Futbolcular nerede?

Haberin Devamı ›
İbrahim Üzülmez tam 12 sene Beşiktaş’ta oynadı. Tam 14 teknik adam onu sol kanatta ilk tercih olarak seçti. Belki bir kısmının ilk tercihi o değildi ama sonunda hep ona döndüler. Beşiktaş tarihinin en hızlı oyuncu sirkülasyonlarında hep tutunacak sağlam ve ağır bir kaya oldu...
İbrahim Üzülmez önemlidir. Bu ülkede az görülür bir isyanın başaktörüdür çünkü. 12 yıl böyle kalmıştır zirvede.
Bü yüzden pazar akşamı CNN Türk’te onu görünce kilitlendim ekrana. Onun söyleyecekleri önemliydi çünkü...
Çünkü o, tam 12 yıl ülkenin en zor statlarından birinde, en zor mevkilerden birinde, çok da ahım şahım olmayan yetenekleriyle tutunmayı bilmiş bir adamdı.
Her şeye kulaklarını tıkamış, sonuna kadar çalışmış, onca gelip giden oyuncu arasında hep sağlam kalmış, gelip giden onca hocanın önünde sonunda ilk tercihi olmuştu. Genç yetenekler de alınmış olsa, pahalı yabancılar da...
Sonuna kadar vermiş ve sonunda tüm bu duruma, isyana, yılmaz enerjiye seyirci en manalı lakapla cevap vermiş: Deli İbrahim...
Böyle bir başkaldırıyla kariyerini dolu dolu yaşayan ve sonunda Deli lakabını alan adamın söyleyecekleri önemlidir. Çünkü bunu yapmış olan bir örnektir. Arkadan gelenlerin onun sırrına vakıf olmaları gerekir.
Ama maalesef bu beklentilerim havada kaldı her zaman olduğu gibi.
Ve ondan da hep aynı cümleler duyuldu: “Yabancılar kayrılıyor, medya onlara iltimas geçiyor. Yerliler haklarını alamıyor...”
Bunu Hakan Şükür’den de, Sergen Yalçın’dan da, İbrahim Üzülmez’den de duyuyorsanız gerçeğimiz bu demektir. Her anlamda...
- Oyuncuların ruh halini anlamak açısından
- Ve bu hali değiştirmek açısından ne yaptıkları açısından
Çünkü futbolcuyken hiç kimse bir şey söylemezken, futbol bittikten sonra herkesin konuşmaya başlaması ve aynı şleri söylemeleri manidardır.
Yani hak savunması yerine şikayetçi olmak.
Konuşman gereken hiçbir zaman konuşmaman gibi...
Tıpkı bir aydır olduğu gibi...
Ülke 1 ayı aşkın zamandır şike dalgasıyla kasıp kavruluyor.
Taraftar konuşuyor, protesto ediyor.
Medya konuşuyor, protesto ediliyor.
UEFA, FIFA fikrini söylüyor.
Savcılar, emniyet konuşuyor...
Federasyon kunuşuyor.
Kulüp yönetimleri konuşuyor.
Neredeyse top, kale konuşacak ama futbolcular suskun...
Futbolcuların örgütlerinden, kendilerinden, oyunun kaynağından hiçbir açıklama yok.
Futbolcular “valla ben hiç rastlamadım böyle bir teklife” dışında hiç ses etmiyorlar.
Ligin geç başlaması onları nasıl etkiliyor...
Teşvik kanalı kapandığı için mutsuzlar mı, yoksa bu işler bitiyor diye seviniyorlar mı?
Ne düşünüyorlar?
İşte sorun aslında budur.
İşi yaparken susanların emekli olduktan “bizim hakkımız yeniyor”dan başka bir şey söylememeleri.
Hakkınıza sahip çıkmak sizin işiniz. Kaderinizin efendisi olmak sizin elinizde.
Ama siz zengin köleler gibisiniz.
Artık konuşmak, örgütlenmek ve ayağa kalkmak vaktidir.
Bir ses edin...
