Arka Bahçe

Haberin Devamı ›
Hayat gül kokulu sağanaktır, bazenHani, yolunu kaybedip, endişe ve korku eşliğinde meçhule doğru yol alırken, ak sakallı bir ihtiyar çıkar, gideceğiniz istikameti gösterir, tekrar size yolunuzu buldurur ya...Hani tipinin ortasında kalıp tam donmak üzereyken, karşınıza sıcacık bir ormancı kulübesi çıkar ya...Hani, son sürat uçuruma yuvarlanırken, bir ağaca takılır, dalından yakalayarak son bir gayretle hayata tutunursunuz ya...Hani, durup dururken yaşama sevincinizi kaybettiğinizde, içinizi nedensiz bir sıkıntı kapladığında, kendinizi canlı canlı mezara girmiş gibi hissettiğinizde, aniden karşınıza uzun yıllardır göremediğiniz bir dost çıkar da, yüreğinizi yakan özlemi bastırırsınız ya... Hani, karşılıksız aşka düşüp acılar içinde kıvranırken, birden bire sevdiğiniz gelip, aslında kendisinin de sizi sevdiğini ve bunu yeni farkettiğini itiraf eder, cennetin kapılarını ardına kadar açar ya...Hani, umarsız bir hastalığın pençesinde ölümü beklerken, doktorunuz gelir, yeni bir tedavi yöntemiyle iyileşebileceğinizi müjdeler ya...Hani, kör karanlığın ortasında kalıp kıpırdayamayacak hale geldiğinizde, eliniz kolunuz bağlandığında, birdenbire çıkıveren dolunayla solan umutlarınız yeniden yeşerir ya...İşte hayat bazen, en karamsar, en umutsuz, en huzursuz, en mutsuz, en kaybettiğimiz anlarımızda karşımıza mucizeler çıkarır. Bizleri tekrar yaşama döndürür. Adeta yeniden doğarız. O an, mutluluğumuzun doruk noktasına çıktığı andır. İşte içimizde yetişen bazı sporcu ve spor adamları da, hayatın karşımıza çıkardığı o mucizeler gibidir. Kokmuş, kokuşmuş bir ortamda aniden gül kokusu yüklü bir bulut gibi ortaya çıkıverirler, bir sağanak halinde üzerimize yağarlar, daralan ruhlarımızı ferahlatırlar. Tam herşeyden ümidi kestiğimiz anda, sihirli bir iksir gibi bizi yeniden hayata döndürürler. Bizleri yaşam enerjisiyle donatırlar. Geleceğe bir kez daha umutla bakmamıza sağlarlar. Aydınlık yarınlara olan inancımızı tazelerler. Yitirdiklerimizi bulmamıza yardım ederler. Işığımız, rehberimiz olurlar. Sayıları çok azdır, ama hacimleri o kadar büyüktür ki, kapladıkları, kapsadıkları alanı doldurmak imkansız gibidir. Çağdaş dünyada yerle bir olan imajımızı yaptıkları bir eylemle, söylemle tekrar düzeltirler. Koca bir toplumun elbirliğiyle bozduğunu, asaletleriyle tek başlarına tamir ederler. Tıpkı bu yıl Artun Talay’ın yaptığı gibi... Atina Olimpiyat Oyunları’nda bir çok branşta arzuladımız madalyaları alamadık, hüsranla ülkemize döndük. Kaybetmiştik, ama Talay hoca, kaybederken kazanmamazı sağladı. Ancak asillere özgü bir davranışla, Eşref Apak’ın, Pekin’de olimpiyat şampiyonu olabilmesi için kendisinden daha iyi yabancı bir antrenörle çalışması gerektiğini haykırdı. Onun sırtından rant sağlamak yerine, sporcusunun geleceğini, ülkesinin menfaatini düşündü. Bu davranışı ona, önce ülkemizde, daha sonra da dünyada Fair - Play ödülü getirdi. Haketmişti. Hakettiğini de, aldığı ödülü gururla, coşkuyla karşılamak yerine, büyük bir tevazuyla davranışının, yapılması gereken bir davranış olduğunu ve büyütülmemesi gerektiğini söyleyerek bir kez daha ispatladı. Aynı ödülü geçen yıl da, Özhan Canaydın ile Gazanfer Bilge ülkemize getirmişti.. Üç asil adam, Avrupa’nın gözündeki barbar, kaba saba, cahil, üçkağıtçı Türk imajını yerle bir ederek, yıldızımızı parlattı. Türkiye onlara minnet borçlu. Sayın Canaydın, neslinin tükenmekte olduğunu dile getirmiş. Doğrudur. Bu soylu insanların nesilleri tükenmeye yüztutmuş durumda. Ancak gerçek tükenen onlar mı, yoksa bu kuru kalabalık mı? Çoğalarak tükenen bu hoyrat kalabalık...Kendini daha fazla tüketme Ersun HocaBilgisayarıyla, istatistikleriyle, bilimsel yöntemiyle, çalıştırdığı takımlara oynattığı pozitif futboluyla hayatımıza zuhur ettiğinde; önce şaşırmış, ardında da Türk futbolunun geleceğinin emin ellerde olduğuna inanmıştık. Ve bu inancımız boşa çıkmadı. Çok kısa bir zaman içinde Türk futbolunun en üst yapısı ona emanet edildi. Ersun Yanal, basamakları tahmin edilenden de daha hızlı tırmandı. Göreve ilk geldiğinde, hemen hemen bütün kamuoyu onun arkasındaydı. Belki de gönüllerin hocası olarak o koltuğa oturdu. Ancak kısa zaman içinde Hakan Şükür’le ilgili tasarrufu nedeniyle boy hedefi haline geldi. Aslında onu hedef haline getiren, Hakan Şükür’ü Milli Takım’a almaması değil, bu konudaki samimiyetsiz tutumuydu. Nedenini, niçinini, işin doğrusunu bir türlü açıklamadı. Kriptonun içinde gizlemeyi yeğledi. Kaybedilen, her maç ve puan sonrası bu tutumu, bumerang gibi geldi onu vurdu. Yeterince aydınlatmadığı kamuoyu, ona olan inancını ve güvenini yitirdi. Aynı zamanda başta başkan Levent Bıçakcı olmak üzere, futbolumuzu yönetenlerin büyük kısmının da, basının da, belki futbolcuların da...Ersun Yanal bundan sonra başarır ya da başaramaz. Ama bu güven bunalımı nedeniyle görevde kaldığı sürece yıpranmaya devam edecek. Bu yıpranma da yeni hataları beraberinde getirecek. Yapması gereken, hırsının gerisine düşen aklını yeniden devreye sokması ve görevinden istifa etmesidir. Belki bu, kendisini yenilemesi için bir fırsattır. Unutmamalı ki, bazen karşımıza çıkan ve bize sıkıntı veren olumsuzluklar, ileride bizi bekleyen parlak bir yaşamın anahtarı olabilir. Kimbilir, bu durum da belki Ersun Hoca için böyledir. Bir düşünmeli... Yoksa ona da yazık olacak, milli takıma da...