Arama

Popüler aramalar

Altı yıl önce yine bu ay...

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Yıl 2006. Ağustos’un 25’i. Beşiktaş İnönü’de Konyaspor ile karşılaşıyor. Maçın henüz başında ‘çiçeği burnunda’ Beşiktaşlı Burak Yılmaz hepimizin gözü önünde eliyle düzelttiği topa vurup golü yapıyor. Pozisyon maçın hakeminin gözünden kaçınca tahmin edilebileceği gibi ortalık “Gooolllll” diye yıkılıyor!

Ben bu maçın ardından Fanatik’te “Beşiktaşlı elle gol atmaz” babından bir yazı yazıyorum.
Yazıda ‘doğru oyun’un ‘kazanmak’tan daha kıymetli olduğundan, tuttuğumuz takımdaki bu tip ‘kısa ve doğru olmayan yollara’ meyleden oyuncuların ‘eleştirisinin doğru yapılmas’ının iyi insan/iyi taraftar olmanın zorunlu sonucu olması gerektiğinden ve bu durumun hem futbolu hem de hayatı zenginleştireceğinden söz ediyorum.

Tahmin edileceği gibi yazıya tepki olarak gelen maillerde ne ‘Beşiktaş düşmanlığım’ kalıyor, ne Fenerbahçe ya da Galatasaray hayranlığım...

O maçın ardından Burak Yılmaz’a karşı Beşiktaş taraftarının önemli bölümünün bakışı değişmişti kuşkusuz ve tribünle yıldızının bir türlü barışamamasının miladı da o maçtır diyebilirim.

Zaman aktı, yıllar geçti... Hepimiz biraz daha büyüdük. Hatta ben büyümeyip yaşlandım.
Muhtemelen o gün o statta olanların bir bölümü benim gibi geçen hafta sonu yine trübündeki yerini aldı. İşler maç öncesi ‘tahmin edilenden daha iyi’ giderken Burak Yılmaz içeri daldı ve hakemlerin ortak kararı olarak penaltı düdüğü çalındı.

Daha penaltı vuruşu yapılmadan televizyon başındaki pozisyonun tekrarını izleyen arkadaşlar cep telefonu mesajlarını yağdırıyorlardı; “Hem alakası yok hem de zaten pozisyon dışarıda...”
Beşiktaşlılar da haklı olarak isyan ediyorlardı. Öyle ki yöneticilerden birinin locada hırsından camları yumrukladığını okuduk gazetelerden.

Yani 6 yıl önce yine ‘Burak Yılmaz/hakemler’ merkezinde gerçekleşen hadise bu kez tersine cereyan etmişti.

Eğer 6 yıl önce Beşiktaş taraftarının ‘kanaat önderleri’ o pozisyonu sineye çekmek ve Burak Yılmaz’ı ‘geliştirici yönde eleştirmeyi’ becerebilseydi bugün belki de her şey bambaşka olacaktı. Burak Yılmaz gibi zaman içinde kendini geliştirerek çok iyi oyuncu mertebesine ulaşan biri belki bu pozisyonun ardından geçmiş pişmanlığı hatırlayacak ve geçen yıl TFF Dergisi Tam Saha’da Konya maçı için söylediklerini pazar günü hayata geçirebilecekti; “Konyaspor maçında topu elimle kontrol edip golü attıktan sonra en büyük hatam, yaptığım yanlışı bile bile Konyaspor taraftarından, hatta tüm futbol camiasından özür dilemememdir. Golden sonra hakeme gidip “Hocam golü elle attım” dememi beklemek ne kadar gerçekçi olurdu bilemiyorum. Çünkü o zaman 20 yaşındaydım ve büyük bir camiaya yeni gelip ilk golümü atmıştım. Ama sonrasında bu hatadan dolayı özür dileyebilirdim. İşte bu hatadan sonra insanların bana bakışı çok değişti. Sonrasında çok daha iyi maçlar oynadım ama ayağımın en ufak bir tökezlemesinde yine o olay karşıma çıktı. Bence de insanların bana bakış açısı Konyaspor maçından sonra değişti.”

Yani, yine olmadı... Tersi olsa, yani Burak Yılmaz Beşiktaş’ta oynasa ve bu pozisyon Galatasaray aleyhine verilse o stat yine ‘bayram yeri’ne döner bir gün sonra da çoğunun ‘sesi çıkmazdı.’ İşte bu kesif futbol iklimidir oyuncuyu ‘dilsiz’ bırakan. Aynı iklim bizi de Kesmeşeker’in şahane şarkısında söylendiği gibi ortada koyuyor; “Metin Kurt gibi yalnızız / ceza sahasında...”

Diyeceğim o ki, meseleyi Burak Yılmaz’a yıkmak bize ait sorumluluktan kaçmaktır. ‘Ceza sahası’ içinde çoğalmak için hepimizin birbirimizden sorumlu olduğunu aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekir... Yoksa ‘birine kızmak’ en kolayı!