MENÜ

Ayın şavkı vurur yazım üstüne...

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

O, alacakaranlığın şafağı, çölde bir vaha, bataklıkta açan bir çiçek, dağların kardeleni. O, aydınlık geleceğimiz, yarınların Nene Hatun’u, Sabiha Gökçen’i... O, üzerimizdeki karabasan tam bizi boğmak üzereyken, ruhumuza dokunarak bizi kabusumuzdan uyandıran tatlı bir peri. O, Tanrı şefkati, Yunus Emre sevgisi, Mevlana hoşgörüsü, Ata’nın zeki ve ahlaklı kızı. O, Trabzon’un medar-ı iftiharı, Türkiye’nin gururu, onuru. O, Hilal Coşkuner... Hilal kızımız Trabzon’da yaşıyor. Henüz 12’sinde. 24 Şubat İlköğretim Okulu’nda okuyor. Aynı zamanda da atletizm sporuyla ilgileniyor. Geçtiğimiz hafta ilköğretim kurumları arasında düzenlenen kros yarışmalarına katılıyor. Topam 102 sporcunun mücadele verdiği yarışta, rakiplerine büyük fark atıyor. Yarışın son 200 metresine, en yakın rakibinden 50 metre önde giriyor. Tam güle oynaya finiş çizgisini geçmeye hazırlanırken arkasında bir çığılık duyuyor. Dönüyor bakıyor. İkinci sıradaki Cumhuriyet İlköğretim Okulu öğrencisi 14 yaşındaki Sibel Yur’un yerde yattığını görüyor. Birden duruyor. Hiç tereddüt etmeden geri dönüyor, yerde baygın yatan Sibel kıza müdahale ediyor. Ellerinden tutuyor, başını okşuyor, onu ayıltmaya çalışıyor. Daha sonra rakibini kollarına alıyor ve ambulansın gelmesini bekliyor. Doktorlar Sibel kızı Hilal’in kolarından alıp hastaneye götürdüğünde yarış çoktan bitmiş oluyor. Finişi başkaları geçiyor. Hilal ve okulu yarışı kaybediyor. Ama Hilal bu yarışı kaybettiği için hiç üzülmüyor. Bilakis, o esnada dünyanın en mutlu insanı o oluyor. Belki biliyor, belki bilmiyor ama Hilal, kaybederken nasıl kazanılabileceğini tüm Türkiye’ye işte böyle ispatlıyor. İster maç, ister yarış, ister müsabaka... Hangisi olursa olsun, kazanmak için akılalmaz oyunların oynandığı, insanların insanlıktan çıktığı, adileştiği, barbarlaştığı bir ülkeye bu şekilde bir ders veriyor 12 yaşındaki Hilal Coşkuner. Unutun bir an; Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı ve diğerlerini... Dönün sırtınızı, futbol bataklığına, federasyona, kurullarına, hakemlerine, Haluk Ulusoy’a, Hasan Doğan’a, Bakan Şahin’e, fillerin tepişmesine... Dirsek çevirin, çapaçulluğa, zevzekliğe, tribün çetelerine, gazetelerdeki amigolara, televizyonlardaki soytarılara... Vurun tekmeyi, kısır çekişmelere, seviyesizliğe, pespayeliğe, çapsızlığa. Durun bir an, durun; arkanıza alın herşeyi ve bir daha dönüp bakmayın, topluma kin ve nefret tohumu ekenlere, sizi birbirinize kırdıranlara, sizi eksiltenlere... Yönünüzü çevirin, kuzedoğuya, Trabzon’a... Elinizi alnınızın üzerine koyun, kısın gözlerinizi, bakın ufka doğru... Orada, ömrümüze şavkı vuran bir Hilal göreceksiniz; gece gündüz farketmeden hayatımızı aydınlatan, nur yüzüyle size gülen... Ve onu dinleyin, alın vermek istediği mesajı. Hatta hayat düsturu yapın. Bakın o zaman, içiniz nasıl da huzur doluyor. Geleceğe nasıl daha güvenle bakıyorsunuz. Kazanmayı, kaybetmeyi nasıl da hayat-memat meselesi haline getirmiyorsunuz. Kaybettiğiniz değerlere nasıl yeniden kavuşuyorsunuz. Yere diz çöktürülen, yokedilmeye çalışılan bir ulusu, nasıl ayağa kaldırıyorsunuz. Hilal’i baştacı yapın, sesine kulak verin. Kendiniz için, ülkeniz için, yarınlarınız için, çocuklarınız için... Kıraç’ın hayali... Dün okuşumuşsunuzdur, Mesut Konukçu’nun konuğu Kıraç’ın röportajını... Milyonların sevgilisi olan genç şarkıcıyı tanımak için ben de gitmiştim röportaja... İyi ki gitmişim. Şarkıcılığı kadar insanlığı da on numara olan bir sanatçıyla karşılaştım. Fenerbahçeliğinin yanısıra iyi de bir futbolsever olduğunu gördüm Kıraç’ın. Bize bir özleminden söz etti o gün. Aslında yaşı 30’un üzerinde olan tüm futbolseverlerin özlemi, Kıraç’ın dile getirdiği... Dedi ki, “Biz eskiden derbi maçları rakip takımı tutan arkadaşlarımızla birlikte seyrederdik. Tatlı tatlı birbirimize takılırdık. Kin, nefret, düşmanlık yoktu. Neden bu hale geldik. Bir daha gelir mi, gelmez mi bilmiyorum ama, ben o günleri çok özlüyorum. En büyük hayalim, Galatasaraylı, Beşiktaşlı arkadaşlarımla birlikte derbi seyretmek.” Kıraç’ın sözlerini bir kez daha düşünmeliyiz. Kahvehanelerde, meyhanelerde birlikte derbi seyredebiliyoruz da, neden statlarda seyretmeyelim. Buna bir engel mi var? Hangimizin rakip takımdan dostu, arkadaşı yok ki? Birlikte oyun oynuyoruz, eğleniyoruz, içki içiyoruz da, neden aynı tribünleri paylaşmayalım? Bir düşünün. Kıraç’ı seviyorsunuz, şarkılarıyla kendinizden geçiyorsunuz, onun müzikleriyle her akşam televizyon dizilerinin içinde kayboluyorsunuz; o halde onun hayalini de önemseyin, benimseyin. Zeytin dalını bir kuşun getirmesini beklemeyin. O kuş, siz olun!

YORUM YAZ