Arama

Popüler aramalar

Arka Bahçe

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Hayatın öte yakasıHayat dediğimiz olgu, yekpare midir? Bir şekilde başlayıp, düz bir çizgide akıp, sonra bir yerlerde sonlanan... Yoksa hafif ya da şiddetli iniş ve çıkışları olan bir süreç midir? Ya da çeşitli parçalardan, evrelerden oluşan bir bütün mü? Veya her insanın birden fazla hayatı mı vardır? Bir hayata, bir kaç hayat mı sığdırıyoruz biz? Yahut hepsi mi? Her ne olursa olsun, bir insanın hayatının hiç bir saniyesi dahi birbirine benzemez. Yaşanan her anın kendine özgü dinamikleri vardır. Ve kişiye yaşattığı duygular... Acı, sevinç, hüzün, mutluluk, öfke, kırgınlık... Bazen o anlar, o kadar şiddetli ve güçlü olur ki, insanı hayatın bir evresinden diğer bir evresine geçirir. Sağlığını kaybetmek gibi... Bedenin veya bilincin bir kısmını yitirmek gibi... Buna, hayatın öte yakasına geçmek de denilebilir. Kah bir trafik kazası, kah bir kör kurşun, kah bir terör bombası, kah bir yanlış tedavi, kah talihsiz herhangi bir kaza, bir anda bizi yaşadığımız boyuttan, hayatın bir başka boyutuna fırlatabilir. Türkiye’nin her tarafı bu tuzaklarla doludur. Ve ülkemizde bugün hayatın öte yakasında yaşayan o kadar çok insanımız var ki... Milyonlarcadır. Kiminin ayağı yoktur kiminin eli, kimi bacağından yoksundur kimi kolundan, kiminin omuriliği zedelenmiş felç kalmıştır, kimi de zihinsel veya görme yetilerini kaybetmiştir. Bir şekilde sakat kalmışlardır. Kendilerine özgü, zor koşullarda yaşamlarını sürdürmektedir, bu insanlarımız... Onlara ‘engelliler’ diyoruz. Akraba evliliği veya bir başka nedenden dolayı doğuştan sakat kalanların dışında engelli olanların hepsinin bizler gibi normal bir hayatı vardı. Sonra kendilerini bambaşka bir formatta buldukları o trajik an geldi. Son nefeslerine kadar sürecek yeni bir hayatın kapısını araladılar. Bir daha hiç bir şey onlar için eskisi gibi olmadı. Bir yandan kaderlerini hep sorguladılar, ‘neden ben’ diye... Bir yandan da hayatın öte yakasında tutunmaya çalıştılar. O hayata alışmanın yollarını aradılar. Kimileri başaramadı. Evine -kendi içine- kapandı. Diğer insanların arasına karışmak istemediler. Bir kısmını da aileleri sakladı. Sakat çocuklarından utandılar. Toplumdan tecrit ettiler. Çok daha önemli bir bölümü de, şehirlerde, kasabalarda, köylerde rahatça sokağa çıkabilecekleri, diğer insanlarla birlikte oturup kalkabilecekleri, gezebilecekleri, eğlenebilecekleri, çalışabilecekleri düzenlemeler olmadığı için evlerinde zorunlu bir mahkümiyete maruz kaldılar. Yaşama sevincini kaybetmeyenler ise direndiler. Direnmenin en iyi yolunun spor yapmak olduğunu keşfettiler. Salonlara, statlara, pistlere koştular. Tıpkı Galatasaray ve Milli Takım Tekerlekli Basketbol Takımı oyuncusu Selim Demirdağ gibi...Uçaktan indirilen engelli basketçi1999 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu omurilik felci geçirerek belden aşağısı tutmayan ve tekerlekli sandalyeye mahkum olan Demirdağ, Ankara’da oturuyor. Her hafta takımının maçları için Ankara’dan Türkiye’nin çeşitli