Sir olmak için
Alex Ferguson Manchester United’da göreve başladığında bugün kadroda bulunan oyunculardan sadece Giggs, Ferdinand ve Owen okula gidiyordu.
Pazar günü sahaya çıkan oyunculardan çoğu 25 yıl önce o gün doğmamıştı. De Gea bugün 20 yaşında, Evans 23, Welbeck 20, Cleverley 21, Phil Jones 19, Smalling 21, Fabio ve Rafael de 21... Anderson 23, Darren Gibson da...
Nani ise 24...
Ferguson 25 yılda İngiletere’de tam 30 kupa kazandı.
Avrupa’da 4 kupa...
Dünya klasmanında ise 2...
Bütün bunları “bir hocaya yeterli sabrı gösterirsen başarılı olur” saçmalığıyla açıklayanlardan olmayacağım tabii ki... Bu saçmalığa inanmamanızı öneririm...
Buradan çıkacak ders başkadır...
Bizim bakmamız gereken onun pazar akşamı City karşısında her gole nasıl sevindiği... Nasıl çocuklar gibi zıpladığı. 69 yaşındaki bu adamın yüzünde 25 yılın yorgunluğu değil, önümüzdeki sezonun heyecanını ve açlığını görmek hiç zor değil.
Şımarık ve zengin City’lilerin elinden hem de 2-0’dan maçı alabilmek ancak bu açlıkla mümkün...
Tam 36 üst düzey kupa kazanmış bir adam hâlâ bu heyecan ve şehvetle işine sarıldığı için mümkün...
25 yıl sonra, o ikinci goldeki paslaşmayı en yaşlısı 25 yaşında olan bir oyuncu grubuyla yapabilmenin peşine düşme heyecanı bu.
Ferguson’a böyle bakmak lazım.
Gerçek bu ki, öyle baktığınızda şunu görüyorsunuz: Sir olmak
için, sir aroganlığı ile değil, çocuk heyecanıyla yaklaşmak lazım işe.
Kobe reklamı
Zirkov, Roberto Carlos, Dzudjak kadroda. Anelka, Etoo ve bir dolu başka isme de korkunç paralar teklif ediyorlar. Hatta Arda’ya da...
Hepsini aldıklarını düşünün... Dağistan Mahaçkaleli Anji ekibinin bu “parayla yapılamayacak reklam”ının sizin bu kulübe bakış açınızda ne gibi olumlu etkileri olur? Ya da Dağistan’a...
Bakın! Ben Mahaçkaleli olsam bu oyuncular beni heyecanlandırır. Gitmeyeceksem bile giderim maçlarına. Buna kuşku yok. Transferleri bu anafikirle savunursanız tamamdır.
Ama dünyaya adlarını duyurma işi pek öyle değil. Tam tersi hatta.
Duyurduğunuz öyle hoş bir şey olmaz aslında.
Bu mantıkla bakarsak, Drogba ya da Kobe Türkiye’ye gelecekse ben bir sporsever olarak bu lüks transferlerden memnun olurum. Parasını ben vermiyorum sonuçta. Bütün maçlara da giderim keyifle.
Ama ticari açıdan bir faydam olmaz. Onların parasını biletten çıkarmak isterseniz o parayı verecek adam bulamazsın.
Sübvanse edilirse amennah.
Parayı veren varsa, gelsin yıldızlar. Ne güzel...
Ülkenin tanıtımı masalına gelince... Bırakalım bu işleri...
Reklam Hasan Şaş’ın ismini dünyaya ezberleterek yapılır. İlhan Mansız’ı bir uzakdoğu efsanesi yaparak...
Reklam Kobe’yi getirmekle değil, Hido’yu göndermekle yapılır.
Reklam 2000’deki, 2002’deki, 2008’deki gibi yapılır.
Hido giderken iyi bir okul saygınlığına kavuşursun
Kobe gelirken sadece lükse düşkün bir zengin olursun...
Şunu söyleyip bitirelim: Anji ya da, Kobe’yi alacak adı bilinmeyen Çin ekibi bu transferleri yaparsa gözümüzde değerlenecekse yapılması gereken gözlere bir baktırmaktır...