Arka Bahçe

Haberin Devamı ›
Bu ülkeyi ayakta tutan değerler... Vurula vurula bedeni ve ruhu bitap düşmüş, buna karşın hala ayakta kalmayı başarabilen bir ülkemiz var. Eski zaman yiğitleri gibi. Masal kahramanları gibi. Sendeliyoruz ama yıkılmıyoruz. Tüm dünya hayretler içinde aslında; bu kadar iç ve dış düşmanın saldırısına nasıl dayanabildiğimizi merak ediyorlar. ‘Nasıl oluyor da, bu Türkler bunca badireyi atlatabiliyor’ şeklinde cevaplayamadıkları nafile sorular soruyorlar birbirlerine...Nereden bilsinler ki, bunca yozlaşmanın, bunca çürümenin, bunca dejenerasyonun, bunca hainin, bunca saldırının ortasında bizi dimdik ayakta tutan dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma kültürüne sahip olduğumuzu... Bu, parayla pulla, teknolojiyle, bilimle elde edilecek bir kültür değildir. Satın alamazsınız. İcat edemezsiniz. Evet, kendi yaralarını hissedemeyecek kadar yaralı bir toplumuz. Lakin, en yaralı anında bile başkalarının yaralarını sarmaya kalkan insanlarımız vardır bizim. En yoksul anında dahi aşını kendinden daha yoksul olanlarla paylaşan insanlık abidelerimiz mevcuttur. Komşusu açken gözüne uyku girmeyenler yaşıyor, hala bu ülkede... Bu gelenek, bu dayanışma yüzyılların imbiğinden süzülerek Anadolu yarımadasının harcı olmuştur. O harç öylesine sağlam karılmıştır ki, hiç bir düşmanın, ne topu, ne tüfeği, ne teknolojisi, ne de kültür emperyalizminin gücü yetmez, parçalamaya... Sözü fazla uzatmadan aşağıdaki yazıyı dikkatle okumanızı istiyorum. 9 Ekim tarihli Posta Gazetesi’nde, ‘İnanmayacaksınız ama...’ başlığıyla Yavuz Kocaömer tarafından kaleme alınmış. Ömrünü engelli insanlara adayan Kocaömer’i ve yanındakileri ağlatan iki Anadolu insanının dayanışma duygusuna tanık olacaksınız. Sizin de içiniz titreyecek, sizin de gözlerinizden iki damla yaş gelecek. Ve ağır yaralı Türkiye’nin neden hala dimdik ayakta kalabildiğini daha iyi anlayacaksınız.İnanmayacaksınız ama... Bazı okurlarımız ve arkadaşlarım her pazartesi bu köşeyi, “Acaba bu hafta Yavuz Kocaömer engellilerle ilgili hangi kurum ve kuruluşları eleştirdi, kimlerin foyasını ortaya çıkardı diye merakla bekliyoruz” diyorlar. Bu hafta sizleri şaşırtacağım. Eleştiri yok. Aslında çok da! Yazsak bu gazetenin sayfaları yetmez. Kimsenin ipliğini pazara çıkarmak yok. Aslında o da çok, ama bu hafta bir ara verip ülkemizdeki bazı güzelliklerden bahsetmek istiyorum. 28 Eylül günü Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı’nın (TESYEV) 2 Aralık’ta yapacağı balo ile ilgili İcra Kurulu Başkanımız Zafer Kozanoğlu, üyemiz Siren Ertan, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcımız Hayati Babaoğlu ve yine Yönetim Kurulu Üyemiz Uğur Batur’la birlikte küçük bir toplantı yapıyoruz vakıfta. Toplantı odasının kapısı açılıyor ve muhasebecimiz önüme bir banka dekontu koyuyor. Hesabımıza havale yapılan 42.615 YTL’lik bir bağış. Kimden gelmiş belli değil. Bankalara telefon ediliyor ve sonunda hem miktarın doğru olduğu hem de kimin havale ettiği öğreniliyor. Anadolu’nun bir kentinden gönderilen paranın sahibinin cep telefonunu alıyorlar. Numarayı çeviriyorum, kendimi tanıttıktan sonra bir yanlışlık olup olmadığını, böyle önemli bir miktarın banka tarafından mı yanlış yazıldığını soruyorum. Karşımdaki ses, “Hayır, doğrudur. 42.615 YTL” diyor. “Siz kimsiniz?” diye soruyorum, bana “Bir kurumda çalışıyorum. Bu para bizim yıllardır birikimimiz” diyor.“Her Pazartesi sizin köşenizi okuyoruz. Ve eşimle size çok güveniyoruz. Kendinizi ortaya koyuyorsunuz. Belki bazı düşmanlar da kazanıyorsunuz. Ama engelli insanlara yürekten hizmet ediyorsunuz. Bizim yaptığımız nedir ki sizinkinin yanında? Yavuz Bey, bu para yıllarca biriktirdiğimiz helal paradır. Gönlünüz rahat olarak engelli insanlar için harcayabilirsiniz. Biz size çok güveniyoruz” diye konuşuyor.Söyleyecek kelime bulamıyorum. Fazla ısrar etmeden 2 Aralık’taki balomuza eşiyle beraber davetlimiz olarak gelmesini söylüyorum. “Hayır. Biz balolara gelmeyiz” diyor. “O zaman ben size geleceğim” diyorum. Karşımdaki ses, “Gelmeyin Yavuz Bey. O zaman yaptığımız iyiliğin ne anlamı kalır?” diyor. O anda sesimin titrediğini hissediyorum, gözlerim yaşarıyor ama “Hayır, hayır ben gelip sizi tanıyacağım” diyorum. “Peki, bizim için büyük onur olur. Ama sizden ricam adımı hiçbir yerde yazmayın” diyor. Telefonu kapatıp yukarıda adlarını saydığım arkadaşlarıma olayı anlatıyorum. Hepsinin gözleri doluyor. Hatta bazılarının gözlerinden yaşlar süzülüyor. Hepimiz şok geçiriyoruz. Çünkü olay inanılacak gibi değil. İşte ülkemizi yıllardır birarada ayakta tutan milletimizin bu sağ duyusu. Birbirimize inancımızı yitirdiğimiz, öküzün altında buzağı aradığımız bir dönemde, böyle örnekler bizi daha çok kamçılıyor. Yıllardır rastladığımız olumsuzlukları, takılmak istenen çelmeleri, yolumuza konan engelleri aşmaktan yorgun düşmüşken yeniden ayağa kalkıyoruz. Bağışlanan para tabii ki çok önemli. Ama onun ötesinde, bağışlayanın kim olduğu, belki de yıllarca biriktirdiği parayı bizlere güvenerek vermesi bizi yeniden kamçılıyor. Daha çok hizmet etmek, insanlara karşılıksız olarak daha çok destek vermek için yeni ufuklara doğru yol alıyoruz.Yavuz KOCAÖMER/POSTA