yerlerine gidiyor. Tıpkı diğer engelliler gibi çeşitli zorluklarla karşılaşıyor. Gittiği yerlerde, salonlarda, orda burda... Rampası, engelli asansörü olmayan binalara girip çıkıyor. El yordamıyla merdiven tırmanıyor! Veya birinin sırtında üst katlara çıkıyor. Engelli yolu olmayan kaldırımlarda ite kaka gitmeye çalışıyor. Demirdağ her şeye rağmen bu zorlukların üstesinden geliyor. Ancak hayattaki en büyük engel olan ‘vicdan engelli’ insanların karşısına ördüğü duvara toslayınca tarifi imkansız bir acı yaşıyor Demirdağ... O meşum trafik kazasından daha fazla acı veren bir acı... Selim Demirdağ (26) 15 Nisan Cumartesi günü İstanbul’a Galatasaray-Saran engelliler basketbol karşılaşmasına gitmek için Türk Hava Yolları’nın TK-115 sefer sayılı saat 10.00 uçağına görevlilerce alınıyor. Uçaktaki yolcu hizmetlerinden sorumlu bir görevli, Demirdağ’a yolculuk sırasında ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamayacağını soruyor. Demirdağ ise herhangi bir problem olmayacağını ve yıllardır her hafta yurtdışı ve yurtiçi maçlara uçakla gidip geldiğini söylüyor. Görevli kişi ikna olmamış olacak ki, pilotların yanına giderek durumu anlatıyor. Söz konusu zat tekrar geliyor ve Demirdağ’a, pilotların, yanında refakatçisi olmadığı için sorumluluk alamayacaklarını ve uçağı kaldıramayacaklarını söylediklerini iletiyor. Saat 10.00’da kalkması gereken uçak 30 dakika sonra Demirdağ’ın indirilmesinden sonra uçuyor.Daha sonra yapılan hatanın farkına varan THY yetkilileri, Demirdağ’dan özür üstüne özür diliyor ve onu bir sonraki uçakla uçuruyorlar. Ama yapılan muamelenin Demirdağ’ın ruhunda açtığı yarayı sarmak bir türlü mümkün olmuyor. Genç sporcu olay sonrası, “Hem seyahat özgürlüğümü kısıtladılar, hem onurumu kırdılar. Benim engelli olmam uçamamam anlamına gelmez. Sonuçta ben bu toplumun bir bireyiyim. Böyle bir şey gerçekten benim çok zoruma gitti. İnanılmaz derecede küçük düşürüldüm” diyor.Böyle bir olay gelişmiş bir ülkede olsa, o uçağı, o pilot ve görevlilerin başına geçirmezler miydi? O havayolu şirketinin yetkililerini tefe germezler miydi? Milyonlarca dolarlık tazminat davası açılmaz mıydı? Hamburgerinden kıl çıkan bir tüketicinin, söz konusu firmanın başına ne çoraplar ördüğünü hepimiz biliyoruz. Çünkü çağdaş toplumlarda bütün hukuksal ve çevresel düzenlemeler insanın refahı ve mutluluğu içindir. Oralarda sistem insanı baz alır. Engelli engelsiz, zengin yoksul, ünlü ünsüz ayrımı yapmaz. Hepsi eşit koşullarda vatandaşlık haklarına sahiptir.Bizde ise, bir engellinin, sırf engelli olduğu için uçaktan indirilmesi gazetelerde kuru bir haber oldu ve kaldı. Kimse umursamadı bile. Oysa o uçaktan indirilen sadece engelli bir sporcu değildi; insanlığımızdı aynı zamanda... Bunun bile farkına varmadık. Farkına varmadığımız bir realite de; bu ülkede yaşayan herkesin hayatın öte yakasına geçmeye aday bir birey olduğudur. Hepimiz o ince kırmızı hatta dolaşıyoruz. Bu yakadan öbür yakaya geçmemiz an meselesi. Asıl o zaman Selim Demirdağ’ı ve onun gibileri anlayabiliriz. İşte o zaman da bizi kimse anlayamayacak!