MENÜ

Arka Bahçe

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Simurg Bu kuşun özelliği, gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir. Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Ancak ne var ki, kuşlar dünyasında her şey ters gitmeye başlamış. İşler ters gittikçe onlar da durumu düzeltmesi için Simurg’u bekler dururlarmış. Fakat Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu düşünen dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte hükümdarlarının huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise hepsi birbirinden çetin yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. İstek, aşk, marifet, doygunluk, birlik, hayret ve yokluk vadileri... Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi hazlara takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş. ‘Aşk denizi’nden geçmişler önce... ‘Ayrılık vadisi’nden uçmuşlar... ‘Hırs ovası’nı aşıp, ‘kıskançlık gölü’ne sapmışlar... Kuşların kimi ‘aşk denizi’ne dalmış, kimi ‘ayrılık vadisi’nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle... Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp... Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş; kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu da bataklığını... Vadileri aştıkça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi ‘şaşkınlık’ ve sonuncusu olan yedinci vadi ‘yokoluş’ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Bakmışlar ki, dağın zirvesinde kimse yok! Tam kendilerini kurtaracak hükümdarlarını bulamamanın düş kırıklığını yaşıyorlarmış ki, sonunda işin sırrının sözcüklerde olduğunu anlamışlar: Farsça ‘si’ otuz, ‘murg’ ise kuş anlamına geliyormuş. Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki, ‘Simurg’ ‘otuz kuş’ demekmiş. Yani Simurg aslında kendileriymiş. Hepsi Simurg’muş. Otuz kuş anlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. * * * * * 2000 yılında Türk Futbolu’nun en büyük zaferine imza attıktan sonra ihtirasına yenik düşenlerin başarıyı paylaşamaması nedeniyle darmadağın olan Galatasaray, o günden beri kendi kurtarıcısını, yani ‘Simurg’unu arıyor. Bu Simurg; kâh bir teknik direktör, kâh yıldız bir futbolcu, kâh zengin bir başkan kimliğinde camianın hayalinde tezahür ediyor. Lakin, çıktıkları bu uzun ve zorlu yolculukta geçilen her vadide, engebede yavaş yavaş eksiliyor Sarı-Kırmızılılar... Bırakıp gidenler, yorulup düşenler oluyor. Bu yolculukta; şaşkınlık var, kişisel tatminsizlik var, hırs var, kıskançlık var, basiretsizlik var, ihanet var... Yolun sonuna geldiklerinde o kadar azaldılar ki, kala kala bir avuç kaldılar. Son vadi ‘yokoluş’u da aşıp Kaf Dağı’nın zirvesine vardıktan ve ‘Simurg’un orada olmadığını gördükten sonra tam ümitlerini tüketmişlerdi ki, aslında aradıkları ‘Simurg’un kendileri olduğunu kavradılar. Başta futbolcular olmak üzere... Bugün Galatasaray, her alanda gerisinde kaldığı Fenerbahçe’yle soluk soluğa bir şampiyonluk mücadelesi veriyorsa, bunun nedeni futbolcuların, teknik heyetin ve bir kaç yöneticinin kendi güçlerinin farkına varmasıdır. Hepsinin ‘Simurg’ olmasıdır. Her türlü engele, yokluğa, yoksunluğa ve ihanetlere rağmen verdiği olağanüstü mücadeleyle Galatasaray, tarihinin en anlamlı şampiyonluklarından birine koşuyor. Yönetici Fatih Gökşen’e, “Bu yıl ki şampiyonluk, UEFA Kupası’ndan bile önemli” dedirten de, Galatasaray’ın içinde bulunduğu bu özgün durumdur. Kendi seyircisi tarafından bile yapayalnız bırakılan bu ‘otuz küsur’ insanın her biri, adeta küllerinden doğarak gerek sahadaki rakiplerine, gerekse saha dışındaki güçlere karşı bir onur ve gurur savaşı veriyor. Galatasaray’ın, bundan önce UEFA Kupası kazanıp da tarih sahnesinden silinen İpswich Town, Eintracht Frankfurt, Napoli gibi takımlarla aynı akıbeti paylaşacağını iddia edenler, umanlar, bekleyenler boşuna hevesleniyor. Zira, kendi potansiyellerinin farkına varan bu bir avuç kahramanın destansı mücadelesi, gelecekteki yeni Avrupa zaferlerinin müjdesidir. Galatasaray’ın bu silkinişi, Ulu Önder Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesindeki, “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” şiarının yaşamda vücut bulmasıdır. Ve genç nesillerin, bu anlamlı başkaldırıdan çıkarması gereken çok ders vardır. Yıllarca tekrar tekrar okumaları gereken... NOT: Bu yazı, Galatasaray’ın olağanüstü bir mücadele sonrası Kayseri Erciyes’i 4-2 yendiği ligin 26. haftasının ardından, 22.03.2006 tarihinde bu köşede çıkmıştır. Günün mana ve önemi üzerine -affınıza sığınarak- tekrar yayınlıyorum.

YORUM YAZ