MENÜ

Arka Bahçe

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Hayalleri havuzda boğulan çocuklar! Yolu varoşlara düşenler bilir. İşgalin, talanın, çarpık yapılaşmanın simgesi olan varoşların en belirgin özelliklerinden biri de, sıvasız, boyasız, çatısız, derme çatma yapılmış, eciş - bücüş binaların arasında sıkışıp kalan arsalardır. Bu arsalar varoş çocuklarının oyun ve eğlence yeridir. Çocuklar, muhtemelen bir gurbetçi olan sahibinin, zamanın birinde satın alıp da bir daha uğramadığı bu son yeşil toprak kırıntılarında çocukluklarının tadını çıkarır. Erkek olanları top oynar, kızlar ise ip atlar. Cıvıl cıvıl, rengarenktir varoş arsaları... Orada hayatı bir başka özümsersiniz. Sonra bir gün arsa sahibi ortaya çıkar. Bir müteahhitle anlaşır. Ardından hafriyat başlar. Beton dökülür, temel atılır. O beton yalnızca kentin son yeşilliklerinden birine değil, çocukların hayallerinin üstüne de dökülmüştür. Bu ülkenin çocukları hep hayalleri öldürülerek büyür. Kuşaklar boyu; kâh ebeveynler, kâh öğretmenler, kâh politikacılar, kâh belediyeler, kâh hükümetler, kâh müteahhitler, kâh antrenörler, kâh spor yöneticileri, çeşitli yöntemlerle hayallerimizi katleder. Gelenekler ile modernite arasında sıkışarak kimliğini yitiren çağdışı sistem, bizi, bir yanı eksik kalmış, iğdiş edilmiş birer yetişkin olarak hayata hazırlar. Kendi çocuklarının da hayallerini yoketmeye programlanmış milyonlarca yetişkin... Bundan yaklaşık 10 gün önce İstanbul Burhan Felek Yüzme Havuzu’nda Uluslararası Lüksemburg Turnuvası için milli takım seçmeleri yapıldı. Çocuklar, gençler, ebeveynler havuzu tam bir festival alanına çevirdi. Sporcular, Ay - Yıldızlı boneyi takmak için havuzda kıyasıya bir rekabetin içinde ter dökerken, tribündeki aileleri de, çocuklarına destek verdi, onların heyecanına ortak oldu. Yarışlar sonucu, 4 kulüpten 9 yüzücü Milli Takım’a seçildi ve heyecan içinde yılın ilk önemli uluslararası sınavı olan Lüksemburg Turnuvası’nı beklemeye başladı. Bekleyişlerinin nafile bir bekleyiş olduğunu bilmeden... Çünkü teşkilatın onlara bir sürprizi vardı. Haluk Toygarlı’nın istifasının ardından iyice başıboş kalan Yüzme Federasyonu, bir kaç sporcunun evraklarını tamamlayamamış ve vize alınamamıştı. Böylece, 2005’e umutla hazırlanan, büyük şampiyonalara hazırlık niteliğindeki önemli bir organizasyonda madalya alma hayali kuran milli sporculara oturup gözyaşı dökmek kalmıştı. Yüzme branşı devlete bağlı. Devlette ise devamlılık esastır. Kişiler gelir, gider. Aslolan kurumlardır. Bir federasyon, böylesine başıboş bırakılabilir mi? Sayın Mehmet Atalay! O milli takıma seçilen sporculardan biri sizin çocuğunuz olsaydı, neler hissederdiniz? Çocuğunuz size gelip, başını göğsünüze dayasa ve hüngür hüngür ağlayarak yıkılan hayallerinden, boşa giden emeğinden bahsetse, onu nasıl teselli ederdiniz? Federasyonunuzdaki o kadar memur ne iş yapıyor, genel sekreteriniz o koltukta niçin oturuyor? Bir avuç yüzücünün evraklarını hazırlamak bu kadar zor mu? Türkiye’yi dünyaya rezil etmenin faturasını kim ödeyecek? Yüzmeyi ayağa kaldırmanın planlarını yapıyorsunuz, yüzücüleri yarıştırmazsanız, onları bürokrasinin, ihmalin kurbanı yaparsanız, bunu nasıl başaracaksınız? Bu ihmalin faturasını birileri ödemeli. Sorumlu kimse, bulunmalı. Aksi takdirde kendi geleceğimizi yoketmeye devam ederiz. Çünkü hayallerini öldürdüğümüz çocuklarımız, bizim geleceğimiz. Onlara güvenecek dağ, sığınacak liman bırakmıyoruz. 10’un adı Altan Aksoy Başta Galatasaray olmak üzere Türk futbolu bir 10 numara kargaşası içinde... Dünyanın her tarafına yöneticiler, menacerler, antrenörler gönderiliyor, oyuncu izlettiriliyor. Aranan hep aynı: 10 numara. Bu formatta olduğuna inanılan veya herhangi bir menacerin allayıp pullayıp sunduğu futbolculara çuval dolusu döviz dökülüyor. Bir kaç hafta sonra ise takke düşüyor, kel görünüyor. Yanlış transfer politikaları sonucu paralar çarçur oluyor. Kendi değerlerine sahip çıkmayan bir ülkede yaşadığımızı, bu köşede sık sık dile getiririz. Pratik hayatta da hemen her gün bunun örnekleriyle karşılaşırız. Hangi alanda olursa olsun, geleceği inşaa edecek olan bir çok yetenek, çarpık düzenin acımasız dişlileri arasında unufak olur. Bu, durum sporda, özellikle de futbolda daha da belirgindir. 10 numaralı formayı hakedecek futbolcu sayısı, yalnız ülkemizde değil, dünyada da çok azdır. Kime sorsanız, Pele, Maradona, Platini, Hagi, Baggio ve Zidane’a ekleyecek başka isim bulmakta zorlanır. Ülkemizde ise bir Sergen fenomeni var. O da yeteneklerini inkar ederek yaşadığı için belirsiz bir geleceğe doğru pupa yelken ilerlemekte... Yıllarını Anadolu’nun tozlu yolarında harcayan Konyasporlu Altan Aksoy ise, 10 numara formatındaki bir başka futbolcumuz olup, ısrarla görmezden geliniyor. Kimbilir, belki yanlış menacerle çalışıyor! Onu tanıyan herkesin, kalitesi için bir kaç cilalı sözü vardır. Geçen yıl Zafer Biryol’un, “Gol Kralı” olmasındaki temel etken, Altan imzalı asistlerdi. Her iki ayağını çok iyi kullanmasına, kolay adam eksiltmesine, etkili frikik atmasına, çok yönlü hücum varyasyonlarına sahip olmasına, süratine, kıvraklığına, oyun zekasına, asistlerine ve gollerine rağmen, ne var ki “Anadolu Virtiozu” Altan, bir türlü büyük kulüplerin dikkatini çekmiyor. Özellikle de, transfer fiyaskolarıyla yakında fıkralara konu olması kuvvetle muhtemel Galatasaray’ın... İnsan ne kadar yakından bakarsa, o kadar az görürmüş. Ama Altan gibi bir oyuncuya bu kadar ihtiyacı olan Sarı-Kırmızılı yöneticiler bakmıyor bile!

YORUM YAZ