Arama

Popüler aramalar

Futbolun gözyaşları

Abone OlGoogle News

Geçtiğimiz hafta başı Yıldız Üniversite’sinde ‘ÜniBJK’lı arkadaşların düzenlediği ‘endüstriyel futbol’ konulu panelde İbrahim Altınsay, Ferudun Düzağaç ve Mert Aydın’la birlikte ‘anlatıcı masası’ndaydım. Dilimin döndüğü aklımın erdiğince ‘endüstriyel futbol’ üzerine ahkam kestim.

Haberin Devamı

Bir yurttaş olarak taraftarın futbol aracılığıyla nasıl ehlileştirilmeye çalışıldığını, iktidar sahiplerinin onu nasıl biri olması konusunda statlarda ne tür eğitimlere tabi tuttuklarını, ultra modern stadyum projelerinin ne anlama geldiğini, o statlara gideceklerden nasıl bir ‘tüketici/taraftar’ modeli kurulmak istendiğini, takımını seven, ona bağlı olan ‘üreticilerin’, nasıl sevgilerinin ‘tüketicisi’ haline dönüştürülmeye çalışıldığını anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce.
Bilmiyorum etkisi oldu mu? Çünkü, gelen soruların çoğu ‘resmi futbol ideolojisi’nin dayattıklarının tekrarından öte değildi.

“Takımın haklarını savunmak, hakemler, yorumcular” gibi incir çekirdeğini doldurmayacak konularla da meşgul olmak isteyenler yok değildi çünkü. Onlar ‘resmi futbol’ konuşalım derken ben, “akıl, bilgi, cesaret, itiraz, isyan” kavramlarını havalarda uçuşturdum. “Dünyayı yeniden kurmak için futbol aklımızın almayacağı kadar fırsat veriyor” gibisinden parlak cümleler kurmayı da ihmal etmediğimi sanıyorum. Ettiysem de şimdi burada söylüyorum.
Bunları söylerken sadece içinde bulunduğum Beşiktaş tribününü değil, tüm taraftarları geçiriyordum gözümün önünden.

Haberin Devamı

Ama heyecanımın tekzip edilmesi gecikmedi. Fenerbahçe tribünü daha o hafta sonu Kocaelispor maçında, biz muhaliflere inat ‘endüstriyel futbol’ adına göstere göstere 90’a taktı topu. Kale arkası tribünde taraftarın üzerini boydan boya örten Cem Yılmaz karikatürlü reklam pankartı açıldı şak diye.

Tribüne muhalif bir pankart sokmak uzaya araç göndermekten daha zorken, binlerce insanın bir reklam afişinin altında toplanması, onların bunun gönüllüsü haline gelmesi, sevgilerini tüketimin nesnesine dönüştürerek alışverişe sunmaları anlamanı da geliyordu ki, biz ‘endüstriyel futbol’ karşıtlarının anlatmaya çalıştığı şeyin tam da kendisiydi olan biten.

Şimdi burada reklama karşı olmak gibi ‘ileri romantik’ ve günümüz için bir o kadar da irrasyonel bir duruşu savunacak değilim elbette. Ancak, reklamla tüketici arasındaki ilişki karşı karşıya gelme ilişkisidir. Doğal olarak reklamın ‘tüketici’ tarafından denetlenebilir ve test edilebilir olduğunu düşünenlerdenim. Bu örnekte gördüğümüz ise, reklam ile alıcının ‘iç içelik’ halindedir. Bu benim kafamdaki taraftar kavramını fersah fersah aşar. Taraftar futbola ‘oyun’ olduğu için, takımı için, sevdası için bağlanır. Taraftarlık ürün satmaya dönüşürse futbolun kalbi ağrır, gözü yaşarır. Yanlış mı düşünüyorum?

Yoksa ben, buzları taze çözülmüş eski çağlardan kalma bir dinozorum da, kendi mi insan mı sanıyorum?