MENÜ

Işık batıdan yükseliyor

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Yine diyorum, çünkü son yıllarda içimizi ferahlatan ne kadar örnek davranış varsa, bu kulübümüz tarafından gerçekleştiriliyor. Meduna’yı bilirsiniz; hani sahanın ortasına yığılıp yüreğimizi ağzımıza getirmişti. Geçtiğimiz günlerde talihsiz futbolcuya yaptıkları jestlerle gündeme gelmişti Vestel Manisaspor. Çek oyuncu tedavisi için gittiği ülkesindeyken, kendisine tahsis ettikleri arabayı artık bir daha forma giyemeyeceği bilinmesine rağmen, gelip ilişkisini tamamen kesene kadar evinin önünden almamaları, bütün haklarını kuruşuna kadar ödemeleri, hastalığı sırasında gösterdikleri olağanüstü ilgi vs. Meduna, ülkemizden mutlu ayrılan ender futbolculardan biridir. Bir yabancı futbolcusunu hastalığı nedeniyle böylesine bağrına basan Vestel Manisspor, bir diğer yabancısı Petr Johana’yı ise süresiz kadrodışı bıraktı. Ayrıca 21 bin 300 Euro da para cezasına çaptırdı. Sebebi ise, kırmızı kart gördüğü maçta hakeme karşı centilmenlik dışı harekette bulunması. Bu karar; içinde kaybolduğumuz zifiri karanlığı yırtan bir meşaledir. Bu karar; yolumuzu aydınlatan ilahi bir nurdur. Bu karar; üzerimize çökerek bizi nefes alamaz hale getiren, geceyle gündüzü birbirine karıştırmamıza neden olan kurşuni bulutların arasından bize gülümseyen güneşin aydınlık yüzüdür. Bu karar; karanlığa alışarak körleşmiş gözlerimizi kamaştıran bir ışık huzmesidir. Bu karar; rakibi sahada kovalayıp, yakaladığında tekme tokat girişenleri, şikecileri, bahisçileri, fuhuşçuları cezalarını tamamlar tamamlamaz ‘bizim çocuklar’ diyerek tekrar tekrar milli takıma alarak ödüllendirenlerin yüzünde patlayan bir tokattır. Bu karar; yıllardır bize bir yaşam biçimi olarak dayatılan köylülüğün, kabalığın, hoyratlığın, hırtlığın panzehiridir. Bu karar; ne kadar darbe yersek yiyelim, fair-play ilkesinin ruhumuzun derinliklerinde ilelebet varlığını sürdüreceğinin bir göstergesidir. Bu karar; kazanmanın her şey olmadığının, aslında kaybederken bile kazanılabileceğinin bir ispatıdır. Onlar, Meduna’yı bağırlarına bastılar, Johana’yı fair-play ilkesinden saptığı için cezalandırdılar. Medeniyet treninin lokomotifi oldular. Bize düşen, başta Başkan Haluk Çubukçu olmak üzere Vestel Manisaspor yönetimini, alınan bu kararı, defans oyuncusu sıkıntısı had safhada olmasına rağmen, daha fazla gol yemek pahasına tereddütsüz onaylayan Ersun Yanal’ı bağrımıza basmaktır. Bizim de yapmamız gereken, onları baştacı etmektir. Yavaş yavaş hayatımızdan elini ayağını çeken değerlerimizi yeniden hatırlattıkları için onları sarıp sarmalamalıyız. Pamuklara sarıp korumalıyız. Kristal fanusların içinde saklamalıyız. Vestel Manisaspor, bu sezon şampiyon olur veya olmaz. Ama şimdiden gönüllerin şampiyonu olmayı haketmiştir. Gerçek şampiyonluk da budur. Lekesiz, şaibesiz, tertemiz, pir-u pak... Şık Şık Rafet... Futbolun sadece futbol olduğu