Arama

Popüler aramalar

Sıra Latinlerin mi?

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı


Dünya Kupası'nda ilk tur maçları geride kaldı. Yeniliklerle dolu Brezilya 2014, tarihin gördüğü en güzel, en gollü, en izlenilesi turnuvalardan biri olmaya aday dersek sanırım hiç de abartmış olmayız.
Hiç şüphe yok ki, ilginç bir bir turnuva izliyoruz. Dilerseniz bu ilginçliklere geçmeden önce mutlu son isteyen patronlara bir göz atalım. 1962'den 2010'a kadar kıtalar kendi aralarında anlaşmışlarcasına Dünya Kupası'nı sırayla alıyorlardı. (Brezilya (62), İngiltere (66), Brezilya (70), Almanya (74), Arjantin (78), İtalya (82), Arjantin (86), Batı Almanya (90), Fransa (98), Brezilya (2002), İtalya (2006), İspanya (2010) Fakat İspanya, Güney Afrika'da bu geleneği bozarak kupanın üst üste 2 kez aynı kıtada kalmasını sağladı.

Tarihte 9 kez Latinler, 10 kez de Avrupalıların bu kupayı kazandıkları düşünüldüğünde sıranın Amerika kıtasında olduğu söylenebilir. 2014 başlarken en büyük favori tabii ki ev sahibi Brezilya'ydı. İlk tur bitiminde en büyük olmasa da hala favoriler. Ama Almanya'nın değişen yüzü, Hollanda'nın sağlam duruşu Neymar ve arkadaşlarını korkutmuyor değil. İstatistikler kupanın sahibini belirler mi bilinmez ama Brezilya'nın şampiyon olmak için bir Avrupalı kadar sert, bir Latin kadar kıvrak olması şart.

2. turda Amerika kıtasından 8, Avrupa'dan 6, Afrika'dan da 2 takım mücadele verecek. ABD'yi bir kenara koyalım, kalan 7 orta ve Güney Amerikalı, bir Latin'den ziyade Avrupalı gibi oynuyor. Sertliğini İtalya Ligi'nden alan Kolombiya, Messi'yi bir kenara koyarsak Arjantin, Neymar dışındaki Brezilya, kompakt yapısıyla Meksika ve Şili, savunma duvarıyla Kosta Rika'nın klasik bir Latin temsilcisi olduğunu kim söyleyebilir. Bu yüzden 2014'ün ana fikri, görsellik değil işlevsellik.

Şimdi gelelim Brezilya 2014'ten yansıyanlara

1- Almanya'nın dönüşümü

İtalya 90'da kupayı müzesine götürdüğünden beri Dünya Kupası'nda sadece bir kez o da bizim 3. olduğumuz 2002'de final oynayabilen Almanlar için bu turnuva dönüm noktası. Klinsman'dan sonra Alman futbolunu dönüştürmeyi hedefleyen Löw, 2010'dan bu yana her turnuvada zincire yeni bir halka ekliyor. O da tıpkı Del Bosque gibi kompleks yapmadan Pep Guardiola'nın yörüngesinde dönmeye çalışıyor.
Başarılı olan her milli takım mutlaka bir kulübün omuzlarından yükselir. Bu yazılı olmayan bir kuraldır. Milli Takımımız'ın Dünya üçüncülüğünde UEFA şampiyonu olan Galatasaray'ın etkisi yadsınamazdı, İspanya'nın 2010 ve 2012 şampiyonluklarında Barcelona'nın, İtalya'nın EURO 2012'deki finali, Conte'nin Juventus'uyla doğru orantılıdır. 2014'te de Almanya, Pep'in Bayern Münih'inin izinden gidiyor. Portekiz ve ABD maçlarında Alman Milli Takımı'nı izlerken kulübede Guardiola'nın olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Tarih boyu topla oynamayı kafasına takmadan sonuca odaklanan fizikli Alman takımının yerini artık pas oyununa öncelik veren bir ekip aldı. Gana maçında 2 gol yeseler de şampiyonluğun iksirini torbalarında taşıyorlar. En büyük handikapları yarı finalde Brezilya ile kesişecek olmaları.

2-Turuncu devrim olur mu?

Neden olmasın. Van Gaal ile Cruyff arasındaki savaşı çoğu insan bilmez. Ama onların arasındaki husumet oyunculuk dönemlerine dayanır. İkisinin yolu Ajax'ta kesiştiğinde aynı pozisyonun oyuncusu oldukları için Cruyff tercih edilir ve Gaal'e kapı gösterilir. O tercihle Cruyff çok büyük bir futbolcu olurken, Van Gaal hep gölgede kalır.

