MENÜ

Arka Bahçe

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Karanlıktaki kara kedi! Sinoplu düşünür Diyojen de, bir öğle vakti elinde fenerle Atina sokaklarına çıkar ve, “Bir adam arıyorum, bir adam... Erdemli bir adam” diyerek çağının trajedisini vurgular. Yeryüzünün en meraklı türü olan insanoğlu, varoluşundan beri hep bir şeylerin arayışı içinde olmuştur. Bugünkü yüksek uygarlık düzeyi de, bu bitmek tükenmek bilmeyen arayışların sonucudur zaten... Yaşlı dünyamızdaki yaşam formatı devam ettiği müddetçe de insan aramaya devam edecektir. Ancak bu arayışlar, çağa ve ihtiyaca göre değişkenlik göstermektedir. Tıpkı, yırtıcı hayvanlardan korunmak için bir sığınak arayan ve mağarayı bulan, avlanmak ve kendini korumak için silah arayan ve mızrağı yapan, soğuktan korunmak için de sıcağı arayan ve ateşi icat eden ilk insanın arayışı ile daha hızlıyı, daha kolayı, daha fazlayı, daha müreffehi arayan modern insanın arayışı arasındaki fark gibi... Ancak uygarlık tarihini yazanlar; fiziki ihtiyaçlarını gidermek için maddi değerlerin peşinde koşanların arasından değil, insanlık ülküsünü yüceltenlerin ve doğruluğu, dürüstlüğü, ahlakı, erdemi yaşamlarının temel amacı haline getirenlerin arasından çıkar. Ve toplumların kaderini belirleyen de bu iki kesimin çatışmasıdır, aslında... Maddi değerleri yüceltenlerin, zenginliği yalnızca para, mal-mülk, iktidar ve şöhret olarak algılayanların çoğaldığı bir toplumda çürüme kaçınılmazdır. Zira ihtiyaçları sınırsız olan insanoğlu bu durumda daha fazlasına sahip olmak için ahlak ve erdemi ayaklar altına almakta beis görmez. Süte su, rakıya zehir, zeytine boya, bala şeker, domatese hormon, kırmızı bibere kiremit tozu, tereyağına patates, kaşar peynirine nişasta, inşaat harcına deniz kumu, bürokrasiye rüşvet, demokrasiye darbe, futbola şike ve teşvik primini, olimpik branşlara doping karıştırır, yaşamını, “bir koyup üç almak” kurnazlığı üzerine idame ettirir. Vaktiyle bu ülkenin en tepe noktasındaki bir politikacının teşvik ettiği, yalan ve riyayla mayalanmış bu yaşam biçimi, zamanla salgın hastalık haline gelmiş ve çalışmadan, emek sarfetmeden, yorulmadan, her türlü etik değeri altüst ederek kazanç peşinde koşmak toplumumuzun her kesimini sarmıştır. İşte, AB kapılarında medeniyet dilenen Türk toplumunun temel hastalığı bu ahlaki çöküntüdür... Öyle ki, ekonomiden siyasete, toplumsal ilişkilerden sportif karşılaşmalara kadar her alanda kendini hissettirmektedir. Bir ülkenin futbolu, şike, teşvik primi, mafya, ilkesizlik, çapsızlıkla anılıyorsa; amatör sporları, adam kayırma, iltimas, torpil, dopingle gündeme geliyorsa; dünya kupası yolundaki milli takımı bir kaç muhterisin çekişmesine kurban ediliyorsa; adalet dağıtmak yerine başrole soyunan hakem camiaları neredeyse her branşın altını dinamitliyorsa; yönetim katındakiler iktidara gelmek için kullandıkları ilkel yöntemleri, ayak oyunlarını, koltuklarını korumak için de sergilemeye devam ediyorsa; ülkenin en elit sporcularının gözünü kör bir hırs bürüyorsa; eğitimsiz, yeteneksiz, donanımsız antrenörlerin kendi egolarını tatmin etmek için yaşlarını büyüterek öldürücü bir rekabete zorladığı altyapılardaki çocuklar, oyunun kurallarını öğrenmeden, rakibe sinsi tekme atmayı, hakemi etki altına almayı, kazanmak için her yolu mubah saymayı öğreniyorsa; o ülkede ahlaktan, erdemden sözedilebilir mi? Ömürleri o yüce değerlerin peşinde koşmakla geçenlerin, artık bu ülkede aradıklarını bulma ihtimali kaldı mı? Korkunç bir çapaçulluğun içinde kalan, giderek yalnızlaşan, çaresizleşen, kara delikte kaybolmaya mahküm ışık huznesi gibi son sürat meçhule akan bu kitle, insanı zavallılığından kurtarıp ruhi bir olgunluğa ulaştıracak olan ahlakı ve erdemi nerede bulacak? Ahlak ve erdem, bu ülkenin neresinde? Ve nasıl bulacağız? Karanlık bir odada, olmayan bir kara kediyi mi arıyoruz, yoksa gün ortasında dahi görünmeyen boş bir hayali mi? Sahi biz neyi arıyoruz ve nasıl bulacağız? Ve bulabilecek miyiz? Ligden düşmek herkesin hakkıdır! Galatasaray’ın bile!.. Eğer bir spor kulübü girdiği yarışta kötü yönetimden ve yeterli yatırımın yapılmamasından dolayı küme düşüyorsa, düşmelidir... O kulüp, o branşın öncüsüyse bile, hakkaniyet içinde sürdürülen bir yarışta geride kalıyor ve lige veda ediyorsa, etmelidir. Çünkü sportif ahlak bunu gerektirir. Sporda, bazı takımlar ebediyete kadar küme düşmeyecekler diye bir kural yoktur. Nasıl ki, Avrupa’da bir sezon şampiyon olan bir takım, sonraki sezonda küme düşebiliyorsa, Türkiye’de de düşmelidir. Galatasaray Bayan Basketbol Takımı’nın 2.Lig’e düşmesi bu bakımdan Türkiye’de bir milattır. Futbolda, geçmiş yıllarda Üç Büyükler’in küme düşme potasına geldiğinde nasıl kurtarıldığı kuşaktan kuşağa anlatılır. Bu nedenle Galatasaray’ın baskette küme düşmesi, bir tabunun yıkılması anlamına gelir. Devler de kaybetmeli. Bu, futbolda da, başka branşlarda da olmalı. Ülke sporunun esenlik dolu bir geleceğe yelken açması için herkes neyi hakediyorsa, onu almalı. Sahada kaybedenler, masada kazanmamalı. O nedenle düşmeyi hakeden Galatasaray düşmeli, kurtulmayı hakeden Burhaniye de kurtulmalı... Ve düşenler hiç ağlamadan, sızlanmadan, neden küçücük bir kasaba takımı kadar olamadıklarının cevabını aramalı, bulmalı. Adil bir yarışta nasıl küme düşüyorlarsa, yarın da şampiyon olabileceklerini bilmeli. Gerisi hamaset ve laf-ü güzaf... NOT: Umarım, Basketbol Federasyonu bir işgüzarlık yapıp takım sayısını arttırmaz. O yöndeki söylentiler havada uçuşuyor da...

YORUM YAZ