yıllardı. Halisane duyguların, alınterinin, emeğin, göz nurunun, yeteneğin tozlu-topraklı sahalarda birbirine karıştığı nadide zamanlardı. Futbolun henüz paranın kiriyle kirlenmediği, amatör ruhun hegemonyasını sürdürdüğü billur dönemlerdi. Her semtin bir toprak sahası vardı. Düştük mü zımpara gibi bacaklarımızı yırtardı, lakin o sahalar bizim düş bahçelerimizdi. Ve düşlerimizin üzerine henüz beton dökülmemiş, üzerine binalar çıkılmamıştı. Korkmazdık; babalarımızın binbir zorlukla aldığı iskarpin ayakkabılarımızı yırtmaktan, terli terli su içmekten, okulu kırmaktan ve azarlanmaktan... Ve hayal etmekten... Top bizim herşeyimizdi. Dikiş yerleri kırçıl kırçıldı, püsküllüydü, ikide bir patlardı, ikide bir içindeki şamreli çıkarıp yama yapardık, sonra geceleri koynumuza sokup birlikte uyurduk meşin yuvarlağımızla... Birlikte düşler kurardık... Kah Metin Oktay olurduk, kah Metin Kurt... Bazen Cemil Turan’dık, bazen Gökmen Özdenak, bazen Osman Arpacıoğlu, bazen de Vedat Okyar. Kalecilik düşü kuranlar ise Yasin Özdenaklı rüyalar görürdü. iki hayatımız vardı; biri yaşadığımız, diğeri de yaşamayı hayal ettiğimiz. iki benliğimiz vardı; biri olduğumuz, diğeri olmak istediğimiz. Özdeşleştiğimiz yıldızlar, bizim için ulaşılması imkansız uzak bir hayal ülkesiydi. Lakin, bir de bize yakın kahramanlarımız vardı. Onlara ulaşabilirdik, bir gün belki onlar gibi olabilirdik de hatta.... Onlar hem idolümüzdü, hem de mahallemizin şık abileriydi. Hafta ortası bizim olan sahalarımız, hafta sonu onların arenasıydı. Bütün hünerlerini orada sergilerlerdi. Onlar amatörlerdi. Onları hayranlıkla izlerdik. Maç bittiği zaman da bir koşuda yanlarına giderdik, ellerinden tutmaya çalışırdık. Başımızı okşadıkları zaman dünyanın en mutlu çocukları olurduk. Benim ve benim jenerasyonumun kahramalarından biri de, doğup büyüdüğüm semt olan Rami’nin en iyi futbolcularından Rafet Aydın’dı. Ona, ‘şık şık Rafet’ derlerdi. Çabukluğundan dolayı bu lakabı takmışlardı. Ufacık, tefecikti. Başdönrücü çalımları, sert şutları, üstün oyun zekası vardı. Özel seyircisi olan futbolculardandı. Onu seyretmek için çevre ilçelerden gelenler olurdu. Onun maçlarının olduğu günlerde Rami Sahası’na erkenden giderdik. Ön sıralardan güzel bir yer kapabilmek için. Ramispor’dan yetişip profesyonel lige giden nadir futbolculardandı. Bolu’da ve Manisa’da oynamıştı. Fubolu bıraktıktan sonra bir müddet antrenörlük de yapmıştı. iyi bir Fenerbahçeli’ydi. Semtte karşılaştığımız bir gün beni bir yazımdan dolayı tebrik ettiğinde yaşadığım gururu anlatamam. Uzun süredir görmüyordum. Meğer hastaymış. Duydum ki, geçtiğimiz hafta aniden gidivermiş bu dünyadan. Sessiz, sedasız. Layık olduğu yıldızların arasına karışmış. Eminim, şimdi de çalımlarıyla gökyüzündeki yıldızların başını döndürüyordur. Ruhun şad olsun, mekanın cennet olsun mahallemizin en şık abisi; şık şık Rafet Abi... Rami ve futbol seni çok özleyecek.

YORUM YAZ