Arama

Popüler aramalar

Anlamazdın (*)

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Bu yazı bir önceki gibi değil, doğrudan futbolla, bu ülkede futbolun ve hayatın nasıl algılandığı, daha doğrusu her şeyin nasıl anında ‘yanlış algılandığı’yla ilgili bir yazı.
Okuyanlar hatırlar, önceki yazıda SkyTürk’teki ‘Karşı Saha’da söylediklerim için Şansal Büyüka’nın ‘Maraton’da epey içerlemiş olduğunu yazmıştım. Hatta epey şaşırmıştı Büyüka.. Sağolsun, Erman Toroğlu, “Götürmüşlerdir hocamm” derken o, gazeteciliğimizden, insanlığımızdan sitayişle söz etti.

Peki, ben ne demiştim?
Aralıklarla yaptığım iki konuşmadan ilkini hülasa edersem, demiştim ki; “Gazetecilerin futbol adamlarıyla aynı ortamlarda olmaları kadar anlaşılır bir durum yoktur. Ne var ki, bizim ülkede futbola dair dil o kadar kirlenmiştir ki, herkes her şeyi yanlış anlayabilir ve tersten okuyabilir. O nedenle, önemli mevkiilerdeysek ilişkilerimize dikkat etmemiz gerekir, ki, ileride yanlış anlaşılabilecek sonuçlar doğmasın..” Örneğim de şuydu; “Ben biliyorum ki, Beşiktaş’ın hocası Mustafa Denizli ile Federasyon Başkanı Mahmut Özgener kadim dosttur. Ancak artık toplumsal pozisyonları değişmiştir. Üst üste iki yemekte buluşmak, belki bu yemekleri bir gelenek haline getirmek ve bunların kamuoyuna malolması, ileride Beşiktaş lehine kaldırılacak hatalı bir kaç ofsayt bayrağı ya da hakemin süzemediği hatalı bir kaç golde farklı algılara neden olabilecektir. Bunun dışında, bu sıklıkta yenen yemeklerden bazı hakemlerin kendilerine ‘görev’ çıkarmaları ihtimali de yok değildir. Çünkü, bu ülkenin futbol algısı, ben böyle düşünmesem bile, artık zehirli bir dilin avcunun içindedir. İşte bu dikkat edilmesi gereken bir şeydir.” İkinci bölümde ise; “Şansal Büyüka’nın yönettiği Lig TV’de yorumculuk yapan teknik direktörlerin sezon ortasında ligden takım almaları doğru değildir. Ahlaki olan sezonun bitmesini beklemektir, tersi durumun Lig TV’deki gücün olumsuz kullanıldığı izlenemi yaratacağına dikkat etmek gerekir” demiştim. Çünkü, federasyon odalarında ‘iş bekleyen’ teknik direktörlerden hepimiz haberdarız.. İşte buydu söylediklerim.

Dün Erman Toroğlu’nu okudum Hürriyet’te.. Ben ‘Maraton’un tekrarını izlediğimde duymamışım, atlamışım demek ki... Demiş ki Toroğlu, Büyüka’ya “Neden bu yemekleri daha sık yapmıyorsunuz?” yanıt ise “Dedikodular yapılıyor hocam” olmuş.
Tam da bundan bahsediyordum.. Şimdi sormazlar mı adama, “Canlı yayında dedikodu mu olur?” diye. İşte ‘kirlenme’ dediğim, ‘tersten okuma’ dediğim, ‘burnunun dibinde söyleneni anlamama’ dediğim buydu.
Geçen akşam Anadolu Hisarı’ndaki Dere Balık’ta oturduk laflıyoruz, ikisini yeni tanıdığım dört arkadaş. Ben Çağan Irmak’ın ‘Issız Adam’ına getirdim konuyu. Burcu’nun finale doğru kopup ağladığından, bir taş kalpli olmalıyım ki ‘o muhteşem ayrılığa’ ağlamadığımdan söz ederken bir soru çıktı ortaya, “Neden ağlıyoruz biz Çağan Irmak filmlerinde?” diye.
Yanıt Hakan Can’dan geldi, bence muhteşemdi. Noktaydı. Benim de ağladığım ‘Babam ve Oğlum’ için dedi ki; “Filmde kötü hiç kimse yok, tek bir karakter bile. Orada bizi ağlatan hayatın kötülüğüydü be abi...” Hiç düşünmemiştim, vuruldum.
Futbol da öyle mi acaba? İnsanlar iyi de, oyun mu kötü? Yoksa, oyun iyi de, hayat mı kötü? O nedenle mi hep anlaşılamama, ağlama sınırındayız?

(*) Bu yazıyı yazarken tekrar tekrar dinlediğim ‘Issız Adam’da Ayla Dikmen’in söylediği muhteşem şarkı.