Bu dünyadaki küçük kız...

Haberin Devamı ›
Atletizm dünyasının efsane isimlerinden İsveçli Carolina Klüft, 2 Şubat 1983 yılında doğar. Küçük yaşlarda başladığı heptatlonda -ki bu branş atletizmin en zorlu branşlarından biridir- kısa zamanda 1 Olimpiyat, 4 Dünya ve 5 Avrupa şampiyonluğu elde ederek, adını ölümsüzler arasına yazdırır. Carolina, yalnız başarılarıyla değil, sahip olduğu sosyal sorumluluk bilinciyle de spor dünyasının saygınlığını kazanır. Kazandığı her yarış sonrası rakipleriyle el ele tutuşarak tribünleri birlikte selamlamaları, onun eşsiz sportif kişiliğinin sadece bir parçasıdır.
Kenya’daki yoksul çocukların
altın kalpli ablası...
Klüft, 2003 yılında altın madalya kazandığı Dünya Şampiyonluğu sonrasında Monte Carlo’daki gala gecesi davetini reddeder ve kendi ülkesinin dahi medyasını atlatarak Kenya’ya, bakımlarını üstlendiği küçük kızların yanına gider. Neden böyle davrandığı sorulduğunda ise şu unutulmaz cevabı verir: “Oradaki küçük kızların Carolina Klüft’ün bakımını üstlendiği kızlar diye tanıtılmasını istemiyorum. Onların benim ünlü bir sporcu olmamı bilmesini de istemiyorum. Bu, özel bir ilişki ve kalbimle bu iyiliği yapıyorum. Bir gün spor hayatım bitecek ama benim onlarla bağım sonsuza kadar sürecek.”
Klüft hayata ve spora bakış açısını ise şu şekilde özetliyor. “Ben bir yıldız olarak anılmak istemiyorum. Bir şekilde başarılı oldum. Ben sadece bu dünyada küçük bir kızım ve işimi yapıyorum, eğleniyorum.”
Yarış atı gibi yetişen sporcular
birer metaya dönüşüyor
Şimdi, “Durup dururken nereden çıktı bu Carolina Klüft hikayesi” diyeceksiniz. Sporun, yarışmanın, kazanmanın ya da kaybetmenin sadece hayatın bir parçası olduğunu hatırlatmak istedim sadece. Sporda ölümsüz olabilmek için sadece Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonluklarının yetmeyeceğini, çevremize ve içinde yaşadığımız dünyamıza karşı da bir takım sorumluluklarımız olması gerektiğini vurgulama gereği duydum.
Çünkü, biz sadece sporcunun başarısı ya da başarısızlığıyla ilgiliyiz. Onları birer yarış atı gibi görüyor ve öyle yetiştiriyoruz. Böyle olduğu içindir ki, sporcu da meselenin yalnız bu boyutuyla ilgileniyor. Kazandığı zaman el üstünde tutulacağını, kaybettiğinde de yerin dibine batırılacağını bildiğinden, kazanmak için her türlü etik dışı yola başvurabiliyor. Giderek bir insan olduğunu unutuyor ve kendini bir makine, bir meta olarak algılıyor. İçinde bulunduğu çevreye, yaşadığı dünyaya karşı duyarsızlaşıyor, sosyal sorumluluk bilincinden uzaklaşıyor. Sonunda da ruhen ve bedenen iflas ederek, ışığını kaybetmiş bir eski yıldıza dönüyor.
Süreyya ve Atagün olayına
kahrolmamak elde değil
Dopingli çıktığı için dün ceza kuruluna ifade veren Süreyya Ayhan ile daha henüz 21 yaşında olmasına rağmen amatör boksu ve milli takımı bıraktığını açıklayan Atagün Yalçınkaya olayına bir de bu açıdan bakılması gerektiğine inanıyorum. Onlara insan olduklarını hissettirmediğimiz takdirde, daha nice Süreyyalar, Atagünler gelir geçer bu çorak topraklardan.
Klüft’den sadece sporcularımızın değil, hepimizin alması gereken önemli dersler var. Hepimiz bu dünyadaki küçük bir kız veya küçük bir erkek çocuğuyuz. Bir şeyler başarırken, bir şeyler yaparken, bizim sevgimize, ilgimize, ışığımıza muhtaç daha nice küçük çocuklar olduğunu da unutmamalıyız. Bir şekilde uğradığımız şu yaşlı dünyadan geçip giderken, kalıcı izler bırakmanın yolu bu bilince ve anlayışa sahip olmaktan geçiyor. Tabii insan olmanın ve insan kalmanın ilk adımı da...