1988-96 arasında Cruyff Barcelona'da total futbolun kitabını yazarken, Van Gaal Ajax'ta devrim yapmakla meşguldü. Van Gaal Ajax ile bir UEFA bir Şampiyonlar Ligi Kupası kazanınca iki teknik adamın yolu son kez Barcelona'da kesişti ama iki düşman olarak. Barcelona başkan adayı Laporta'nın kozu Cruyff, Nunes'in ise Van Gaal'di. Nunes kazandı, Cruyff gitti, Van Gaal Barcelona'nın başına geçti.

Gaal'in olayı Cruyff'leydi. Hatta, Van Gaal'in, Cruyff'un izinden gitmemek için sistem icat ettiği bile söylenir. O yüzden Rinus Michels'in bulduğu ve Cruyff'un geliştirdiği total futbola biraz da savunma sosu katarak sistemi başkalaştırmanın bedelini kariyeri boyunca ödemiştir.

Hollanda Milli Takımı'nın başında son turnuvasını oynayan Van Gaal, kimine göre Sneijder'i oynatmak için kimine göre de değişen futbol akımına yön vermek için 5-3-2 sistemini icra ediyor. Çok da başarılı hem de. Bir sistem hocası olan Van Gaal'in isteği yetenekten ziyade taktiksel olgunluk. Gaal'in takımı, topa sahip olmayı kafasına takmayıp, kenarlardan hızlı adamlarla hücumu tercih ediyor. Bu sayede ilk turu 3'te 3 yaparak bitirdi.
Hollanda sisteminin üç temel direği var:

1- Blind-Janmaat: İki hücumcu kenar oyuncusu. Blind'in İspanya maçında Van Persie'ye yaptığı asist turnuvanın en güzeli olarak hatırlanacağa benziyor.

2- Sneijder-Robben: Oyunu Sneijder kurguluyor, Robben kilidi açıyor.

3- Sert orta saha: Aslında bu Bernt Van Marwijk'in de önceliğiydi. Van Gaal'in takımında da bir rugby takımı kadar sert olabilmek adına De Jong ve De Guzman orta yayı karartıyor.
Hollanda, 2. turda Meksika'yı geçerse çeyrek finalde Kosta Rika-Yunanistan eşleşmesinin galibiyle karşılaşacak. Bundan sonrası için önünde büyük ihtimalle Messi'nin Arjantin'ini ya da Belçika'yı bulacak. Devrim gerçekleşirmi bilinmez ama turnuvada turuncu etkisi yadsınamaz.

3- İspanya'nın iflası

Turnuva İspanya için iyi başlamıştı aslında. Xabi Alonso'nun penaltısıyla öne geçtiklerinde herkes Hollanda'yı yenmeleri bir yana kupaya uzanacaklarını düşünmeye başlamıştı. David Silva fantastik bir gol atmayı düşündüğünde maçın ibresi de İspanyol futbolunun kaderi de terse döndü.

2010'da Guardiola'nın Barcelona'sının sırtında kupaya uzanan Del Bosque, 2012'de de Pep'in ekmeğini fazlasıyla yemişti. Önünde iki seçenek vardı: Barcelona ya da Real Madrid olacaktı. O ezeli rakibi Barça'yı seçti ve kazandı.

Bosque'nin, '2014'te de tiki-taka oynayacağız' açıklamasına rağmen bir savunma takımı santrforu olan Diego Costa'yı tercih etmesi sistemin çöküşünü ateşledi. Zira İspanyol tarzını üst üste iki turnuvada ayakta tutan Pep'in total futboluydu ve tiki-taka'nın birinci kuralı kaleci haricindeki 10 oyuncunun topla oynama ve hareket kabiliyetinin üst düzey olmasıydı. Costa bu sınıfta bir oyuncu değil. Geçen sezon Atletico'da çok başarılıydı, önümüzdeki sezon Mou'nun Chelsea'sinde de çok başarılı olabilir. Çünkü bu iki takımın karakteri de savunma üzerine kurulu. Ama İspanya bu futbolu oynamıyor.
İspanya'nın alt yaş kategori takımları fabrika gibi. Del Bosque bu takımı toparlar ama seçeneğini değiştirmeli. Barcelona değil Real Madrid olabilmeli. 2013'te Avrupa Şampiyonu olan İspanya U21 takımı da öyle kazanmıştı.