Arama

Popüler aramalar

Başkalarının hayatları...

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Mustafa Türe...1985 yılının 10. ayında Bilecik’in Bozüyük ilçesinde doğmuş. Türe ailesinin ikiz çocuklarından biriymiş. İki kardeş zayıf ve çelimsiz bedenlerine karşın hayata sıkı sıkıya asılmışlar. Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış. Göz açıp kapayıncaya kadar büyüyüvermişler. Geleceğe umutla bakan birer delikanlı olmuşlar. Eğitimlerini devam ettirdikleri ergenlik dönemlerinde Bozüyük’ün tek basketbol kulübü Atılımspor’da basketbola başlamışlar. En büyük hayalleri, günün birinde büyük bir basketbolcu olmakmış. Lakin hayatın onlara hazırladığı kötü bir sürprizin kapılarını çalmak üzere olduğundan habersizmişler.Mustafa Türe’nin trajik yaşamı... 2002 yılının kasvetli bir sonbahar gecesi Mustafa Türe aniden rahatsızlanmış. Hastalığına halk arasında ‘sara’ olarak bilinen ‘epilepsi’ teşhisi konmuş. Bu şekilde 70 yaşına kadar yaşayabileceği söylenmiş ve derhal tedaviye başlanmış. Başlangıçta herhangi bir sorun yokmuş. Ancak aradan bir kaç hafta geçmiş geçmemiş, Mustafa masa tenisi oynarken birden bire yere yığılmış. Ayıldığında gözlerine perde indiği görülmüş. Yapılan tetkikler sonunda beyninde tümör olduğu ortaya çıkmış. Aylardan, günlerini biraz yazdan, biraz kıştan ödünç alan Eylül ayıymış. Doğa için hazan ve hüzün ayı olan o Eylül, Mustafa ve ailesi için yoğun acılarla geçecek uzun ve sancılı bir sürecin başlangıcı olmuş. Mustafa ameliyat için İstanbul’a gelmiş. Zorlu bir operasyonla tümör alınmış. Olabileceklerin en kötüsüymüş Mustafa’nın tümörü. Bir kaç gün sonra Ankara’da ışın tedavisine başlanmış. Lakin tümör hızla yayılıyormuş. Bir ay sonra bir ameliyat daha geçirmiş. Ardından kemoterapi günleri başlamış. Üçüncü kez ameliyata yattığı 2006 yılına kadar Mustafa hastalığını göğüslemeyi başarmış. Ancak ne var ki mayıs ayına gelindiğinde elinde ve ayağında güç kayıpları baş göstermiş. Tekrar hastaneye yatmış. Bir dizi operasyon geçirmiş. Fakat fayda etmemiş. Narin bedeni her geçen gün biraz daha eriyormuş. Koca yaz mevsimi loş bir hastane odasında geçmiş. Sonbahara gelindiğinde Mustafa adeta saksıdaki bitkiye dönmüş. Kalkamıyor, konuşamıyor, hiç bir şey yiyemiyormuş. Sonunda solunum cihazına bağlanmış. Bu şekilde bir ay daha yatmış ama umutlar tükenmiş. Ailenin tek dileği, Mustafalarının doğum günü olan 3 Ekim’de ölmemesiymiş! Bu dilekleri kabul olmuş! Mustafa, doğum gününden bir gün sonra, 4 Ekim’de acıyla yuğulan kısacık ömrünü noktalamış. Bir sonbaharda uğramış dünya denen ara istasyona, yine bir sonbaharda terk-i diyar eyleyerek sonsuz yolculuğuna çıkmış. 21 yıllık yaşamı bir sonbahar yaprağı gibi oradan oraya savrulmuş. Ama geride öyle derin bir etki bırakmış ki; ailesi, dostları ve kulübü Mustafa’yı unutmamış, unutamamış. Anısını yaşatmak ve çağın illeti kansere dikkat çekmek için bir basketbol turnuvası düzenlemeyi kararlaştırmışlar.Bozüyük’te anlamlı basketbol turnuvasıAtılımspor’un, Türkiye Kanserle Savaş Vakfı ile birlikte Bozüyük’te genç takımlar düzeyinde düzenleyeceği turnuva 21-22 Nisan’da yapılacak. Ev sahibi takımın yanısıra Beşiktaş Cola Turka, Fenerbahçe Alpella ve Tofaş takımlarının katılacağı turnuva, ülkemizde spor adına, insanlık adına gerçekleştirilen nadir etkinliklerden biri ve ilgi görmeyi hakediyor. Diyorum ki; futbol terörü, şike, mafya, küfürleşme, hırlaşma, çapsız yönetici demeçleri gibi densizlikleri bir kenara bıraksak; yönümüzü Anadolu’nun ücra köşelerinden biri olan Bozüyük’e çevirsek; orada yaratılmaya çalışılan anlamlı buluşmayı, güzellikleri görsek; Mustafa Türe’nin anısına saygı duysak; ailesinin ve sevenlerinin acısına ortak olsak; daralan ruhlarımızı biraz olsun ferahlatmaz mıyız? Kaybettiğimiz maçların bizlerde yarattığı üzüntünün, Mustafa Türe ve sevenlerinin trajedisinin, çektikleri acıların yanında hiç bir anlamı ve önemi olmadığını farketmeyecek miyiz? Bir şampiyonluk, bir kupa kazanacağız diye öfkelenmenin, birbirimizin gözünü oymanın ne kadar boş ve manasız olduğunun ayırdına varmayacak mıyız? Mutlu bir evlilik, para-pul, şöhret, iktidar; ya da ne bileyim, daha naif dilekler; mesela bir gol, bir galibiyet, bir kupa dileğiyle yastığımıza baş koyduğumuzda; bir an, başka yerlerde, başka insanların biricik yavrularını kaybetmemeyi, çare tükenmişse bile, hiç olmazsa doğum gününde ölmemesinini dilediklerini aklımıza getirsek; daha empatik bir kişiliğe sahip olmaz mıyız?Bugün önem atfettiğimiz her şeyi bir kenara bıraksak; biraz da yanıbaşımızda olan bitene kulak kabartsak; arada bir başkalarının hayatlarına odaklansak; kendi sığ sularımızda debelenmekten kurtulup engin denizlere açılmaz mıyız? Ne dersiniz? Hayat biraz da, başkaları değil midir?