çarptı mı?” diye sorduğu Turgay’dan “Çarptı” yanıtını alınca sarı kartına sarılmıştı. Hukukun sadece yazılı kurallardan ibaret olduğunu sanmak ve akıl ile vicdanı kitaba havale etmek, hakemin de hakimin de en büyük tuzağıdır. Hukuk, yenilenen durumlara göre akla ve vicdana bağlı kalınarak her gün yeniden yeniden yazılabilir... Çünkü kimse aynı suda iki kez yıkanamaz.
‘Akıl’ ile ‘vicdan’ın aynı şeyler olduğunu unutmadan, Cüneyt Çakır ve Mustafa Kamil Abitoğlu’nun ‘tanıklara rağmen’ yapamadıklarının yapılabileceği o ‘örnek maçı’ özlemle beklemeye devam ediyoruz.